Daha birkaç gün önce zeytinliklerin karşı karşıya olduğu tehdit üzerine yazmıştım. Durumun ehemmiyeti basında henüz dile gelmişken ve tartışılırken şimdi de farklı bir değişiklikle karşı karşıya kaldık. Bilimsel çalışmalar için ayrılan ve yapılaşmaya kesinlikle izin verilmeyen kesin korunması gereken hassas alanlar, yani sit alanları ve doğa açısından önemli alanlar “kamu yararı” gerekçesiyle altyapı yatırımlarına açıldı; mutlak yapılaşma yasağı bu alanlar için tamamen delindi.
Peki, bu noktada “kamu yararı” nerede? Hep söylüyorum, bir kez daha tekrarlıyorum, kamu yararı ancak ve ancak bu alanların şartsız koşulsuz korunmasıyla mümkün olur. Hep böyleydi, ama politikacılar ısrarla durumu anlamıyor, görmüyor. Dünya şiddetli sinyal veriyor, ama kulak vermiyoruz. Artık Anadolu diye tanımladığımız bu eşsiz coğrafya sinyal vermekten öteye geçti. Kuruyan göller, yok olan türler ve değişen ekosistemler sonucu Anadolu’nun doğal varlıklarını kaybediyoruz. Analar hep affeder mi? Bilmiyorum, ama bildiğim Anadolu bizi, özellikle de mevcut yönetimi affetmeyecek. Bilançoyu da bizden sonraki genç kuşak ödemek zorunda kalacak.
Zeytinliklerden sonra hassas alanlar
Zeytinliklerin enerji amaçlı madenciliğe açılması tartışılırken 5 Mart 2022 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan yeni yönetmelik bir anda her yerde haber oldu. Kesin Korunacak hassas alanlar da yapılaşmaya açıldı. Kesinlikle korunması gereken alanlar artık kesinlikle korunamayacak.
Haberi gördüğümde zeytinlikler için ses duyurmaya çalışan bizlerin yine sesimizi duyuramadığını düşündüm. Mevcut yönetmelik değişimiyle sürdürülebilir bir doğal yaşamı geri dönüşümsüz olarak sürdürülemez düzleme getirmeye, yani yok etmeye doğru itiyorduk. Doğal alanlarımızı içinde olduğumuz kriz çağında korumak zorundayız. Nasıl bir kriz mi? Biyoçeşitlilik ve iklim krizleri ile iç içe yaşıyoruz ama ne yazık ki olan bitenin farkında değiliz. Ne kadar zayıf bir tür olduğumuz burdan belli, zekamız bizi çevremize üstün bir hale getirirken artık bunu da kaybediyoruz. Yaşadığımız coğrafyayı yaşanmaz bir coğrafyaya doğru sürüklüyoruz.
Türkiye bir varlık ve bereket ülkesiydi
Türkiye, yaşadığımız gezegendeki toplam 34 “biyoçeşitlilik sıcak noktasının” üçünü (Akdeniz, Kafkasya ve İran-Anadolu) aynı anda barındırmasıyla dikkat çeken bir coğrafya. Elimizdeki bu bilgi Türkiye’nin dünya ölçeğinde ne kadar önemli olduğunu kanıtlamakla birlikte ülke içinde gerçekleştirilecek her türlü koruma çalışması için de gerekli olan önsel bilgiyi bize sağlıyor esasında.
Bu sıcak bölgelerin içinde ne tür bir biyoçeşitlilik var diye soracak olursak da karşımıza son 20 yıl içinde yayınlanmış çok önemli kaynaklar çıkıyor. Mesela, Türkiye’nin “Önemli Kuş Alanları” ve “Önemli Doğa Alanları” kitapları biyolojik varlıklarımızın ve önemli alanlarımızın envanterini ortaya koyan önemli yayınlar arasında. Bu kaynaklara göre Türkiye’de 305 Önemli Doğa Alanı tanımlanmış. Toplam 20 milyon 280 bin 149 hektar büyüklükte olan bu alanların tamamı Türkiye’nin yüzde 26’sını kapsamaktadır. 305 alanın 292’si küresel ölçekte bir veya daha fazla tür grubu için önem taşımaktadır. Bir alanın önemli doğa alanı olarak tanımlanmasına neden olan 2246 farklı tür Türkiye içinde bulunuyor. Bu türlerin devamlılığı için yaşam ortamlarının korunan alan statülerinin devamlılığı çok önemli. Çünkü 451 canlı türünün dünyada sadece Türkiye’de tek bir alanda yaşadığı ve bu alanda da tehlike altında olduğu belirlenmiştir. Yani, Türkiye sahip olduklarıyla bir varlık ve bereket ülkesi gibi. Ve bu noktada sahip olduğumuz doğal yaşam ve onların yer aldığı bu alanların pek çoğu sit alanı statüsünde.
Mevcut çevre politikaları en büyük tehdit
Doğal ve kültürel öneme sahip sit alanları üzerindeki tehditlerin başında yapılaşma, enerji üretimine yönelik su politikaları ve bu çerçevede yapılan büyük barajlar ile tarım alanlarını genişletme, sulama ve kurutma çalışmaları gelmektedir. Bu çalışmalar sonucunda son yıllarda pek çok alanı kaybettik, bir kısmının da ekolojik bütünlüğü büyük ölçüde zarar gördü. Bir diğer yandan, özellikle büyük kentlerin yakınında ve Ege ile Akdeniz kıyılarında plansız yapılaşma birçok sit alanının geri dönüşümsüz yok olmasına neden oldu. Yeri gelmişken elimizde kalan önemli sulak alanlardan Bargilya Tuzlasının yapılaşma sonucu karşı karşıya olduğu yok olma tehdidini hatırlatmak isterim, an itibariyle en güzel örneklerden biri.
“Kamu yararı” hassas alanları korumakla mümkün
Artık hassas alanlar, yani sit alanları ve önemli doğa alanlarının neredeyse toplamda dörtte birinden fazlası “Çok Acil” veya “Acil” statüsünde yer almakta. Bu alanların tamamen veya kısmen yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu bir kez daha belirtmek faydalı olacak. “Kamu yararı” olarak tanımlanan şey bu alanları korumakla mümkün olacak; çünkü, bu alanlara dokunmadığımız zaman küresel ısınmayla ve biyoçeşitlilik kayıplarını önleyeceğiz, sürdürülebilir tarımı mümkün hale getireceğiz ve geleceğimizi güvence altına alacağız.
Tutarlılıkla söylediğim şeyi tekrarlıyorum, doğal varlıklarımızı geri dönüşümsüz kaybediyoruz. Emin olun, yeni yönetmelik değişimiyle bu kayıplar hızlanacak ve çevremizdeki problemlerle mücadele gücümüz düşecek. Sonrasında da bizler bulunduğumuz coğrafyada yaşam hakkımızı kaybedeceğiz, buna itiraz dahi edemeyeceğiz. Başta söylediğim gibi, Anadolu bizleri affetmeyecek. Sonuçta bugün bu kararları alan politikacılar bile çözüm üretemeyecek; zaten doğal yaşam söz konusu olduğunda neyi çözdüler ki?