Yeni kurulmuş bir vakıf üniversitesinin reklam sloganı, adayların üniversite tercihi zamanı tüm reklam panolarını donatmıştı: “Rahat ol, biz varız!”. Üniversiteye girmek stresli bir iş. Bu üniversite, öğrencilere “başka üniversitelere puanın yetmese de, biz varız” anlamına gelecek bir mesaj vererek, bir emniyet ağı oluşturduğunu müjdeliyordu. Bu slogan epey gündem oldu; biraz da tepki topladı. Her sınava giren üniversiteye girecekse sınava ne gerek var? Seçilen meslekle ilgili alanlardan hiç soru çözmeyerek üniversiteye girmek doğru mu? Bunun üzerine, YÖK, Temel Yeterlilik Testi TYT ve Alan Yeterlilik Testi AYT’ye barajlar koydu: TYT’den 150 alamayan tercih yapamıyor; AYT’den 180 puan toplayamayan da Eşit Ağırlık (EA), Sözel (SÖZ) ve Sayısal (SAY) ile girilen bölümlere yönelik tercih yapamıyordu. Bu baraj puanlar oldukça düşük puanlar olsa da, bunun etkisi, gelişmiş olanlar dışında vakıf üniversitesi kontenjanlarının yarıya yakın oranda boş kalması oldu.
Geçen hafta okuduğumuz gazeteci Barış Pehlivan’ın haberine göre, YÖK genel kurulu acil bir toplantı yapmış. Gündemin üniversite sınavındaki TYT ve AYT baraj puanlarının kaldırılması olduğu, toplantıdan 15 dakika önce açıklanmış. Zoom üzerinden yapılan toplantıda YÖK başkanı baraj puanların niye kaldırıldığına dair bir gerekçe, bir çalışma raporu sunmamış ve konunun tartışılmasına izin vermemiş. 20 dakika içinde karar alınmış. Öğrencilere verilen mesaj net: “Rahat ol, biz varız!”.
Peki sorun nedir? Baraj doğru muydu? Yanlış mıydı? Karar, şüphesiz pek çok kişiyi memnun edecektir: Kontenjanları boş kalan vakıf üniversiteleri, baraja takılan öğrenciler ve aileleri. Politik bakımdan, doğru bir karar olabilir. Sorun, yükseköğretim planlamasının yapılmaması.
Niye baraj koyduk; niye kaldırdık?
20 sene içinde üniversite öğrencisi sayımız 1,6 milyondan 8 milyona çıkmış. Nereden gelmiş bu artış? Çok sayıda yabancı öğrenci mi çekmişiz? Nüfusumuz mu artmış? Nüfusun üniversiteye gitme oranı mı artmış?
Önce kolay soruyu cevaplayalım: Üniversitelerimizde 180 bin yabancı öğrenci okuyor. Yani bu artış, yabancı öğrencilere atfedilemez.
Nüfusa bakalım: 2002 yılında Türkiye nüfusu 65 milyon. Üniversiteyi uzatmalarla yaklaşık 5 sene; üniversite çağı nüfusunu da 20-24 yaş arası nüfus kabul edelim. 2002’de 20-24 yaş arası nüfus 6 milyonun az üstünde. Nüfusun yüzde 9,4 gibi bir oranı üniversite çağında. Üniversite öğrencisi sayısı ise yaklaşık 1,6 milyon kişi. Yani 20-24 yaş arası nüfusun yaklaşık % 26’sı üniversiteye gidiyor.
Gelelim günümüze: TÜİK’in açıkladığı 2021 yılı Türkiye nüfusu 85 milyon kişi. Bu nüfusun 6.8 milyonu 20-24 yaş aralığında. Artık nüfusumuzun yüzde 8’i üniversite çağında, çünkü nüfusumuz yaşlanıyor. Peki üniversite çağındaki nüfusun yüzde kaçı üniversiteye gidiyor? Toplam 6.8 milyon üniversite çağı nüfusumuza, 180 bin yabancı öğrenciyi eklesek, yaklaşık 7 milyon ediyor. % 100 üniversiteye gidiyor desek bile, 8 milyona ulaşamıyoruz!
Üniversitelerimiz her sene yaklaşık 1 milyon kontenjan açıklıyor. Bunun yaklaşık yarısı 2 senelik ön lisans programları, yarısı 4 senelik lisans programları. Öte yandan, üniversite girişinde büyük bir yığılma var: Her yıl yaklaşık 2,5 milyon öğrenci sınava giriyor. Üniversiteye giremeyenler tekrar tekrar sınava giriyor. Üniversiteye girebilenler okuduğu bölümü beğenmiyor; terk ediyor; bir daha giriyor. Terk etmeyenler, okulu uzattıkça uzatıyor. Bir bölümü bitiriyor; başka bir bölüme başlıyor. Üniversitelerimiz, devasa bir işsiz deposuna dönmüş durumda. Öte yandan, TÜİK verilerine göre ülkemizde 1 milyondan fazla üniversite mezunu işsiz var. İş bulabilen şanslı mezunların önemli bir kısmı da, asgari ücretle işe başlıyor. Mezunlar, buldukları işlerden memnun değil; işverenler de nitelikli eleman bulamamaktan şikayetçi.
Yükseköğretim planlaması yapan var mı?
Ülkelerin nüfuslarının yüzde kaçının üniversite mezunu olduğuna dair istatistikler OECD tarafından yayınlanıyor. İstatistiklerde, 25-34 yaş arası nüfusun üniversite bitirme oranı ile benim içinde olduğum 55-64 yaş arası nüfusun üniversite bitirme oranı birlikte verilmiş. Türkiye için bu sayılar yüzde 35 ve yüzde 11. Yani, benim yaş grubumda, üniversite mezunu olanların oranı yüzde 11. Bu oran, geçtiğimiz 30 senede, % 35,3’e yükselmiş. Büyük bir başarı; bu oranın %34,9 olduğu Almanya’yı bile geçmişiz. Acaba daha ne kadar yükselebilir? Bir taraftan 1 milyondan fazla üniversiteli işsiz var. Demek ki aslında ülkemizin şu anda çok fazla üniversite mezununa ihtiyacı yok. Öte yandan, mezunların iş bulamaması, işverenlerin de çalışan bulamadığı şikayeti var. Demek ki ihtiyacımız, niceliğe değil, niteliğe yatırım yapmak; belli dallarda kapasiteyi artırmak.
Ülkemizin ne kadar üniversite mezununa ihtiyacı var? Hangi alanlarda? Bunu planlaması gereken kurum çalışmıyor. Yükseköğretimi planlamakla görevlendirilmiş kurumumuz çok meşgul; yükseköğretim kapasitesini artırmakla uğraşıyor: Hukuk alanında kapasite fazlası olduğu halde Boğaziçi Üniversitesi’ne apar topar hukuk fakültesi açıyor. Bir taraftan da sınav barajlarını kaldırarak vakıf üniversitelerinin iflas etmesini önlüyor; öğrencilere de “rahat ol, biz varız” diyor.