Türkiye gene gençleri konuşuyor. Gençlik hakkında ise gene hatalı bir tartışmanın esiriyiz. Gençler hakkında herkesin söyleyecek bir şeyleri var. İçinde bolca eleştiri, bolca büyük sıfat geçen, epik, lirik, isyankâr, arabesk, devrimci, muhafazakâr, her türden yazı yazıldı. Gençler övüldü, gençlere kızıldı, gençler gaza getirildi.
Gençler hakkında gençler hariç herkes bir şeyler söyledi, gençlerin sesleri gene arka planda kaldı, duyulmadı. Hayatlarının baharında en değerli varlığı olan yaşamlarına kıyan gençler hakkında da konuşmuyoruz. Hemen bu konuları kenar süsü yapıp kendi istediğimiz konulara bağlamaya çalışıyoruz. Ancak, Türkiye’de gençler hakkında gençleri dahil etmeden ve neredeyse gençlere rağmen konuştuğumuz bir gerçek.
Sosyo-ekonomik, psikolojik ve siyasi toplumsal bir kategori olan gençlik üzerine veriye dayalı, kurumsal ve kavramsal çerçevesi olan bir tartışmadan gene uzak düştük. Şimdi biraz doğalgaz kesintisi, kar yağışı konuşuruz. Gençler gene bir olayın faili veya kurbanı oluncaya kadar unuturuz. Gençler intihar ederse, ölürlerse, polisten dayak yerler veya bir vakfın töreninde yemin ederlerse yeniden gündem olurlar.
Genel anlamda Türkiye’de gençler hakkında konuşmak, tartışmak ne kadar yaygınsa, bir toplumsal kategori olan gençlik hakkında derinlikli ve bilimsel bir tartışma o kadar uzak.
Gençlik genel olarak geçici bir dönem olarak kurgulanıyor, kabul görüyor. Özellikle yetişkin ve toplumda, siyasette, medyada ve ekonomide orta-yaşlı ve yaşlı erkek egemen kesimler, gençliği neredeyse tedavi gerektiren, sorunlu ve geçinceye kadar kontrol edilmesi gereken bir dönem olarak görüyorlar.
Gençlerin söyledikleri, yaptıkları, yapmak istedikleri, talepleri ve şikayetleri de hep bu geçicilik çerçevesinden işitiliyor. Gençlik toplumun önemli ve asli bir yapıtaşı olarak görülmüyor. Dışsallaştırılıyor, araçsallaştırılıyor ve hatta sorunsallaştırılıyor.
Siyaset açısından şu an gençler gündemde. Gelecek seçimlerde ilk kez oy kullanacak çok büyük bir nüfusun olması, siyasetçileri, bu konuda çalışan uzmanları ve parti yetkililerini heyecanlandıran bir konu. Ankara’da siyaset ve seçim konuşulan her ortamda konu dönüp dolaşıp aynı soruya geliyor: Gençler kime oy verecekler?
Gençlerin siyasete katılımını sadece sandığa gidip oy vermelerine indirgemek ve potansiyel oy deposu olarak kurgulamak gayet sorunlu bir başlangıç noktası. Başlangıç hatalı olunca, tüm söylem ve eylemler de zincirleme hatalı kuruluyor. Partiler ve yaşlı parti liderleri adeta şecaat eylerken sirkatin söylüyorlar ve partilerinin gençlere ulaşacaklarını, gençlere hitap edeceğini ve gençleri ikna edeceklerini açıkça ilan ediyorlar. Burada sorun çok net: bu partiler genç değil, bu partiler gençlerin partisi değil, bu partiler gençlerle beraber değil. Bir parti var, bir de başıboş gezen gençler var ve tonton amcaları, reisleri, dedeleri o gençlere gel gel yapacak, oylarını alacak.
Bir diğer hatalı kurgu, bu gençlerin sanki toplumdan, sokaktan, ekonomiden uzak, sanki serada veya matrixvari bir kozada gerçeklikten ve gerçeklerden azade hayal aleminde yaşadıkları ve sadece seçim günü ortaya çıkıp oy kullanıp ortadan kaybolacakları şeklinde.
Gençler, bu toplumun içinde, sokakta, okulda, toplumun geri kalanıyla etkileşim içinde ve siyasi kararları ve tercihleri saf bir gençlik balonu içinde değil, toplumun geri kalan bireyleri ile etkileşim içinde şekilleniyor. Yani, gençler aileleri ve arkadaşları ile siyasi sosyalleşme içinde, yaşadıkları ve gördükleri çerçevesinde oy tercihlerini şekillendirecekler. Ailelerinden, mahallelerinden, iş arkadaşlarından bağımsız bir süreç değil.
İstanbul Ekonomi Araştırma tarafından 2021 yılının Ağustos ve Eylül aylarında 18-30 yaş grubunda 3000 gençle yapılan görüşmelerden oluşan Türkiye’nin Geleceğine Genç Bakış araştırması bize bu konuda çok net bir tablo sunmakta.
Gençlerin siyaseten ebeveynlerinden çok da uzak olmadıkları ortada: Gençlerin neredeyse yarısı anne ve babalarıyla siyasi görüşlerinin çok yakın olduğunu ifade etmekteler. Yani o yaratılan gençler ailelerine isyan ettiler, bambaşka işler peşindeler mitine indirimle yaklaşmakta fayda var.
Gençlere siyasetin bu yaklaşımıyla paralel olarak bir de tüketici olarak kurgulanan gençler miti var. Gençlere yönelik reklamlar onları üreten, tartışan karar veren paydaşlar değil, eğlenen, alışveriş yapan, tek dertleri internet paketi bitmesin olan ve cipsleri acılı ve bol hediyeli olsun isteyen bir grup olarak kurguluyor yıllardır.
Vakıf üniversite reklamları bile MTV-Kral TV kliplerine döndü: Danseden parmak şıklatan hocalar ve çimlerde mutlu mesut gitar çalan genç/öğrenci/müşteri imajı pompalandı. Bilim eğitim olanakları değil cool olma hali ön planda tutuldu.
Toplumun geri kalan kesimleri için gençler pasif ve tüketici olarak resmedildi. Bu imajın sonucu olarak gençlerin büyük çoğunluğu zar zor sahip oldukları ve bozulmasın, kırılmasın diye üzerine titredikleri teknolojik aygıtlar üzerinden yargılanır oldular. Daha düne kadar alın, hediye verelim, sınırsız internet, bedava müzik şeklinde kendilerine dayatılan ürünler üzerinden şımarıklık, nankörlük, lüks düşkünlüğü ile suçlanmaktalar.
Gençlere üzülen gençler için ağıt yakan bunca yorumun yanı sıra hiç de azımsanmayacak miktarda gençlere hakaret eden, onları küçümseyen yorum da yapıldı.
Örneğin, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in ‘geçinemiyor’ diyerek kürsüye çıkardığı Deniz Barış Çatal isimli genç, kaldığı KYK yurdunda ‘duşta uzun süre geçiremediğini’ söylediği için eleştiri ve hakarete uğradı. Yurtdışına gittiği fotoğrafları paylaşılıp adeta bir linç kampanyası yürütüldü. Bu olaya istinaden sosyal medyada bir paylaşım yapan ve gençlerin flört etmesini, farklı kültürlerle etkileşime girmek için seyahat etmesini, Erasmus değişim programlarına katılmasını, dışarıda yemek yemesini savunan ve bunların lüks olarak görülmesini eleştiren bir başka gencin gene birkaç saat içinde maruz kaldığı hakaretler ve neredeyse hedef göstermeye varan sosyal medya linci de ibretlik bir durum.
Barınma sorununu, sağlıklı beslenme ihtiyaçlarını, insanca yaşama isteklerini dile getirmenin bir bedeli oluyor ve bu bedel gençlere ödetiliyor sürekli.
Belirli bir yaşın üstündeki bir kesim, kendi gençliklerinde yapamadıklarını gençlerin yapmak istemelerinden çok rahatsız bir görüntü çiziyor. Adeta zaman ve mekânın gerçekliğini büküp kendileri nasıl yaşamadıysa, gençler de öyle yaşamasın arzusundalar. Yurtdışına gitmek, sosyal ve kültürel bir hayat sürmek, toplumda söz sahibi olmak, en basitinden eğlenmek bile çok görülüyor, yanlış görülüyor ve neredeyse ayıplanıyor.
Gene gündeme hızlıca girdi ve hemen düştü: Cemil Meriç Sosyal Bilimler lisesinde gençler tarafından düzenlenen roman kahramanları şenliği, gençlerin çok özendikleri ve eğlenirken öğrendikleri belli olan roman kahramanlarını canlandırdıkları kostümlü bir etkinlik nedeniyle bazı siyasiler tarafından yoğun bir biçimde eleştirildi. Gençler ahlaksızlıkla, yabancı hayranlığıyla ve özlerini inkarla suçlandı gene.
Sokak röportajlarına hiç girmemek lazım, sürekli karşımıza çıkan görüntü, gençlerin bazı şikâyet ve taleplerini dile getirmesine tepki gösteren ve onları ciddiye almayan, hakaret eden ve suçlayan, o gençlerden daha uzun süre hayatta olmasını bir haklılık, bir üstünlük olarak gören şahıslar.
Sokaktaki o “dayıların” ifade etmeye çalıştıkları aslında genel kabulün bir tezahürü. İşler yolunda, gençler sorunlu. Gençler sorunun bir parçası, sorun yaratıyorlar ve eğer bir yanlışlık varsa bu onların suçu.
Eğitim sistemi sorunlu değil, gençler saygısız, tembel ve ders çalışmıyorlar.
İşsizlik yok, gençler iş beğenmiyor. İş verildi mi çok para istiyorlar.
Haftada 6 gün, günde 10-12 saat çalışmaları istendi mi isyan ediyorlar. Hepsi onların suçu.
Bir diğer yanlış ise “gençlerin sorunları” diye bir kategorizasyona gidilmesi. Gençlerin dertleri, gençlerin problemleri, gençlerin şikayetleri, gençlerin yaşadıkları zorlukların aslında toplumsal sorunlar olduğu ve tüm toplumu etkileyen bütünleşik bir durum olduğunu kabul etmeden ilerlemek imkânsız.
En bilinen ve en çok konuşulan konu istihdam ve işsizlik mesela.
Genç işsizliğinde durum her an daha kötüye gidiyor. Ev gençleri kategorisinde olup ne eğitim ne istihdamda olan gençlerin özellikle genç kadınların sayısı çığ gibi büyümekte.
Uluslararası Çalışma Örgütü’nün analizlerine göre Covid-19 pandemisiyle durum çok daha kötü bir hale büründü. Ama konunun istihdam ve ekonomi politikaları, ekonominin genel gidişatından bağımsız, sanki bir gençlik problemi varmış gibi kurgulanması hatalı bir gidişat, sorunun çözümüne de katkısı yok. İşsizlik toplumsal bir sorundur, gençler bundan en çok zarar gören kesimdir denilmedi.
Keza gençliğin yaşadığı sorunların yatay yansımaları da gözardı edildi: İşsizlik, barınma, sağlık, iyi olma hali, yetişkinliğe geçiş, eğitim, aile kurma gibi konuların her birinin birbiriyle yakından bağlantılı olduğu ve bu konuların ayrıştırılamayacağı tartışılmadı.
İşsizlik ayrı bir konu olarak ele alındığı zaman da üst yapıdan koparılmakta. Gençlik politikası, istihdam politikaları, sağlık politikaları, eğitim, barınma, kültür ve spor politikalarının bütünleşik ve birbiriyle bağlantılı planlanması ile gençlerin yaşadığı sorunlar ve mağduriyetler giderilebilir ancak.
Eğitim politikaları konuşmadan işsizlik; işsizlik konuşmadan iyi olma hali ve akıl sağlığı; sağlık politikaları konuşmadan nüfus artışı ve sosyal güvenlik politikaları konuşmak ve planlamak doğru bir yaklaşım değildir. Bu politikalardaki plansızlık ve verimsizliklerin en büyük mağduru olan gençleri suçlamak da ancak insafsızlık olarak ifade edilir.
Popüler ilk gençlik kitapları serisi olan Harry Potter aslında gençliğe yaklaşım hakkında çok önemli ipuçları sunmakta. Harry Potter bir yetimdir, büyük bir büyücü olma potansiyeli vardır. Seri boyunca bilge, iyi yürekli ve büyük yetenekli Prof. Albus Dumbledore kendisini korur, kollar ve büyüdüğünde tüm dünyayı kurtaracak şekilde yetiştirir. Prof. Dumbledore yaşlı bir erkektir, sakallı ve üniformalıdır. Prestijli ve köklü Hogwarts okulunun müdürüdür, makam ve mevki sahibidir. Maalesef günümüz siyasetçi ve kanaat önderlerinde adeta bir Dumbledore sendromu var ve gençleri anlamaktan çok uzaktalar. Siyasetçiler ve kanaat önderleri de kendilerini Dumbledore zannediyorlar, öyle görüyorlar. Gençler adına kendilerine bir koruyucu ve kurtarıcı rol biçiyorlar ve gençlerin kendilerini dinlemelerini, saygı göstermelerini, itaat etmelerini talep ediyorlar. Ne kadar da yanılıyorlar…
İstanbul Ekonomi Araştırma’nın raporuna göre, gençler mevcut kurum ve kuruluşlara güven duymuyorlar. En yüksek güven notları arasında sivil toplum kuruluşları var.
Yani bireylerin ve gençlerin gönüllü katılımlarıyla kurulan ve faaliyet gösteren, şeffaf ve katılımcı olma idealindeki oluşumlar. Siyasi partilerin gençler gözündeki yeri de ayrıca not edilmeli ve gelecek seçimde kime oy verecekler sorusu yeniden sorulmalı: acaba oy vermek için sandığa gidecekler mi?
İçişleri Bakanlığı'nın tartışmalı bir kararla Tunceli ve Ovacık belediye başkanlarını görevden alarak yerlerine kayyum ataması,…
Kendimden korkuyorum artık. Bıkkınlık gelip Stockholm Sendromuna yenik düşmekten, sahte mutluluk yaşayıp adalet mücadelesini bırakmaktan…
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında…
CHP’nin önceki Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun bugün 22 Kasım'da Ankara’da yargılanmaya başlaması Türkiye’de siyaset üzerindeki…
Üç MHP milletvekilinin istifası haberi 20 Kasım akşam saatlerinde siyaset kulisine bomba gibi düştü. Beklenen…
Ankara’nın Nallıhan ilçesinde bulunan Çayırhan Termik Santrali’nde yaklaşık 500 madenci özelleştirme kararına karşı kendilerini maden…