Doktor Ekrem Karakaya’nın bir hasta yakınınca katledilmesi hekimlere ve genel olarak sağlık çalışanlarına şiddet konusu yeniden gündeme geldi. Son çıkan yasayla sağlık çalışanlarına saldıranların tutuklanması ve yargılanırken iyi hal uygulamasından yararlanmayacak olması gibi düzenlemeler de çare olmuyor. Muhalefetin cezaların yükseltilmesi için getirdiği yasa teklifleri Meclis’te iktidar koalisyonu oylarıyla reddediliyor. Yasa değişmeden kafanın değişmeyeceğine inanırım. Ama cezaların yükseltilmesi ve örneğin AVM’ye giremediğiniz silahla hastaneye girmenizin engellenmesinin de tek başına caydırıcı olacağından emin değilim. Çünkü kışkırtılmış insan en büyük silahtır. Kendinde saldırma hakkını gören, yumruklarıyla da saldırıyor, yangın tüpüyle de.
Kaldı ki sadece hekimler ve sağlık çalışanları değil hedeftekiler. Öğretmenler, avukatlar, hakimler, gazeteciler, meslekten gelen diplomatlar, hatta milletvekilleri hedefte. Onlara sözle, ya da fiilen saldırmanın siyasi iktidar çevrelerince yerilmediği, göz yumulduğu bir dönemin sonuçlarına tanık oluyoruz. AK Parti kendi mantığınca eşitliği sağmak adına on küsur yıldır sistematik bir değersizleştirme siyaseti izledi. Üniversiteler, yargı, Meclis, basın, sağlık, ordu, diplomasi, vb değersizleştirildi.
Dolayısıyla biraz eğitim ve yetenek gerektiren bu mesleklerde yetişen, çalışan insanlar da o değersizleştirmeden payını aldı. Bunun sosyolojik ve psikolojik temelleri yok değildi. Kimi okumuş ve mevki sahibi insan, kendisine o mevkinin getirdiği imkânlarla diğerlerine üstten bakmaya başlıyor toplumumuzda.
AK Parti sadece kendisinden önceki Ecevit-Bahçeli-Yılmaz koalisyonunun -şimdi kendisinin onu da geride bıraktığı- ekonomik başarısızlığı üzerinde değil, türbanlı öğrencilerin okula alınmadığı, başını örten kadınların nitelikli işlere girememesiyle somutlaşan bu birikim üzerinde iktidar oldu.
Ancak Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın toplumu ışık hızıyla saran “Haddini bil” söylemiyle somutlaşan bu değersizleştirme siyaseti, eşit insanlara değil, eşit olmayı gücünün yettiğini yapma hakkı olarak algılayan milyonlarca Frankenstein’ın zuhur etmesine yol açtı. Şimdi onların zuhur etmesiyle iktidar da bu çürümüş insan-silahın bir gün kendisine döneceğini de görüyor, ama kontrol elden çıktı çıkacak.
Hekimler ve genel oarak kamu görevlilerine ilk şiddet vakaları ortaya çıktığında ben de bu eğilimden rahatsız olan çoğu insan gibi bunu köylü-şehirli çelişkisinin bir yan ürünü olarak okumuş insan, aydın insan düşmanlığı gibi algılama yanılgısına düştüm. İlber Ortaylı’nın cahil derken sadece yeterli tahsil görmemiş olmayı kast etmediğini düşünüyorum; bir yaşama biçimini, karşılıklı saygı, anlayış ve davranış biçimini de kast ediyor bence. Yoksa -üzülerek söylüyorum ki mezunu olduğum ODTÜ’de okumuş- “Prof. Dr.” unvanını almış ama “Ben daha çok cahil ve okumamış hatta ilkokul bile okumamış kesimin ferasetine güveniyorum bu ülkede” diyen Bülent Arı da “okumuş” kesimdendir. Ama hiç okumadığı, okuyamadığı halde iyi insan, iyi vatandaş olanları da töhmet altında bırakan bir kibir içindedir.
Kışkırtılan insan en tehlikeli silahtır ve kışkırtanların asıl derdi okumuş insan değildir; okumuş ya da okumamış olsun, özgür insan, özgür akıldır. Aklını ve iradesini sorgulamaksızın bir mürşid, dergâh, ya da ideolojiye teslim etmiş “okumuşlar” ile bir sorunu yok sistemin.
İstemedikleri özgür düşünüp eyleyen insan modelidir.
Bugünlerde sarık ve cübbeleriyle hafızlık icazeti alma gerekçesiyle sokaklarda gövde gösterisi yaptırılan çocuklar okumayacaklar mı sanıyorsunuz? Onlar arasından da geleceğin profesörleri, hakimleri, generalleri, doktor, milletvekili, bakan ve gazetecileri çıkacak. Geçmişte belki böyle yürüyüşler yapamayanlar arasından nasıl çıkıp bugün iş başında oldukları gibi.
Okumuşluğun tek başına aydınlık, aydınlanma demek olmadığı, Avrupa’nın en eğitimli, en kültürlü toplumlarından Almanların Nazizmi, İtalyanların faşizmi seçim yoluyla iş başına getirmeleriyle görülmedi mi?
Sorun okumuş okumamış olmak değil. Sorun Tevfik Fikret’in o müthiş mısraında yazdığı gibi “Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” birer insan olabilmek. Fikri hür, irfanı (bilimi) hür, vicdanı hür insanlardan oluşacak toplumu, ideolojik kontrollerine alamayacakları için tehlike görenler, şimdi gücü yettiği her şeyi kendinde hak görenleri nasıl kontrol altında tutacaklarını şaşırmış durumdalar.
Toplumda bu suni okumuş-okumamış ayrımına katkıda bulunup bugünkü gibi uç noktalara savrulmada etken olan meslek taassubuna, bağnazlığına değinmeden olmaz.
İğne-çuvaldız ölçüsüyle gazetecilikten başlayayım. Haber merkezleri yönetirken de üniversitelerde ders verirken de gazeteciliğin “ulvi” bir meslek gösterilmesine karşı çıktım. Gazeteciliğin kamuya karşı sorumluluğu nedeniyle kamu görevi sayılan bir sanayi kolu olduğunu savundum.
Hiçbir dönem de gazetecilere her türlü hatadan masun bakmadım. Çıkar için haber yazan, yorum yapan gazeteci yok mu? Kendi adıma -doğrudan insan hayatını ilgilendirdiği için- ulvi sayabileceğim tek iş olan cerrahlar arasında bıçak parasına tenezzül eden yok mu? Savunma hakkı diyerek her türlü ihlale kılıf bulan avukat, maddi çıkar için davayı satan yargıç duymadınız mı hiç? Bütün polisler işkenceci değil ama işkenceci polis yok mu? Bütün imamlar tecavüzcü değil ama tecavüzcü imamlar, hocalar çıkmıyor mu? Yukarıda örneğini verdiğim Bülent Arı gibi cehalet övgüsü yapan öğretim üyeleri yok mu?
Kendi mesleğimizden hata yapanlara meslek taassubu ile laf söyletmemek de “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” ilkesinin ihlalidir. Özgür insan olmaktan uzaklaşır, antitezimize dönüşürüz.
Cumhurbaşkanlığı Kabinesi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında önemli gündem maddeleriyle toplanıyor. Kabine gündeminde Suriye'deki son…
Geçen hafta sonu gazeteci Nevşin Mengü aleyhine bir mülakatı nedeniyle soruşturma açıldı; gözaltına alındı, adli…
Şam Ravda Meydanı, 15 Aralık 2024, Türkiye’nin Şam Büyükelçiline 12 yıl aradan sonra, ay yıldızlı…
Mehmet Öğütçü ve Rainer Geiger Ortadoğu, yıllardır süregelen siyasi istikrarsızlık ve ekonomik çalkantıların izlerini taşıyan…
Yeni yıla girmemize sayılı gün kala, Milli Eğitim Bakanlığı sayesinde çocuklarımızı ve gençlerimizi maazallah kazara…
ABD ordusu bir kez daha Donald Trump’a Suriye resti çekiyor. Başkanlık görevini 20 Ocak’ta devralacak…