Ankara’daki on batılı büyükelçinin topluca Osman Kavala’nın tahliyesini istemesiyle başlayan, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın da onları istenmeyen kişi (persona non grata) sayıp sınır dışı edilmesini istemesiyle tırmanan kriz atılan geri adımlarla bitti.
Önce, 25 Ekim öğleden sonra saatlerde ABD Büyükelçiliği Twitter hesabından Türkiye’deki yasa ve kurallara uymaya devam edeceklerini, Viyana sözleşmesine atıf yaparak beyan etti. Diğer büyükelçilikler de bu açıklamayı tekrarlamaya başladı. Bu gelişmeler, Erdoğan’ın MHP lideri Devlet Bahçeli’yle yaptığı 1 saatlik görüşme ile Cumhurbaşkanlığını kabinesini toplaması arasında geçen sürede meydana geldi. Erdoğan toplantı bitimindeki şu sözleriyle tansiyon düştü:
• “Bizim niyetimiz kriz çıkarmak değil, ülkemizin hakkını, hukukunu, onurunu ve egemenlik haklarını korumaktır. Bugün aynı büyükelçiler tarafından yapılan yeni bir açıklamayla yargımıza ve ülkemize yönelik bühtandan geri dönülmüştür. Viyana Sözleşmesi’nin 41. maddesine vurgu yapan bu büyükelçilerin beyanlarında daha dikkatli olacaklarına inanıyoruz.”
Kriz sona ermiş görünse de geride hasar bıraktı. Kaybedenler, daha çok kaybedenler ve en çok kaybedenler var. Ve tabii faturayı ödemesi gerekenler.
Bu fikir kimden çıktı?
Osman Kavala’nın tahliyesi için ortak bildiri yayınlama fikri kimden, hangi ülkeden çıktı?
Ortak bildiride ABD, Almanya, Fransa, Hollanda, Danimarka, Finlandiya, İsveç, Norveç, Kanada ve Yeni Zelanda Büyükelçilerinin imzası vardı.
Önceki yazımda diplomatik kulise dayanarak ilk adımı ABD’nin atmadığı bilgisini paylaşmıştım. Bu bilginin doğruluğu artık tartışılır vaziyette. New York Times gazetesi kulis bilgilerine dayanarak ortak açıklamanın arkasındaki “itici gücün” Biden yönetimi olduğunu yazdı. İlk düzeltme adımı ABD’den geldiği gibi, ilerleyen saatlerde ABD Dışişleri Sözcüsü Ned Price 18 Ekim’de on büyükelçinin ortak bildirisinin Viyana sözleşmesine uygun olduğunu savundu. Kimi yorumcuya göre aslında “Biz yanlış bir şey yapmadık” diyerek tutumda ısrar etmişlerlerdi. Kimi yorumculara göre bu beyan üzerine Erdoğan’ın “Peki, bir daha yapmayın” demesi bir çıkış yolu arayışının sonucuydu ama neticede gerilimi düşürme doğrultusunda ilk adım Erdoğan’dan değil, imzacılardan gelmişti. Nitekim Alman Frankfurter Allgemeine Zeitung gazetesi Türkiye’nin persona non grata silahını kullanmasıyla Berlin’in işi uzatmamaya karar verdiğini yazdı.
Bir ayrıntı daha var.
Daha bildirinin yayınlandığı gün Türkiye’yle önemli ilişkileri olan bazı Batılı ülke büyükelçilerinin imza atmadıkları dikkat çekiyordu. Örneğin İngiltere, İtalya, İspanya, İsviçre, Avustralya, Japonya gibi ülkelerin imzası yoktu. Yine new York Times’a göre, örneğin İngiltere yaklaşan İklim Zirvesi öncesi tatsızlık çıkmasın istemişti. Bu doğruysa İtalya’nın da yaklaşan G20 Zirvesi nedeniyle ortak bildiriye imza atmadığı sonucu çıkarılabilir. Diplomatik kaynaklara göre, bazı büyükelçiler de böyle bir girişimin “sonuç getirmeyeceği” ve “Kavala’nın durumunu kötüleştireceği” gerekçesiyle imza atmamışlardı.
Haklıydılar. Dahası, bu kadar çok sayıda batılı ülkenin, Avrupa insan Hakları Mahkemesi (AİHM) Kararlarının uygulanması gibi meşru bir taleple de olsa, kâğıt üzerinde müttefik ve ortak oldukları bir ülkeye böylesine çıkışta bulunmalarının pek örneği de yoktu.
Erdoğan’ı tartamadıkları anlaşılıyor
Ciddi bir diplomatik fiyaskoya dönüşen girişim sahipleri acaba bu itirazları da dikkate almayacak kadar sonuç alacaklarına mı inanıyordu? Yoksa, Erdoğan’ın göstereceği sert tepkiyle Türkiye’nin batı dünyasında yeri olmadığını kanıtlamaya mı çalışıyorlardı. Bu ne işe yarayacaktı? O ayrı konu. Ama her halükârda bu girişimi akıl edip uygulayanların Erdoğan’ın bu kadar sert tepki vereceğini tartamadıkları anlaşılıyor.
Erdoğan’ın on batılı büyükelçiyi birden, hem de ciddi bir mali krizin ortasında persona non grata ilan edip topluca ülkeden göndereceğine ihtimal vermediler. Erdoğan’ın bu ülkelerdeki Türk büyükelçilerin de persona non grata ilan edilip geri gönderileceğinden çekineceğini düşünmüş olabilirler. Oysa Erdoğan zaten arada büyükelçiler, hatta dışişleri bakanları olmadan doğrudan liderlerle konuşarak yürütebileceği dış politikayı tercih ediyor.
ABD Başkanı Joe Biden ile ısrarla yüz yüze görüşmek istemesine rağmen, 30-31 Ekim’de Roma’daki G20 zirvesinde görüşme ihtimali öncesinde bu resti çekmesini de muhtemelen hesap edemediler. Alman Gazetesi Frankfurter Allgemeine Zeitung’un ilk yorumunda Erdoğan’ın persona non grata tehditi üzerine Almanya’nın uzatmamaya karar verdiğini söylemesi dahi bunu gösteriyor. ABD’nin “Kavala duyarlılığımız devam ediyor” demesinin fazla bir geçerliliği kalmadı. En fazla Biden Roma görüşmesini iptal eder ama Erdoğan bunu da lehine çevirecek şekilde göze almış görünüyor.
En çok kaybeden maalesef Kavala
Evet, Erdoğan sözünden dönmüş oldu. Neticede Türkiye’nin siyasi ve ekonomik olarak kaybedecekleri fazlaydı. Ama ilk geri adımı atan -kusura bakmayın, tekrar oluyor ama- imzacı büyükelçilerdi.
ABD, Almanya, Fransa gibi batılı ülkelerin façası bozuldu, o da bir gerçek. İmza atmayan batılı ülkeler ise şimdi kıs kıs gülüyordur. Siyaset böyle bir şey.
Ama bütün olan biten içinde en çok kaybeden maalesef Osman Kavakla oldu. Eşi Ayşe Buğra’nın “Dışişleri engellemeli” çağrısı yapması gerçekten son derece haklı ve bir o kadar üzüntü vericiydi.
Kavala’nın uydurma gerekçelerle hala hapiste tutulması büyük haksızlık. Doğru dürüst bir yargılamayla serbest kalması hem kendisi hem Türkiye hem de Türkiye’deki demokrasi mücadelesi bakımından kazanç olacaktır. Siyaset de yargı da ağır bir yükten kurtulacak, bir haksızlık son bulacaktır.
Bu son olay dahi Türkiye’deki demokrasi ve adalet mücadelesinin dışarıdan birilerinin kendi siyasi amaçlarına uygun destekleriyle bağlantılı görenlerin ciddi hata içinde olduklarını göstermeye yeter.