Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden hiçbir gerekçe olmaksızın geri çekilmesine sebep olan Cumhurbaşkanı kararının iptali istemiyle açılan davaların esastan görüşüldüğü dördüncü duruşmada bir kez daha Danıştay’daydık.
23 Hazirandaki duruşma öncesinde Eşitlik İçin Kadın Platformu’nun (EŞİK) Danıştay bahçesinde basın açıklaması yapması engellendi. EŞİK gönüllüsü Avukat Hülya Gülbahar bu konudaki eleştirisini Mahkeme Başkanı’nın dikkatine şu sözlerle sundu:
“Bu sabah Danıştay önünde inanılmaz bir psikolojik şiddet ve baskıyla karşılaştık. İfade ve basın özgürlüğümüz gasp edildi, toplantı yapma hakkımız gasp edildi. Barışçıl basın toplantısı yapmak yerine, emniyet güçlerinin psikolojik terörüne, manipülasyonuna maruz kaldık, emniyeti kınıyorum.”
EŞİK’in organizasyonun da etkisiyle, farklı illerden gelen katılımcılar salonu doldurmuştu. Duruşmada söz alan her bir davacı ve vekili, çalışılmış, çok iyi hazırlanılmış konuşmalarıyla Türk Hukuk Tarihi’ne bir kez daha not düştüler.
Samsun, Amasya, Antalya, Batman, Kocaeli, Yalova, Ordu, Kayseri, Muğla, Bursa Baroları avukatları, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği, Türk Diş Hekimleri Birliği, Türk Tabibleri Birliği, Körfez Bağımsız Kadın Dayanışması temsilcileri, her biri alkışlarla karşılanan, zaman zaman gözyaşlarının akmasına sebep olan hayata dair gerçekleri de paylaşarak, savunmalarını yaptılar.
Keşke her bir konuşmayı herkesin duyma imkanı olsaydı.
“Hepsi bir can bir hayat bir dünya”
Antalya Barosundan Avukat Umut Şener Çiftçi, sadece Mayıs ayında yani 31 günde katledilen 36 kadının isimlerini tek tek sayarak, “Hepsi bir can, bir hayat, bir dünya” saptamasını yaparak, Mahkeme Heyetine şu sözlerle seslendi.
“Sizler, Cumhurbaşkanı’nın tek taraflı keyfiliği ile bir gecede çıkılmaya çalışılan İstanbul Sözleşmesi ile ilgili davada karar verirken; annesinin babası tarafından katledilişine tanık olan Emine Bulut’un kızının ‘anneciğim lütfen ölme’ diyen çığlıklarını duyun; Eskişehir’de boşandığı eşi tarafından sürekli ölümle tehdit edilerek tam 23 kez koruma talebiyle Savcılığa başvurmasına rağmen, güpegündüz sokak ortasında eski eşi tarafından satırla defalarca vurularak öldürülen Ayşe Tuba Aslan’ın çantasından çıkan ‘beni ölümüm gerçekleşince mi koruyacaksınız?’ yazan dilekçesi gözünüzün önüne gelsin; evlilik teklifini kabul etmediği erkek tarafından yanında getirdiği bıçakla öldürülen Hatice Kaçmaz’ın; halen kafası ve vucüdunun bazı bölgeleri bulunamamış Azra Gülendam Haytaoğlu’nun; evli olduğu erkek tarafından 6 aylık hamileyken öldürülen Sadife Yüzer’in; boşanmak istediği erkek tarafından çocuklarının önünde bıçaklanarak öldürülen Hatice Yıldız’ın; Plazanın 20. katından atılan Şule Çet’in; görevi başında öldürülen Ceren Damar’ın; ayrıldığı erkek arkadaşı tarafından kalbinden defalarca bıçaklanarak öldürülen üniversite öğrencisi Güleda Cankel’in; yıllarca eşinin şiddetine maruz kalıp koruma tedbiri aldıran ama buna rağmen eşi tarafından çocuklarının gözü önünde öldürülen meslektaşımız Müzeyyen Boylu’nun; halatlarla bağlanarak bir varile konulup diri diri yakılarak üzerine benzin dökülen ve alanen canavarca hisle öldürülen Pınar Gültekin ve burada ismini zikredemediğimiz daha nicelerinin yaşadıkları aklınızdan çıkmasın. Çıkmasın ki, bundan sonra kadın, çocuk ve hiç bir ayrım gözetmeksizin herkesin güvencesi olan İstanbul Sözleşmesi’nin yok olmasına göz yummayınız. Siz burada salt bir davayı değil, Türkiye’nin herkesin eşit, özgür, uzlaşı ve güven içinde yaşayabileceği bir ülke olup olmayacağını karara bağlayacaksınız. Bu kararı verirken gündelik siyasal argümanlara, makam ve mevkilere göre değil, sadece hukuk ve adalete göre karar veriniz, çünkü hukuk hepimizin güvencesidir, ileride sizin de başınıza bir şey gelirse, sizi koruyacak olan yine İstanbul Sözleşmesi olacaktır.”
Hayatını kaybeden her bir kadının ismi salonda yankılanırken, Kocaeli Barosundan Avukat Nuriye Yılmaz’ın, “şiddet mağduru bir kadın olarak karşınızdayım” açıklaması herkesi darmadağın etti. Katledilen kadınlar arasında adı olmadığı ve bu davada, İstanbul Sözleşmesi mücadelesinde yer alabildiği için şanslı olduğunu söyledi.
Meslek örgütleri İstanbul Sözleşmesini savundu
Meslek örgütlerinin temsilcileri kendi perspektiflerinden İstanbul Sözleşmesinin önemini yorumladılar.
Türk Tabibleri Birliği Merkez Konseyi Başkanı Şebnem Fincancı: “Halk sağlığı için en önemli tehditlerden biri olan cinsiyetçi şiddete karşı mücadele etmek hepimizin boynunun borcudur. 6284’ün sadece aileyi koruduğunu, bizleri korumadığını çok iyi biliyoruz,” dedi.
Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Yönetim Kurulu Üyesi Ayşegül Oruçkaptan, “Dili erkek olan işyeri yaşamında, kadına yönelik şiddet çok yaygın bir şekilde uygulanmakta; etek boyumuz, oturuş biçimimiz, çalışma saatlerimiz, şantiyeler, yapılacak işler, gidilecek yerler erkek egemen anlayış tarafından belirlenmektedir,” diyerek, iş yaşamındaki bakış açısını gözler önüne serdi.
Erkek egemen zihniyet tarafından “namus, iffet ve ahlak kodları” ile kadınların kiminle evleneceklerine, kaç çocuk doğuracaklarına, nasıl giyineceklerine, çalışıp çalışmayacaklarına, paralarını nasıl harcayacaklarına, ne iş yapacaklarına ilişkin sınırlar çizildiğini, “sınırları” ihlal eden kadınların, şiddetin her türlüsü ile terbiye edilmeye, denetlenmeye ve disipline edilmeye çalışıldığını, söyledi.
“Neden rahatsız oldunuz da sözleşmeden korktunuz?”
Çekilme kararının arkasında gerici, ırkçı, tarikatçı güçlerin taleplerini karşılama ve kendi kitlesini konsolide etme anlayışının yattığını, kamuoyunu yanıltmak için sözleşmenin içeriğini bilinçli ve kasıtlı olarak manipüle edenlerin; sözleşmeyi uygulamak yerine fesh edenlerin, şiddeti önlemeyenlerin, şiddeti cezasız bırakanların, bu cinayetlerin suç ortağı olduğunu belirtti.
Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Avukatı Ekin Öztürk, aslında pek çok konuşmacı tarafından sorulan ama davalı tarafça asla cevap verilmeyen soruyu tekrarladı: “Sayın Heyet, İstanbul Sözleşmesinden neden çıkıldı? Bunun sebebini bilmek istiyoruz. Bu, yetki tartışmasının çok ötesinde. Biz kadınlara ve cinsiyet ayrımcılığına uğrayan tüm kesimlere yönelik toplumsal cinsiyet temelli şiddetle ve hane içi şiddetle mücadeleyi öngören, bu şiddetin temel bir insan hakları ihlali olduğunu vurgulayan; yalnızca fiziksel değil, ekonomik, psikolojik her türlü şiddet ve taciz ile mücadeleyi öngören bir düzenlemeden neden çıkılır biz bunu bilmek istiyoruz. Nasıl bir amaç, nasıl bir sebep buna yol açabilir bilmek istiyoruz,” dedi ve şöyle devam etti:
“Davalı ısrarla bütün iddiaları bir yetki tartışmasına sıkıştırmaya, iddialarımızın bunda odaklandığını ifade etmeye çalışıyor. Yani konuştuklarımız mı anlaşılmıyor yoksa verecek cevapları mı yok da bunu yapıyorlar anlayabilmiş değiliz. Şunun cevabını duymak istiyoruz. Bu sözleşmedeki nelerden rahatsız oldunuz? Şiddetin önlenmesinden mi, ayrımcılığın baskının ortadan kaldırılmasından mı? Kadınlarla erkeklerin eşit olmasından mı nelerden rahatsız oldunuz da sözleşmeden korktunuz?”
Davacıların Mahkeme Heyetinden Talepleri
Duruşmada davacılar, Mahkeme heyetinden iki talepte bulundu. İlki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin İstanbul Sözleşmesini feshettiğine ilişkin 19 Mart 2021 tarihli Cumhurbaşkanı kararının iptal edilmesi idi.
Eğer iptal gerçekleşmezse, ikinci talep ise, anılan Cumhurbaşkanı kararında dayanak gösterilen 15 Temmuz 2018 tarihli 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin 3. maddesinin anayasaya aykırılık sorununun çözüme bağlanması için konunun Anayasa Mahkemesi’ne intikal ettirilmesi oldu.
Duruşmada davacılar, iptal taleplerinin haklılığını gerekçelendirirken Türkiye’nin önde gelen anayasa hukuku profesörlerinden olan Ergun Özbudun’un görüşlerine atıfta bulundular.
Prof.Özbudun’un konuya ilişkin makalesinde öne sürdüğü görüşü şöyle özetlenebilir:
“Cumhurbaşkanının onay yetkisi, ona Devletin temsilcisi olma sıfatıyla tanınmış tamamen törensel bir yetkidir. Cumhurbaşkanının, TBMM’nce uygun bulunması gerektiği halde uygun bulunmamış bir andlaşmayı onaylama yetkisi kesinlikle yoktur.
Görülüyor ki, 90’ıncı madde andlaşmalardan çekilme konusunda herhangi bir hüküm ihtiva etmemektedir. Ancak kamu hukukunun temel bir ilkesi, yetkide ve usulde paralelliktir. Dolayısıyla, onaylanması TBMM’nce uygun bulunma şartına bağlanmış bir andlaşmadan çekilmek de ancak TBMM’nin bunu uygun bulmasıyla mümkün olabilir. Aksi, açık bir Anayasaya aykırılık oluşturur.”[1]
Öte yandan Prof. Özbudun aynı makalesinde Cumhurbaşkanının İstanbul Sözleşmesi’ni fesheden kararının dayanağı olan 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin 3. maddesinin Anayasaya aykırı olduğunu da savunmaktadır.
Özbudun’a göre, “15 Temmuz 2018 tarihli 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 3’üncü maddesinin ilk fıkrasıyla Cumhurbaşkanına tanınan yetkinin de Anayasaya aykırı olduğunu hatırlatmak gerekir. Bu hüküm, Cumhurbaşkanı kararıyla milletlerarası andlaşmaların sona erdirilebileceğini düzenlemektedir. Anayasanın 90’ıncı maddesinin beşinci fıkrası karşısında milletlerarası bir andlaşmadan Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle çekilmek ne ölçüde Anayasaya aykırıysa, Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin sunduğu bir yetkiyle milletlerarası bir andlaşmayı Cumhurbaşkanı kararı yoluyla sona erdirmek de aynı ölçüde Anayasaya aykırıdır. Bütün bu gerekçelerle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekildiğini beyan eden 19 Mart 2021 tarihli 3718 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı Anayasaya aykırıdır.”[2]
Karar Adli Tatil Öncesi
Duruşma sonunda Danıştay Savcısı, “Cumhurbaşkanı kararının iptalinin gerektiği düşünülmektedir,” diyerek önceki duruşmalardaki mütalaayı tekrarladı.
Mahkeme Başkanı kararın adli tatil öncesi açıklanacağını söyleyerek duruşmayı sonlandırdı.
Şimdi gözler mahkemenin vereceği kararda.
Prof. Özbudun’un yukarıda aktardığımız görüşleri de dikkate alındığında Danıştay 10. Dairesi’nin duruşmada öne sürülen ilk talebi dikkate alması, yani 19 Mart 2021 tarihli Cumhurbaşkanı kararını iptal etmesi bekleniyor. Aksi takdirde 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin 3. maddesine ilişkin anayasaya aykırılık itirazını ciddiye alması ve konuyu Anayasa Mahkemesi’ne sevk etmesi gerektiği düşünülüyor.
Sonuç ne olursa olsun, İstanbul Sözleşmesi duruşmaları kadın dayanışmasının ve mücadelesinin en güzel örneklerinden biri olarak hep hatırlanacak.
Çoğunluğun, yönetim erkini eleştirmekten çekindiği bir dönemde, yüzlerce kadın hakları savunucusu, “tek kişinin iradesiyle”, yaşam hakkına yönelik uluslararası bir andlaşmadan çıkılamayacağını defalarca, cesurca, bıkmadan tekrarladı.
[1] Ergun Özbudun, Milletlerarası Andlaşmalardan Çekilme Yetkisi, Perspektif.online, 9 Haziran 2022, erişim tarihi: 24 Haziran 2022,
[2] Ergun Özbudun, Milletlerarası Andlaşmalardan Çekilme Yetkisi, Perspektif.online, 9 Haziran 2022, erişim tarihi: 24 Haziran 2022,