Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, İYİ Parti lideri Meral Akşener’in açtığı Abdülhamid tartışmasına en yanlış yerinden girdi. Mesela İkinci Abdülhamid’in reformcu kişiliğinden girebilirdi. Türkiye’de ilk eğitim reformunun onun zamanında başladığından, Anadolu ve Rumeli’yi softaların şiddetli tepkisine rağmen saat kuleleri ve taş mekteplerle donattığından, ilk defa kızların eğitimi için okullar açtığından da girebilirdi, 1876’da Birinci Meşrutiyet ile ilk Anayasa ve Meclis’i kurduğundan da.
Ama bu konular dünya fatihi Osmanlı Halifesi yanılsamasına uymazdı.
Tuttu, “33 yıl ‘hasta dev’ diye takdim edilen Osmanlı’yı bir karış toprak kaybetmeden yöneten Sultan Abdülhamid” bahsinden girdi, “ecdad, tarih ve değer düşmanlığından” çıktı.
Akşener’in önce TBMM Grup toplantısında Abdülhamid adını anmadan “istibdad” yani baskı rejiminden söz etmesi ve onu deviren İttihat ve Terakki’nin “Parola vatan, işareti namus” sloganından söz etmesi, ardından Halk TV yayınında “Bugünün Abdülhamid’i Erdoğan’dır” demesiydi. Erdoğan için belki Atatürk değil ama Abdülhamid deyince akan sular duruyordu, ama işte gitti en zayıf yerinden tuttu.
Abdülhamid ve inanılmaz toprak kaybı
Abdulhamid dönemindeki ilk toprak kayıpları arasında, izleriyle bugün de Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli dış politika sorunlarından biri olan Kıbrıs vardır.
Kıbrıs adası Rusların Ayastefanos’a, yani Yeşilköy’e kadar gelip, Abdülhamid’in Üsküdar’a taşımaya hazırlandığı Payitaht’a girmesini, durdurmaları karşılığında 1878 Berlin Anlaşmasıyla İngilizlerin kontrolüne verildi.
Aynı anlaşmayla Kars, Ardahan, Batum Rusya tarafından alındı; bugün övünülen taş konakları onlar yaptı. O çerçevede bugünkü Romanya, Bulgaristan, Makedonya Rusya’nın kontrolüne, Bosna-Hersek Avusturya-Macaristan kontrolüne girdi. Girit’in özerklik alması Ermeni meselesinin ucu bugünlere uzanan şekilde tırmandırmaya başladı.
Devasa tarihi ve coğrafyasıyla Mısır ve Tunus Fransa egemenliğine girdi. Afrika’da ayrıca Habeşistan (bugünkü Etiyopya) ve Sudan üzerindeki kontrol elden çıktı.
Tarih yazarı Murat Bardakçı hesaplamıştı, Abdülhamid zamanında 1 milyon 592 bin 806 kilometre kare, yani hemen hemen bugünkü Türkiye yüzölçümümün iki katı toprak kaybedildiğini.
Göçler, dış borçlar, bankerler
Sadece toprak kaybı değildi Abdülhamid dönemine damgasını vuran. İmparatorluk Türkiye’sinin Osmanlı Hanedanı altında her bakımdan çöküşü başlamıştı.
Balkanlardan 800 bin, Kars, Ardahan Batum’dan 300 bin kadar Türk ve Müslümanın – o günkü nüfusa göre müthiş bir çokluktur- İstanbul ve elde kalan topraklara göçü başladı. O dönemde Balkanlarda katledilen Türk, Boşnak, Arnavut, Makedon, Pomak gibi diğer Müslüman ahalinin kesin sayısı belli değildir.
Abdülhamid para işlerinden anlardı. Şehzadeliği zamanında ticaret ve bankacılıkla uğraşarak tahta çıkana kadar 100 bin altın şahsi servet yaptığını Abdülhamid hakkında gayet itinalı bir lisan kullanan Diyanet Vakfının kapsamlı İslam Ansiklopedisi yazar. Ecdadının saraylar yaptırmaya, itibar zannettikleri lüks ve debdebeyle batırdığı devlet bütçesini kurtarmak için, (Rostchild dahil) bankerlerin baskısıyla bulduğu çözüm, 1881’de imzaladığı meşum Muharrem Kararnamesi ile gümrükten tuza, ipekten tütün ve alkole vergi toplama yetkisini yabancılara devrettiği Düyunü-u Umumiye sistemidir. Bu borçlar, 1950’lere kadar genç Türkiye Cumhuriyeti’nin kıt kaynaklarından ödenmiştir.
İsrail ve Filistin
Balkanlarda Rusya’ya terk edilen topraklardan yalnız Müslümanlar değil Yahudiler de göçe zorlanmıştı. İflas halindeki Osmanlı Hanedanından yerleşim izni ve toprak satın alınması fikri o dönem ortaya atıldı. O dönem dünya Yahudiliğinin hâmisi sayılan Rotschild ailesi Filistinde, Payitaht kontrolündeki ilk araziyi 1882’de Abdülhamid döneminde alarak Yahudi yerleşim alanları kurdu. Tel Aviv (Odessa ve Varşova şehir planları temel alınarak) 1903’te Yafa yakınlarında bir toplu konut ve kentsel dönüşüm projesi olarak başladı, 1906’da başlayan inşaat 1909’da Abdülhamid’in tahttan indirildiği yıl yerleşime açıldı.
İsrail Devleti’nin kuruluş temelleri yine Rotschild ailesinin İngiliz hükümetine verdiği borçlar üzerine şantaj yaparak yayınlattığı 1917 Balfour Deklarasyonu ile atılmaya başladı.
Abdülhamid’in hayran oldukları dış politikasının her boyutunu bilelim diye yazıyorum..
İstibdad ve ihtilal
Saltanat ve hilafet hayranları Abdülhamid dönemindeki nüfus kayıplarından, toprak kayıplarından, bugünlere miras bıraktığı dış politika ve ekonomi sorunlarından söz etmeyi sevmezler. Keza Abdülhamid’in askeriye ve eğitim alanındaki reformlarından söz etmeyi de sevmezler. Tarihin tahrifi ile gençlere bir yanılsamayı satmaya, dayatmaya çalışırlar.
Abdülhamid döneminde Türk İmparatorluğunun iç yönetimi de çöküş halindedir. Abdülhamid’in bir reformist olarak çıktığı tahttan nasıl bir despot olarak uzaklaştırıldığını anlamak için yukarıda andığımız Diyanet Ansiklopedisindeki maddeyi okumak dahi yeterlidir. Saltanat ve hilafet özlemcilerinin pek meraklı olduğu istihbarat örgütünün halka karşı kullanılması, resmî MİT tarihinde dahi eleştirel bir dille, Yıldız İstihbarat Teşkilatı diye anılır.
İstibdad, Abdülhamid’in baskı rejimi anlamına kullanılır. Bu rejimi bugüne ulayarak Erdoğan rejimiyle benzeştiren Akşener’e Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olarak gösterdiği “ecdad ve tarih” tepkisi hem yanlış hem üzücüdür. Bunu darbe özlemciliği olarak saymak da yanlıştır. Birincisi 1908 darbe değil, devrim niteliğindedir. İkincisi, seçim dışında bir seçenekten bahseden yok ki; herhalde seçim istemek darbecilik sayılmaz, değil mi?