İçinden geçtiğimiz yoğun ekonomik kriz etkilerini her gün daha ağır biçimde hissettiriyor. Hayat kontrolsüzce pahalanıyor, birikimler gün gün erirken ani şoklarla da el değiştiriyor, barınma ihtiyacı dev bir sorun haline geliyor. Sıradan vatandaş için gelecek karanlıklaşıyor.
Seçimlere yaklaştığımız şu dönemde bu durumun siyasete etki etmemesi düşünülemez. Siyaset literatürü, bir iktidarın yeniden seçilmesinde en büyük etkenin ekonomi olduğunu, halk desteğinin gerek demokratik gerekse otoriter sistemlerde ekonomik çıkarlarla yakından bağlantılı olduğunu söyler.
Bu çerçevede Türkiye’de de muhalefetin beklentisi, ekonomik krizin ulaştığı bu noktada seçmenin artık iktidara verdiği desteği geri çekmesi, yaklaşık 20 yıl sonra muhalefete yeniden şans vermesi ve sorunların genel kabul görmüş, ortodoks politikalarla çözülmesine olanak tanıması.
Peki, bu beklenti karşılık buluyor mu? Hem evet hem hayır. Evet iktidar partisi oyları hiç olmadığı kadar düşmüş bulunuyor. Seçmenin ekonomik krize tepkisiz kaldığını söylemek olanaksız. Fakat, muhalefetin beklediği kadar radikal bir dönüşüm de yok. İktidardan kopan oylar, o hızla muhalefete eklemlenmiyor. İktidar oy kaybederken muhalefet oyunu yeterince artıramıyor. İktidardan uzaklaşanların çok önemli bir kısmı kararsızlar grubunda beklemedeler.
Bu ısrarlı kararsızlık veya arafta kalma hali muhalif çevrelerce çok anlamlandırılamayan bir konu. Daha önceki yazılarda bu kararsızlık durumunun ideolojik sebeplerinden bahsetmiştim . Muhafazakâr seçmendeki derin yok edilme korkusundan, AKP iktidarı döneminde kazandıkları özgürlük ve imkanları kaybetme endişelerinden, son yirmi yılın kaybedenlerinin yeni bir iktidar döneminde rövanşist hareket etme ihtimaline yönelik kaygılardan söz etmiştim. Bu korkuların muhafazakâr seçmeni adeta rehin aldığını ve AKP ile gönül bağları kopsa da başka partilere kaymalarına engel olduğunu, muhalefetin bu korkuları çok iyi anlaması ve bertaraf etmesi gerektiğini vurgulamıştım.
İktidardan kopamamanın tek nedeni kimlik kaygıları mı? Hayır, değil. Diğer neden, seçmenin muhalefet partilerinin daha iyi yöneteceğine hala ikna olmaması.
Yani, ideolojik meseleleri bir yana koysak bile ekonomik krizden canı yanan seçmenin doğrudan muhalefete kayacağı beklentisi yanıltıcı. Nitekim Aralık ayına dair Metropoll anketleri gösteriyor ki, seçmen ekonomik krizden ne kadar mustarip olsa da olsa krizi muhalefetin çözebileceğine tam ikna olmuş değil. Verilere göre, seçmenin yüzde 35,4’ü yaşanan ekonomik sorunları yine iktidar partisinin çözebileceğini düşünüyor ve bu rakamın ancak biraz fazlası (yüzde 36,7) çözüm için muhalefeti daha güvenilir buluyor.
Seçmenin bu tutumu mevcut ekonomik koşullarda çok daha büyük bir destek bekleyen muhalefeti şaşırtsa da aslında durum siyaset literatürü açısından çok garip değil.
Evet, literatürde oldukça yerleşmiş olan “iktisadi oylama” prensibine göre, ekonomik krizler iktidar oylarını düşürür ama bu düşüş koşulsuz ya da otomatik değildir. Seçmen iktidar performansını bir bağlam içinde değerlendirir, iktidar partisini rakipleriyle bir karşılaştırmaya tabi tutar. Rakiplerinden daha iyi olduğunu, olacağını düşünürse –krizlere rağmen- oy vermeye devam eder, yoksa geri çeker.
Burada şunu anlamak mühimdir: seçmen oyunu geri çekiyorsa da bu aslında iktidara ceza vermek amaçlı değildir. Kayıp yaşayan seçmenin iktidarı mutlaka cezalandıracağını varsayanlar hata ederler. Seçmen rasyoneldir ve geçmişin geçmişte kaldığını bilir. O yüzden geleceğe bakacaktır. Geçmiş krizleri, gelecek krizlerin habercisi, geçmiş hataları da gelecek hataların sinyali olarak gördüğü ölçüde bunlara tepki verecektir. Gelecek olası bir krize daha iyi hükmedecek bir başka aday göremezse, yeniden aynı iktidara oy verebilir. Örnekleri pek çok.
Bir başka deyişle krizlerde seçmen iktidarın net performansına değil “görece” nasıl performans sergilediğine ve sergileyeceğine bakar. İktidarın krizle imtihanını notlandırırken, yaşanan sıkıntıların küresel mi “ev yapımı” mı olduğunu da bakar. Benzer sorunlarla karşılaşan ülkelerdeki iktidarlara göre kendi hükümetinin nasıl bir sınav verdiğini ve en önemlisi de ülkesindeki geçmiş ve gelecek (olası) iktidarlara göre ne ölçüde kabiliyetli olduğunu değerlendirmeye çalışır.
İşte bu noktada ekonomik krizlerin objektif etkilerine ilaveten muhalefetin subjektif etkileri öne çıkar. Yani evet, kriz vardır fakat muhalefet bu konuda ne demekte ne vaat etmektedir? Sadece durum tespiti yapan bir muhalefet başarılı olamayacaktır. Seçmeni, daha iyi bir yönetimin mümkün olduğuna inandırması gerekir. Seçimler, iktidar başarısız olduğu için değil muhalefet daha iyisini yapacağına inandırdığı için kazanılır.
O halde mevcut durumda Türkiye’de muhalefetten beklenen ekonomik sorunlara net çözümler ortaya koyması ve bunları seçmenle iletişimi kuvvetli olan ve yönetebilirliğini ispatlamış bir adayla hedef kitlesine aktarmasıdır. Bu çözümlerin içeriğini ve nasıl bir adayın seçmeni ikna edebileceğini de sonraki yazılarda ele alalım.
ABD’nin seçeceği 47’inci Başkan, Türkiye’nin 12 Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın çalışacağı 5’inci Başkan olacak. AK Parti…
İçişleri Bakanlığı 4 Kasım sabahı Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk’ü, Batman Belediye başkanı Gülistan…
Karl Marx’ın meşhur sözüdür: tarihte olaylar ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak tekrarlanır. CHP’li İstanbul Büyükşehir…
ABD’nin Orta Doğu’dan da sorumlu Merkezi Komutanlığı (CENTCOM) 1 Kasım’da gönderileceği duyurulan ilk B-52 stratejik…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer'in tutuklanmasını protesto etmek için düzenlenen mitingdeki…
Avrupa Komisyonu'nun üyeliğe aday ülkelerin son bir yıl içindeki gelişmelerini değerlendiren yıllık raporu, 30 Ekim…