Çocukluğumdan ilk hatırladığım gazete başlıklarından biri “Dur tarih vur Türkiye”dir. Yanlış anlamayın, savaşa girmiştik de o yüzden bu başlık atılmış değildi. Türkiye Futbol Milli Takımı, ertesi gün Avusturya ile maç yapacaktı. Gülmeyin, çok okunan gazetelerden birinin maç anonsu sayfasında koca puntolarla atılmıştı bu başlık. Aslına bakarsanız, tamamen boş bir laf değildi, kimi bilgi kırıntıları içeriyordu. Avusturya ile tarihi bir meselemiz vardı. Başkentlerini iki kez kuşatmış, alamamıştık. Şimdi üçüncü defa Viyana surları önlerindeydik. Öyleyse tarih durmalı, Türkiye vurmalıydı. Seslendirme imkânı olsa, bir de mehteri verebilselerdi tamamdı.
Sonuç mu? Yazık ki, tarih durmamış, tekerrür etmişti. Bir kez daha yenilip geri dönmüştük Viyana önlerinden. Ama olsundu, bizde hamaset, duygu sömürüsü biter miydi? Bir dahaki maça başka bir hikâye yazardık. Ama biz yazmaktan, adamlar bizi yenmekten yorulmadılar.
Ne zaman vatan-millet edebiyatı yapılıyorsa…
Bakın, Galatasaray’ın Barcelona ile deplasmanda berabere kalması neredeyse tüm yurtta ve dış temsilciliklerde kutlanacak. Tek bu durum bile futbolumuzun bulunduğu yeri izah etmeye yeterli. Kafa bu olunca, bu seviyeden yukarıya da çıkamıyorsun işte.
O maçın canlı yayınında Ertem Şener isimli spikerin hamaset dolu anlatımını dinledikçe Türkiye’de her şey düzelse bile maç spikerliğinin taş devrinden kurtulamayacağına olan inancım bir kat daha arttı. Şahsın meslek kalibresi, geçmiş yayın skandalları bu yazıya sığmaz, biz konuya geniş açıdan bakmaya çalışalım.
Yalnız bilin ki, ne zaman, olmadık yerde, “Vatan, millet, ezan, bayrak” edebiyatı yapılıyorsa arkada başka şeylerin üstü örtülüyordur. Size kutsal bildiğiniz değerler pompalanıyorken, mutlaka ya bir başarısızlık gizleniyor, ya cepler, kasalar dolduruluyor, ya da gizli saklı başka bir düzen yürütülüyordur. Sporda da bu böyle, ekonomide de, siyasette de…
Can acıtan rakamlar
“Dini imanı para” şu dünyada, elbette sportif başarının yolu, hamasetten, “doldurboşalt edebiyatından” değil, yeşil dolarlara, avrolara sahip olmaktan geçiyor Sporda sırf yeteneğin kazandığı dönemleri geride bırakalı yarım asır oluyor. Ne kadar paran olduğunla ölçülüyorsun.
Aslında, “Biz futbolda neden gerideyiz” diye sızlanırken, “Hangi konuda ilerideyiz ki?” diye düşünerek başlamak lazım. Diğer acıtıcı rakamları aşağıda yazacağım. Şu çarpıcı örnekle başlayayım. Futbol devi Almanya’nın kişi başına geliri seninkinin en az 5 katı. (Pandemi öncesi, 2020’de 46 bin 216 dolara, 8 bin 610 dolar. Bu arada, TÜİK’e inanırsan, bizimki 2021’de 9 bin 150 dolara çıkmış ama yine 5’te 1’i kadar.)
Elbette ülkelerin milli gelir sıralamasıyla, milli takımlar ya da kulüplerin başarı sıralaması bire bir örtüşmüyor. Güney Amerika ve birkaç başka istisna var… Çünkü işin içine paranın yanında başka birçok faktör giriyor. (Ancak temel belirleyicinin para olduğu aşikâr. Avrupa’nın en büyük beş liginin ev sahibi, İngiltere, Almanya, İspanya, Fransa ve İtalya, aynı zamanda kıtanın refah düzeyi sıralamasında da en üst sıralarda.
Dönüp aynaya bakınca
Şimdi, insan sormadan edemiyor. Mesela, uçak mı yapıyorsun, telefonu ya da televizyonu mu icat ettin, sağlık, eğitim sorununu mu çözdün? Hayır mı? E o zaman niye futbolda ileri gidemediğine yanıyorsun? Tamam, bunları yapamayıp da sporda yüzü gülen istisnalar var dedik ama sen aklını kullanmadığın için onu da beceremiyorsun.
Bak, “Sanayi toplumu olacağım” dedin, olamadığın gibi, tarımda kendine yetme özelliğini kaybettin. “İleri demokrasi” dedin, 1 Mayıs’ta işçileri, 8 Mart’ta kadınları copladın. Birkaç ay öncesine dek “Canımız, ciğerimiz sağlık çalışanları” diye övdüğün doktorlara, 14 Mart bayramlarına birkaç gün kala kapıyı gösterdin. “Tutuksuz yargılama esastır” dedin, hırsızı, mafyayı, çocuk tacizcisini bırakıp, ağzını açan gazeteciyi içeri tıktın.
Petrol, gaz dışında her şeyin bulunduğu bir ülken, böyle dinamik nüfusun var, ama dünya milli gelir sıralamasında 74’üncüsün. Basın özgürlüğü listesinde, “Kabile devleti” dediğin Afrika ülkelerinin bile arkasında, 153. sıradasın. Yine dua et ki, milli takımın FIFA’da 37.’liği görmüş! “200’ün üstünde üniversitem var” diye övünüyorsun ama bilimsel araştırma sıralamasında 20’inciliği bile göremiyorsun.
Özetle milli gelir, ekonomi, demokrasi, tıp, basın özgürlüğü liglerinde diplerdesin, dünya futbol liginde birinci olma hayali kuruyorsun.
Zincirin halkaları
“Bu kriterlerle futbolun ne alakası var” diyenler çıkabilir… Oysa bunların hepsi zincirin birer halkası. Üretemezsen ekonomik refaha kavuşamıyorsun, tarım arazilerine bina dikince ay çiçek yağı bulamıyorsun, buğdayı bile dışarıdan alıyorsun. Özgürlük olmadığında, daha iyi ekonomin de olmuyor. Çünkü kimse doğru politikayı göstermeye cesaret edemiyor. Doktorlarına araştırma bütçesi vermez, bir de “Güle güle” dersen, aşıyı başkasından satın alıyorsun.
Neyle övünüyorsun? Yolcu ve geçiş garantisi ile maliyetini milletin sırtına yüklediğin boş havalimanları, köprüler, otoyollarla… İyi de bunlar karın doyurmuyor. Daha insanların yiyebileceği havalimanı, köprü, otoyol icat edilemedi, sofraya konulacak ekmek ise uzun kuyrukların ucunda.
Sporun müteahhitlerle imtihanı
Zincirin halkaları demiştik değil mi? Şu geçiş garantileriyle zengin ettiğin müteahhitleri dolar milyarderi yapmak yetmiyor, bir de sporun başına getiriyorsun. Neden? “Sporu, hele de futbolu boş bırakmak olmaz. Orası da benim olsun” diye…
Güya spor branşlarının federasyon başkanları seçimle geliyor. Ama bakın bakalım, bir tane iktidarın “Bu seçilecek” demediği başkan var mı? Kimi yandaş müteahhit, kimi danışman, kimi partili, kimi de sempatizan ya da öyle görünmek zorunda.
Örneğin, mevcut Futbol Federasyonu Başkanı (Nihat Özdemir), acaba hangi bilgisiyle, görgüsüyle, spor kariyeriyle bu koltukta oturmaktadır? Önceki başkan (Yıldırım Demirören) hangi özellikleriyle bu göreve getirilmişti? Liyakat denilen değeri çoktan mezara gömdük, şimdi kemiklerini sızlatıyoruz.
Hadi diyelim sen yaptın oldu. Peki, neticede bir başarı var mı? Bu müteahhitler, kendi kasalarını doldurmadaki maharetlerini futbolda gösterebilmiş mi?
Futbol ve ticaret
Buyurun size birkaç cevap:
-100 yıla varan futbol mazinde, Galatasaray’ın UEFA Kupası, Milli Takım’ın dünya 3’üncülüğü dışında tek başarın yok. Onlar da 20 yıl öncesinde kaldı, devamı gelmiyor.
-Daha geçen yıl, Avrupa Şampiyonası’ndan sıfır çekerek, turnuvanın en kötü takımı olarak döndün.
– Kulüplerin senelerdir Avrupa kupalarına ilk turlarda veda ediyor. Bir deplasman beraberliğine bayram eder haldesin.
– Liginin adı süper, kendisi emekli yabancılar cenneti. Kulüplerin borç batağında yüzüyor, UEFA’dan transfer yasağı alıyor.
– Merkez Hakem Komitesi Başkanı, Federasyon Başkanı’nın şirketinin taşeronu çıkıyor, hangi hakemin kimin adamı olduğu tartışmaları arasında kimse çalınan düdüklerin adaletine güvenmiyor.
– Hakemlere operasyon yapıp, kimilerini dışarı atıyorsun, görev verdiklerinin ikisi, daha ilk haftadan maçlardan çekiliyor. Yayın ihalesinden, tribündeki taraftar sayısına, yasa dışı bahis ve kara para olaylarına varana kadar daha onlarca madde yazılabilir.
Peki, ballı devlet ihaleleriyle başlayıp, spor yönetimini parsellemeye varan bu ilişkileri sorgulayan, yazan, çizen söyleyen, hiç çıkıyor mu?
Çıkıyor ama, anında sistem dışına itiliyor. Sistemdekiler ya başını kuma gömüyor. Ya da devletin televizyonundan maaş alırken federasyon başkanına danışmanlık yapıyor. Veya iktidar sahipleriyle ticari iş kotarıyor. Halkalar nasıl başarısızlık zincirini oluşturuyor gördünüz mü?
Fener buradaysa Bayern orada
Ekonomi ile sportif başarının ne kadar örtüştüğüne dair biraz rakam, istatistik verirsem, meramım daha iyi anlaşılır diye düşünüyorum. Örneğin, Türkiye’nin en popüler kulübü Fenerbahçe ile Almanya’nın en önde gelen kulübü Bayern Münih’in durumlarına bakalım.
2021’e girerken, Bayern Münih’in geliri 634 milyon Euro olarak gerçekleşmiş… Fenerbahçe’nin 2021 geliri ise 1 milyar 522 milyon Lira’da kalmış.
Oynak kur nedeniyle hesap karışmasın diye Euro’nun 2021 ortalama değerinin 10 lira civarında olduğunu düşünelim. Bu durumda Fenerbahçe’nin gelir 152 milyon Euro oluyor. 634 milyon Euro, 152 milyon Euro’nun kaç katı? Yaklaşık 4.17 değil mi? Bir şey hatırlattı mı bu? Hemen hemen, Almanya ile Türkiye arasındaki milli gelir farkı kadar değil mi? Ekonomik kazanımda 5, futbol gelirinde 4 kat ilerimizdeler… İşte size, genel ekonomi ile spor ekonomisi arasındaki ilişki ve o meşhur zincirimiz…
Buradan hareketle sportif başarı durumuna bakalım… Fenerbahçe’nin uluslararası düzeyde kupası var mı? Hemen “Yok”, demeyin. Beğenin, beğenmeyin, bir zamanlar değerli olan bir adet Balkan Kupası var (1967). Ya Bayern Münih’in? Tam 10 Avrupa Kupası var. Fark ne oldu? 4-5 kattan 10 kata çıktı mı?
Biz yaya, eller aya değil, artık Mars’a
Sizi rakamlara boğmak istemiyorum ama boşa yazmıyorum diye bilin istiyorum.
Size Deloitte’in, “2021’e Başlarken Avrupa ve Türkiye’de Futbol Ekonomisi” raporundan bazı istatistikler vereyim de, bu rakamlar ortadayken hamasetle işler yürür mü, yürümez mi daha iyi anlayın.
Futbol Para Ligi’nin ilk sıralarında yer alan takımların geçen yılki gelirleri şöyle:
Barcelona: 715,1 milyon Euro
Real Madrid: 714,9 milyon Euro
Bayern Münih: 634,1 milyon Euro
M. United: 580,4 milyon Euro
30 kulübün sıralandığı bu para liginde hiçbir Türk Kulübü yer almıyor. Geçtiğimiz yıllarda alt sıralarda da olsa listeye girebilen Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş, son dönemde liste dışı kaldılar. Yani zaman aleyhimize çalışıyor.
Paranın sportif başarıya nasıl yansıdığını bu lig üzerinden anlatalım. Aynı rapora göre, o sezon:
-Şampiyonlar Ligi’nde son 16’ya kalan kulüplerin 11’i Futbol Para Ligi’nde yer alıyor.
-8 Futbol Para Ligi Kulübü, Avrupa Ligi’nde son 32’ye kalmış.
-Büyük kısmı, kendi ülkelerinde şampiyon olmuş,
Her yıl Şampiyonlar Ligi veya Avrupa Ligi’ni Futbol Para Ligi’nin ilk sıralarındaki zengin kulüplerin kazandığını söylemeye ise gerek yok.
Kriterlerin hangisi bize uygun?
Rapor, para liginde öne çıkan ülkelerin bazı ortak özelliklerini şöyle sıralıyor.
-Büyük nüfuslara sahipler.
-Kişi başına milli gelirleri yüksek.
-Milli takımları başarılı.
-Kadro değerleri açısından en pahalı liglere sahipler.
-Dünyanın en önemli futbolcularının yüzde 90’ı bu liglerde oynuyor.
-Hepsi endüstriyel futbolu yaratan ve hayata geçiren ülkeler.
-Bu ülkelerin lig maçları, dünya çapında takip ediliyor.
“Bu temel özelliklerden hangileri bizde var” diye düşünün. Ama fazla da yorulmayın, ben size beş büyük lige sahip ülkeler (İngiltere, Almanya, İspanya, İtalya, Fransa) ve büyük kulüpleriyle aramızdaki bazı uçurumları sıralayayım:
-Bu ülkeler, Türkiye’ye göre daha zengin ve daha büyük ekonomilere sahip.
-Şirketleri ve vatandaşları bizimkilere göre daha varlıklı. Bir şirket bir kulübe sponsor olduğunda bize göre daha fazla para verebiliyor. Taraftarın alım gücü onlarda fazla olduğundan kulüplerinin bilet, forma vb gibi gelirleri de daha yüksek.
Başka ölçütler de var
Başlıca Avrupa kulüpleri, Avrupa kupalarına her yıl düzenli katılım sağlıyor. Bazıları Şampiyonlar Ligi’ne adeta abone. Çoğu seri başı olduğundan daha zayıf rakiplerle eşleşip eleyebiliyorlar. Turnuvalarda yola devam edince de gelirleri artıyor.
-Döviz kuru etkisi sürekli aleyhimize işliyor. Avrupa kulüpleri Euro ve Sterlin olarak kazanırken, bizim paramızın değerinin düşmesi daha baştan hanemize eksi yazıyor.
-Sadece kendi ülkelerinde değil, dünya çapında yarattıkları marka nedeniyle, her yerde ürün satıp gelirlerini artırabiliyorlar.
-Naklen yayın gelirlerinde aramızda korkunç farklar var. 2021 Para liginin lideri Barcelona’nın toplam kazancının yüzde 34’ünü (yaklaşık 210 milyon Euro) naklen yayın gelirleri oluşturuyor. Bu rakam, Türkiye’de bütün yayın ihale bedelinin neredeyse yarısına denk geliyor. Ama bizim gariban kulüplerimiz ihaledeki paraları da doğru dürüst alamıyor. Her yeri parselledikleri gibi futbola da giren “hatırlı dost” Katarlılar, dövizle aldığı ihale bedelini tam vermemek için olmadık şeylere giriyor. Dolar çok yükseldi diye, bu ülkede “Digitürk kuru” diye bir şey icat edildi. Başka söze gerek var mı?
Kendimizi nereye kadar kandıracağız?
Daha uzatmayayım… İçi boş, akıl dışı, “Dur tarih vur Türkiye” gazlamalarının, geçerliliği yok. Bir slogan lazımsa, o, “Dur hamaset, vur gerçekler”dir. Ve bu gerçekler senelerdir kafamıza kafamıza vururken, şapkamızı önümüze koyup düşünmemiz gerekiyor.
Ülke yabancı askerlerce işgal edildi de, futbolcularımız sahada süngü taarruzuna kalksın, gibi bir durum yok. Gerçekte söz konusu olan başka türlü bir işgal. Onu da sahadaki futbolcuların koşturması ya da televizyon spikerlerinin taş devri doldur boşaltlarıyla halledemeyiz. Biz ancak kendimizi kandırıp yerimizde sayar, hatta geri giderken, Avrupalı, parasıyla üstümüzde tepiniyor.