Geçen hafta Boğaziçi Üniversitesi’nden bir grup öğretim üyesi, Ankara’da Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı seçilen Erinç Sağkan’la görüştük. Erinç Sağkan ve ekibinin Aralık ayında Türkiye Barolar Birliği seçimlerini kazanması avukatlar arasında büyük sevinç yaratmış, umut olmuştu. Seçildikten sonra yaptığı açıklamada Erinç Sağkan “Hukuksuzluğa karşı çıkan bir TBB göreceksiniz” demişti.
Bir senedir Boğaziçi Üniversitesinde hukuksuz atamalar, görevden almalar, çoğunluk sağlamak için yeni fakülteler kurup oralarda hızla ve liyakatsiz kadrolaşma hamleleri, senatoyu, yönetim kurullarını mükerrer oylarla ele geçirme operasyonları, birbiri ardına geliyor. Öğretim üyeleri olarak üniversite özerkliğini ve akademik özgürlüğü ortadan kaldıran, üniversitenin kalitesini yerle bir eden bu uygulamalara karşı Danıştay nezdinde itirazlarda bulunduk. TBB’den somut alanda üç talepte bulunduk: 1. Verdiğimiz hukuk mücadelesinde destek olması, 2. Üniversitemizde hukuksuz bir şekilde kurulan hukuk fakültesine karşı çıkması; 3. Üniversite özerkliği ve akademik özgürlüğü sağlayacak yeni bir yükseköğretim kanununun hazırlanmasında öncü rol oynaması. Bu ziyaret bize de umut oldu.
Bir meslek üst kuruluşu olarak Barolar Birliği’nin önemi
Türkiye Barolar Birliği, ülkemizde görev yapan yaklaşık 150 bin avukatın meslek kuruluşu. İllerdeki baroların üst-kuruluşu. Bir meslek üst-kuruluşu olarak avukatların hakları, sorumlulukları, eğitimleri hakkında görevleri var. Bunun yanı sıra, anayasa ve yasalarla verilmiş diğer önemli görevleri var: Tabii ki hukuk eğitimi ile ilgili konular, örneğin, bir hukuk fakültesi açılması, görev alanına giriyor. Ancak bunun da ötesinde görevleri var: Örneğin, “Kanunların memleket ihtiyaçlarına uygun olarak gelişmesi ve yürütülmesi yolunda dileklerde, yayınlarda bulunmak, gerekirse ön tasarılar hazırlamak”. Ya da, “Hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmak ve korumak, bu kavramlara işlerlik kazandırmak”.
Muhtemelen bu derece hassas görevleri olduğu için, kontrol altına alınmak isteniyor. 2020 yılında, “Çoklu baro” yasa değişikliği ile, illerde birden çok baro kurulmasına imkan tanındığı gibi, TBB seçimlerinde oy kullanacak delege sayıları, az üyeli barolar lehine, İstanbul, Ankara, İzmir gibi çok üyeli barolar aleyhine değiştirildi. Öyle ki, 50 binin üstünde avukat üyeye sahip olan İstanbul barosu 13 delege ile temsil edilirken, 100’den az üyesi olan barolar 3 delege ile temsil ediliyor. İstanbul’da 3800 kişiye bir delege; küçük bir ilde 30 kişiye bir delege: Haksızlığın bu boyutu görülmemiştir. Bütün bunlara rağmen, belki de bu derecede haksızlık kabul edilmediği için, Aralık başındaki seçimlerde Ankara Barosu başkanı Erinç Sağkan Barolar Birliği başkanı seçildi.
TBB Başkanı Erinç Sağkan ile görüşme
Biz de bunun için, Boğaziçi Üniversitesi’nden bir grup öğretim üyesi, İstanbul’dan yola çıkıp, Ankara’ya TBB’ye gittik. Üniversitemize yapılan müdahalelerle üniversite özerkliği ve akademik özgürlüğün nasıl yok edildiğini anlattık; bunlara karşı verdiğimiz hukuk mücadelesinde TBB’nin yanımızda durmasını istedik. Hukuksuz bir şekilde kurulmuş hukuk fakültesine, hukuk eğitiminin bu derece özensiz, bu derece ilkesiz olmasına karşı çıkmasını istedik. TBB’den başka bir şey daha istedik: Bir üniversite kanununun hazırlık çalışmasına önderlik etmesini.
Cumhuriyet devrinde neredeyse her 10 yılda bir üniversite kanunları çıkarılmış: 1924, 1933, 1946, 1960, 1973 ve 1981. Sarkaç’taki yazısında Ayşın Baytan Ertüzün, bu kanunları üniversite özerkliği açısından incelemiş. Akademik/bilimsel ve yönetsel özerklik, kanunlarımıza 1946 kanunu ile giriyor. 1961 anayasası ile bu özerklikler anayasanın teminatı altına giriyor. 1973 kanunu, özerklikleri korurken, ilk defa Yükseköğretim Kurulu (YÖK) kanuna giriyor. Ardından ise, bilimsel olduğu kadar yönetsel olarak da özerkliği yok eden 1981 tarihli 2547 sayılı kanun geliyor.
Miadını doldurmuş bir kanun: 2547 sayılı yükseköğretim kanunu
2547 sayılı yükseköğretim kanun, 40 senesini tamamlamış, miadını doldurmuş bir kanun. İlk yazıldığında da hatalı bir kurguya sahipmiş: 12 Eylül darbe yönetimi altında, üniversiteleri zapturapta almak için geliştirilmiş: Adeta Ankara’da tek bir üniversite genel müdürlüğü varmış; tüm üniversiteler de onun taşra teşkilatlarıymış gibi bir anlayışla yazılmış. Üniversitelerin iç yapıları, bunların görev ve yetkileri yeterince tarif edilmemiş; rektöre çok büyük yetkiler verilmiş. Aradan geçen 40 yılda da, delik deşik olmuş; mülga kararlardan, eklerden, iptal ve değişikliklerden geçilmiyor. Üstelik kimse de zahmet edip bu kanunun açıklamalı yorumunu yazmamış: Mahkemeler bir konuda kanunda aradıklarını bulamayınca YÖK’ten açıklama istiyor. Oysa biz zaten YÖK’ü dava ediyoruz: YÖK hem davalı, hem içtihat makamı olamaz; ama oluyor. Bizim dava ettiğimiz yanlış uygulaması hakkında, “kanun böyle yorumlanmalıdır” diye ahkam kesen yine YÖK.
Muhalefet partileri, YÖK kaldırılacak, üniversite özerkliğini sağlayacak yasal düzenlemeler yapılacak diyorlar. Üniversite özerkliği için, bilimsel, yönetimsel, malî ve insan kaynakları açısından özerklik gerekiyor. Bugün üniversiteler bunların hiç birine sahip değil. Bu başlıkların her birinde üniversitelerin özerkliğini sağlayacak düzenlemelerin yanı sıra, şeffaflığı, hesap verebilirliği de sağlayacak mekanizmaları, yasal düzenlemeleri düşünmek, tasarlamak gerek. O zaman bunun nasıl yapılacağını düşünmenin zamanı: TBB’den bu konuda bir komisyon kurması ve hazırlıklara başlamasını istedik. Aldığımız olumlu karşılık bizlere ülkemizde demokratik ve özerk üniversitenin geleceği açısından umut verdi.