Böyle olacağını kimse tahmin etmezdi. Türkiye, Cumhuriyetin kuruluşunun 100’üncü yılına doğru kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü yeniden keşfediyor. Atatürk’ün değerini yeniden anlıyor. Üstelik bu yeniden doğuş, iktidarda onu mümkün olduğunca unutturmaya çalışan bir cumhuriyet hükümeti olduğu halde yaşanıyor.
Sadece Atatürk’ün değil cumhuriyetin kurucu değerlerinin mevcut koşullara tepki niteliğinde yeniden doğuşuna tanık oluyoruz.
Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması demek olan laikliğin değerini anlıyoruz örneğin.
Başımıza Şeyhülislam kesilen ve sürekli dikkat çekmeye çalışan bir ilçe başkanı düzeyinde siyaset yapan bir Diyanet İşleri Başkanının burnunu her bir işe sokması ve her törende baş köşenin ona verilmesiyle anlıyoruz bunu. Atatürk’ün kurduğu Diyanet İşlerinin giderek Sünni-Hanefi olmayan bütün inanç ve hayat tarzı sahiplerinin üzerinde bir baskı unsuru haline gelmesiyle görüyoruz. Yargıçların hükümlerini dini hükümlerde yeri olup olmamasına göre vermeye başladığını görerek anlıyoruz.
Kadın haklarının, kadın ve erkeğin yasalar önünde ve toplumsal hayattaki eşitliğinin önemini yeniden fark ediyoruz. Kadına şiddete karşı İstanbul Sözleşmesinden tarikat ve cemaatlerin oy şantajıyla çıkılmasıyla anlıyoruz. Din alimi kisvesiyle dertleri devlet kesesinden geçinenlerin “Alevi’ye kız verilmez” fetvalarından, “Baldızla zina evliliği bozmaz” fetvalarıyla şunu görmeye başladık: iktidar sahiplerinin çevresinde dini inançlar üzerinden kadını her bakımdan erkeğin kölesi haline getirmek isteyenler güç kazanıyor.
İdare tamamen erkek egemen ve mezhepçilik esasına göre şekilleniyor. 81 il valisi içinde sadece ikisi, 934 kaymakam içinde sadece 14’ü kadın. Peki bu kadar vali, kaymakam, hatta genişletelim, bakan yardımcısı, general, yüksek yargı üyesi arasında kaç Alevi var? Kaç Kürt var?
Türkiye Büyük Millet Meclisinin işlevleri kırpılmış, bütün yürütme yetkisini elinde toplayan cumhurbaşkanının kararlarını onaylayan bir oy makinesine dönüştürülmek istenmektedir.
Atatürk’ün “Türkiye şeyhler, müritler, dervişler ülkesi olamaz” sözünün içinde bulunduğumuz bu dönemde tersine dönmeye başladığını ibretle izliyoruz. O şeyhler ve müritler, Atatürk’ün başkomutanı olduğu Türk Silahlı Kuvvetlerine sızdırılarak darbe yapmaya kalktı Türkiye’de. Daha önceki darbeciler de Atatürk’ün ismini bıktırana kadar istismar edip kirleterek aslında devletin kapılarını ABD’nin komünizmle mücadele bahanesi destekli siyasi İslamcılığa açanlardı.
İzlenme oranını artırır diye cehennemde yanmayacak kefen bezi, terlik filan pazarlayan sahtekârların televizyonların kapıştığı konuklar arasına girdiği, cumhurbaşkanı tarafından Atatürk’ün kurduğu makamda kabul edildiği dönemdeyiz.
Sadece o da değil. Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesinin yerini komşularının iç kavgasına dahil olan, içeride de kendisine oy vermeyen herkesi düşman sayan bir anlayış aldı. “Bize oy vermeyen patates dinindedir” diyen, “Bize verdiğiniz her oy sevap hanesine yazılır” diyen siyasi görüş iktidardadır. Bugün bize yerli ve milli olma dersi vermeye çalışanlar yüz yıl önce işgal kuvvetlerinden beslenip, Atatürk’ün önderlik ettiği İstiklal Savaşına karşı ayaklanma çıkaranların, “Keşke Yunanlılar kazansaydı” diyecek kadar milli olmaktan uzak kindar meczupların varisleridir.
Bu ülkenin akıllı, zeki, yetenekli gençlerini hâkim kılmaya çalıştıkları hayat tarzının baskısıyla kaçırıp ülkenin nüfuz dengesini ucuz işgücü sağlayan mültecileri koymaya çalışıyorlar; bu tertibin mezhepçi ve sınıfsal boyutu iç içedir.
Tarihin tahrifatı had safhada bir beyin yıkama operasyonuna dönüşmüştür. İmparatorluk Türkiye’si topraklarının yarısını kaybetmiş, tahtını Ruslardan korumak için Kıbrıs’ı İngilizlere komisyon olarak vermiş Sultan kahraman ilan edilirken Atatürksüz Çanakkale, İnönüsüz İnönü, Ecevitsiz Kıbrıs kurgulanmaya çalışılmaktadır.
Hem biz başkomutan deyince “Başkomutan benim” diye gözümüze sokmaya çalışan değil cephede bizzat savaşıp, düşman kurşunuyla yaralanarak gazi unvanını almış bir başkomutanı anlıyoruz.
Atatürk’ün Gençliğe Hitabındaki sözleriyle devam edeceğim. İşte bu “ahval ve şerait altında”, yani bu hal ve koşullarda insanların Atatürk’ü ve onun Türkiye’ye kazandırdığı en önemli özelliklerden olan laiklik ve kadın hakları konularını yeniden keşfetmesi doğaldır. Üstelik bu defa hükümetin, askeri bürokrasin, yargının teşvik değil engelleme çabasına rağmen, gayet sivil ve tabandan gelerek.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve yönetimin Türkiye’nin geleceğine bırakacağı en önemli şeylerden birisi de hiç amaçlamadıkları bu Atatürk rönesansı olacak gibi görünüyor.
Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü saygı, sevgi ve rahmetle anıyorum.
AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen'in yeni yönetim döneminde Türkiye'ye ilk ziyareti Suriye'de Esad…
Donald Trump’ın “Türkiye Suriye’ye çöktü” ifadesini Türk medyasındaki haberlerin pek çoğunda bulmanız mümkün değil. Trump’ın…
Asgari ücret yine gündemimizde. Bu kez temel tartışma konusu asgari ücret ve enflasyon ilişkisi. Asgari…
Suriye’de gelişmeler baş döndürücü bir hız kazandı. Beşar Esad’ın 7 Aralık akşamı Moskova’ya kaçmasından yalnızca…
CHP’nin önceki Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, kendi dönemindeki Suriye politikası nedeniyle yeniden gündemde. Cumhurbaşkanı Tayyip…
Suriye'de Esad rejimini deviren harekatın hazırlığının bir yıldan fazla bir süredir yapıldığı, Türkiye’nin, ABD’nin ve…