İngiltere’de Boris Johnson’un istifası ve ABD’de Joe Biden‘ın eşinin ve oğlunun rezaletleri (Trump’ın yarattıkları bile geride kaldı), Fransa’da Uber uğruna Fransız taksicileri ve vergiyi sattığı anlaşılan Macron, Ukrayna’yı göz göre göre savaşa sokan komedyen başkan Zelensky, ülkemizdeki durum filan derken, anlaşılan dünya “kötü ve seviyesiz siyasetçiler” dönemini yaşıyor. Üstelik durum öyle kilitlenmiş vaziyette ki, onu değil, bunu seçseniz de saçmalıklar benzer düzeyde devam ediyor. Bütün dünyadaki aklı başında vatandaşlar, seçmenler aynı şeyi konuşuyor: Ne oldu da buraya geldik?
Aslında bu noktaya adım adım geldik. Çünkü tüm dünyada siyasetçiler –ya da bu siyasetçileri kullandığı düşünülen yüzde 1– bizzat hukuku kullanarak, ortamı sadece kendilerinin ya da benzerlerinin seçilmesinin sağlanabileceği şekile getirdiler. Örneğin, ülkemizde 1983 tarihli Siyasi Partiler Kanunu bugün alanı dizayn eden en önemli araçlardan birisi. Partilere demokrasiyi değil, lider sultasını getiriyor.
Hiçbirimiz demokratik bir seçim hakkı kullanamıyoruz. Oy kullandığımız milletvekili aslında liderin seçtiği ve listeye koyduğu kişi/kişiler. Bu nedenle de, kim olduğunu bile bilmeden seçtiğimiz bu milletvekilleri, kendisini seçen “bize” değil, listeye koyan “liderine” hizmetle meşgul. Çünkü bir sonraki seçimde yeniden listeye girmek ve gücü kullanmaya devam etmek istiyor.
Bunun temel nedeni ise, ülkemizde ya da dünyadaki diğer demokrasiyle yönetildiği iddia edilen ülkelerdeki vatandaşlar ve sivil toplum örgütleri, siyaseti takip etmedi, denetlemedi. “Demokrasi’nin korunmasının ya da yürütülmesinin yalnızca siyasetçilerin işi olmadığı, herkesin görevi olduğu” konusunu hep birlikte anlayamadık. Bu nedenle de demokrasinin de tıkandığı bir noktadayız.
Sosyal medyanın ve internetin en önemli faydası, insanların tüm dünyayı daha iyi anlaması oluyor. Sorunların ortak olduğunu, karşılaştırarak farkına varıyoruz. Beyinlerimizi “Böyle olaylar ancak Türkiye’de olur” ya da “yüzde 49 yüzünden” ya da “Muhalefet çalışmıyor ki” gibi “sonuçlarla” uğraşırken, asıl “nedeni” göremiyoruz. Asıl problemi gözden kaçırıyoruz.
Hepimizin durumdan sorumlu olduğumuzu fark etmek ve demokratik süreçlerin içine, siyasi partilerde çalışarak ya da siyasetle uğraşmak istemiyorsak, baskı grupları (sivil toplum örgütleri) kurarak dahil olmamız lazım. Bir an önce. Yoksa demokrasi uçurumu açılıyor. Bir daha geri gelemeyecek düzeye doğru gidiyor.
Bu noktada demokrasiyi daha iyi anlamak için siyasi süreçleri yakından anlatan bir filme işaret etmek istiyorum. Borgen’in adını ilk olarak Avrupa TV Ödüllerinde Jüri üyesiyken duymuştum. Farklı farklı fikirlere sahip olan farklı ülkelerden 12 jüri üyesi birden aynı fikirdeydi. Bu diziyi çok beğenmişlerdi. Çünkü siyasetin içindeki en anlaşılmaz olayların arkasındaki çelişkileri, acımasız ve sınırsız bir şekilde gözler önüne seriyordu (Mesela Grönland’dan gelen ve CIA adına terör şüphelilerini taşıdığı tahmin edilen uçuş).
Siyasete giren bir kadının, kendi zekası ile başbakan olmasının, sonra düşüşünün ve özel hayatında yaşadıklarının anlatıldığı dizi çok beğenildiği için aradan 10 yıl geçse de, hemen hemen aynı kadro ile çekilen 4. sezonu Netflix’de geçen ay yayına girdi.
2010’larda çekilen bölümlerle ilgili olarak, filmin senaristlerinden Gjervig Gram o dönem şunu söylemişti: “Seçmenleri soldan sağa ya da tam tersi yönde kaydırmak istemedik. Onları siyasi tartışmaya dahil etmek istedik. Amacımız insanların demokratik sürece ilgi duymasıydı”.
Bunu Kopenhag Üniversitesi de yaptığı bir araştırmayla onaylamış ve şöyle bir sonuç açıklamış: “Borgen izleyicileri parti değiştirmedi ama politikayla daha öncekine nazaran daha yakından ilgilenmeye başladılar.”
Hatta Danimarka’nın ilk kez bir kadın siyasetçiyi başbakan olarak seçmesinin nedeni olarak da bu dizi gösteriliyor.
Netflix tarafından hemen hemen aynı kadro ile çekilen 4. sezonunun son bölümünde, bu sefer Avrupa Parlamentosundaki işlerin anlatılacağı gibi anlaşılan 5. sezona göz kırpıldığı da görülüyor. Şimdi 4. sezona dair bazı notları aktaralım.
4. sezonun temel konusu Danimarka’nın sömürgesi durumundaki Grönland (yeşilada). İlk bölüm dünyanın bu en büyük adasında petrol bulunmasıyla başlıyor. Bir tarafta müthiş büyük (285 milyar Dolar kapasitede) bir petrol rezervi söz konusu. Diğer tarafta ise çevre konuları. Ama daha önemli çelişki, Grönland üzerindeki güç kavgası. Aktörler ise olağan şüpheliler. Yani Çinliler (ve Ruslar) ve ABD. Ama bir yandan da kendi bağımsızlığını elde etmeye çalışan ada ile hamisi görüntüsü altında emperyalist amaçlarını ortaya koymaktan çekinmeyen Danimarka.
Grönland, 1814’ten itibaren Danimarka kolonisiyken, 1953’de Danimarka’ya bağlı özerk bir bölge haline geldi. Ulusal yönetim 1979’da kuruldu ve 2008’de daha fazla özerklik oylaması yapıldı. 57 bin kişinin yaşadığı ada dışişleri ve savunma konularında Danimarka’ya bağımlı. Buna karşılık yıllık 3,2 milyar Danimarka Kronu (7,5 milyar TL) hibe alıyorlar. Ama Grönland kendi doğal kaynaklarından gelir kazanmaya başlarsa, bu hibe azalacak. Bu aynı zamanda ülkenin tam bağımsızlığı anlamına gelecek.
Atlas Okyanusu’nun kuzeyinde yer alan, fiziki olarak Amerika kıtasına yakın ve yüzde 81’i buz örtüsü ile kaplı olan Grönland’ı, ABD 1946’da satın almak için Danimarka’ya 100 milyon Dolar teklif etmiş. Çünkü Grönland’ın doğal kaynakları ve Grönland kıyılarındaki hidrokarbonları kullanmakla ilgileniyor. Aynı kapsamda 2019 yılında Donald Trump da Grönland’ın bu sefer kendisine satın alma teklifinde bulundu.
Borgen dizisinin 4. sezonunda tam bu konular var; bulunan petrolün Danimarka ile Grönland arasında bir tartışma konusu olması, Grönland’ın petrol geliri uğruna Danimarka’dan aldığı yıllık hibeden vazgeçebilir olması, ama bazı Grönlandlıların tam tersine Danimarka’dan kopmanın tehlike olduğunu düşünmesi, Çin’in kendine özgü yöntemlerle olaya dahil olması, ABD’nin ada üzerinde uçurmaya başladığı devriye uçaklar, 2050 yılına kadar karbon nötr hale gelme sözü veren Danimarka’nın Paris anlaşması yükümlülüğü.
Dizinin bir boyutu da, basının özgürlüğünün ne düzeyde olabileceği konusunda. Tabii ki gazeteciler “basının özgürlüğü” savunuculuğu yapıyor ama anlaşılan medya sahipleri aynı fikirde değiller. Bu çelişkiyi de dizi boyunca görüyor ve hissediyorsunuz.
Diğer yandan Dışişleri Bakanı olarak Nyborg sadece Grönland ile değil, bir yandan kendi “Yeni Demokratlar” adını taşıyan ve çevreciliğe çok önem veren partisi ile, bir yandan ailesi ile, bir yandan da koalisyon yaptığı kabine ile mücadele vermek zorunda kalıyor.
Ama ABD ve Çinliler arasında yaşadığı tartışmalar çok daha ilginç. Çinlilerin adaya telekom teşkilatı kurmasının ve nadir metal aramalarının engellenmesini “İcabına Bakıverin” şeklinde kaba bir ifade ile adeta emreden Amerikalılara karşın, Çinlilerin yardım yaparak içeri girmeye çalıştıkları ve Ruslarla da yakın işbirliğinde oldukları görülüyor.
Başroldeki Sidse B. Knudsen’in bütün bu olaylar arasında rolünün hakkını verdiğini ve oynadığı karakterin yaşamış olabileceği duyguları çok başarılı bir şekilde aktardığını görüyoruz; bazen öfkeli, bazen ağlamaklı ama hep yapayalnız.
4. sezonun ilk bölümünün başlığı “Gelecek Kadın” olsa da, dizi adeta “kadın siyasetçi yalnızlığa mahkumdur” gibi bir mesaj da veriyor. Önceki Borgen sezonlarında başka kadına giden kocası ile başlayan bu mesajı, 4. sezonda oğlunun ifadeleri ile daha fazla hissediyoruz.
Bu dizi bir “kadın yönetici” dizisi ve dediğimiz gibi “gelecek kadın” teması ile başlıyor ama yan karakter olarak yalnız olmayan (ailesi olan) kadının da, bu sefer yönetimde başarısız olduğunu ve hatta kadın çekememezliği gibi bir şeyler yaşadığını görüyoruz. Bu sezonda gazetenin yöneticisi haline gelen, Birgitte Hjort Sorenson’un canlandırdığı Katrine Fonsmark tiranlık taslayan bir yönetici halinde. Yönettiği kadınlarla savaştığı yetmiyormuş gibi sonuçta panik atak geçiriyor ve işe uygun olmadığını anlayıveriyor.
Ama 4. sezonun asıl tartıştığı konu şu ; politikacılar ideallerinin arkasında ne kadar durmalı? İlkelerini ekonomi avantaja feda etmeli mi? Güç herşey midir?
Kaynak: https://turk-internet.com/borgenden-emperyalizm-ve-siyasete-bir-bakis/
Geçen hafta sonu gazeteci Nevşin Mengü aleyhine bir mülakatı nedeniyle soruşturma açıldı; gözaltına alındı, adli…
Şam Ravda Meydanı, 15 Aralık 2024, Türkiye’nin Şam Büyükelçiline 12 yıl aradan sonra, ay yıldızlı…
Mehmet Öğütçü ve Rainer Geiger Ortadoğu, yıllardır süregelen siyasi istikrarsızlık ve ekonomik çalkantıların izlerini taşıyan…
Yeni yıla girmemize sayılı gün kala, Milli Eğitim Bakanlığı sayesinde çocuklarımızı ve gençlerimizi maazallah kazara…
ABD ordusu bir kez daha Donald Trump’a Suriye resti çekiyor. Başkanlık görevini 20 Ocak’ta devralacak…
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, ABD'nin Gazprombank için uyguladığı yaptırımlardan Türkiye'yi muaf tutacağını…