Danıştay 10. Dairesi, İstanbul Sözleşmesi olarak da bilinen Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesinin feshedilmesine ilişkin Cumhurbaşkanı Kararının iptali için açılan davada kararını açıkladı.
Kararı, Davacı Ankara Barosu Başkanlığı’na gönderilen metin üzerinden öğrendim, ardından diğer davacılara da metin ulaşmaya başladı. Bu metin, nedendir emin değilim, kırmızı fontlarla ilaveler yapılmış, üzeri çizilmiş kelimeleri de içeren taslak bir metin görünümündeydi. (Fotoğrafta örneklerini de gördüğünüz üzere) Pek çok açıdan önemli böylesi bir dava için hele ki aylardır büyük emek harcayan, sonucu merakla bekleyenler açısından özensiz bir yaklaşımın resmiydi.
Davalar 2’ye karşı 3 oyla reddedildi
Başkan Yılmaz Akçil, Üye Metin Arıtı ve tek kadın Üye Lütfiye Gözütok Akbulut’un oylarıyla, 2’ye karşı 3 oyla, yani kıl payı farkla ve özetle şu gerekçeyle davanın reddine karar verildi:
“Kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesi ve şiddet mağdurlarının korunması amacıyla iç hukukumuzda, Anayasa ve 6284 sayılı Kanun başta olmak üzere birçok düzenlemenin bulunmakta olduğu, bu düzenlemelere dayalı uygulamaların da belirlenen plan dahilinde hayata geçirildiği anlaşılmaktadır. Bu itibarla; Anayasa tarafından verilen temsil yetkisi ve 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesine istinaden tesis edilmiş olan dava konusu Cumhurbaşkanı Kararında hukuka aykırılık bulunmadığı ve davanın reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.”
İbrahim Topuz ve Ahmet Saraç, Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nde “bunların hükümlerinin uygulanmasını durdurma ve bunları sona erdirme“ ibaresinin Anayasaya aykırılığı nedeniyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurulması gerektiğini belirterek mevcut hukuki düzenlemelerle incelendiğinde Cumhurbaşkanı Kararının iptal edilmesi gerektiğini söyleyerek karşı oy kullandılar.
Düzenlemenin iptal edilmesi gerektiğine dair görüş bildiren Danıştay Tetkik Hakimi Eser Bozkurt ile Danıştay Savcısı Aytaç Kurt’u da dikkate aldığımızda, aslında karar metninde 4 iptal görüşüne karşı 3 oy ile bu kararın alındığını görüyoruz ki aslında bu da bir umut kaynağı olarak düşünülebilir.
Kav: “Alanlardayız, mücadeleye devam”
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Patformu Temsilcisi Gülsüm Kav da karşı oyların altını çizerek karamsar olmadıklarını başabaş alınan bu karar sonrasında mücadelelerinin süreceğini söyledi ve şöyle devam etti:
“Bu mücadele sadece bir hukuk mücadelesi değil. Bu bir semboldü. Danıştay’da tarih yazıldı. İstanbul Sözleşmesi toplum tarafından sahiplenildi. Bütün alanlardan kadınlar/ erkekler sözleşmeye sahip çıktı. Bu mücadele binlerce kadının hayat mücadelesidir. Ve çoğunluk biziz.”
Danıştay’ın vereceği kararın “ülkenin geleceğine” yön vereceğini sözlerine ekleyen Kav,
“Evrensel boyuttan baktığımızda: İstanbul Sözleşmesi, kadınların hakları açısından verdiği mücadele ile geldiği bir nokta, dünya yüzeyindeki tüm kadınların hakkı ve bu hak Türkiye’deki kadınlardan esirgenemez,” dedi ve ekledi:
“Kadın düşmanlığı yükseldikçe, kadın mücadelesi de yükseliyor.Mücadelenin daha görünür olması da bizleri güçlendiriyor. Alanlardayız, mücadeleye devam.”
Güllü: “Bu karar emsal bir karar olabilecek”
Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü, dört duruşma boyunca bütün arkadaşlarına buradan olumlu bir karar çıkmayacağını söylediğini, ancak bu karar kadar hukuksuzunu beklemediğini, Anayasa Mahkemesi’ne yetkisizlik diyerek gönderilebileceğini düşündüğünü, aktardı.
Güllü, Biri kadın olan 3 hakimin Türkiye’de hukuka bir darbe vurduklarını, iki karşı oya rağmen üç kişinin neye dayanarak, hangi kural kanun nezdinde karar verdiklerini anlamanın mümkün olmadığını, gelecek günler adına umutsuzluk taşıdığını söyledi ve emsal niteliğinde olabilecek bir kararın tehlikelerine dikkat çekti:
“Cumhurbaşkanının bir gece yine tek başına alacağı bir kararla, örneğin, ‘kız çocukları okula gitmesin’ diye bir kararı imzalaması durumunda, Cumhurbaşkanının parlamentonun onayladığı her kararı kaldırma ve uygulatmama hakkı doğabilecek ve bu karar Danıştay açısından da emsal bir karar olabilecek”
Yazıcı: “Fonksiyon gaspı içeren bir işlem”
Danıştay’a ilk dava açanlardan Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Anayasa Profesörü Serap Yazıcı, kararı, “Türkiye’de yargının bağımsız olmadığının açık bir kanıtı” olarak niteledi ve şöyle devam etti:
“Bizler açtığımız davada, haklı olarak, milletlerarası bir antlaşmadan Cumhurbaşkanı kararıyla çekilmenin Anayasaya aykırı olduğunu beyan ettik. İddiamızın gerekçesi, Anayasanın 90. maddesinde yer alıyor. Bu maddeye göre TBMM uygun bulma kanunu çıkarmadıkça Cumhurbaşkanının milletlerarası bir antlaşmayı onaylama yetkisi yoktur. Bu sebeple Danıştay’ın Anayasamızın 138. Maddesinde yer alan hüküm karşısında tam aksine bir karar vermesi gerekirdi.”
Yazıcı, bu kararın ayrıca “TBMM’ye ait bir yetkiyi gasp etme” niteliğinde olduğunu belirtti:
“Tüm hukukçular fonksiyon gaspı içeren bir işlemin hukuken hiç doğmamış kabul edildiğini bilmektedir. Böyle bir işlem karşısında yargı kuruluşu, işlemin yokluğunu tespit eder ve iptal hükmü verir. Türkiye’nin çok değerli anayasa hukukçularından olan Prof. Ergun Özbudun ve Prof. Kemal Gözler’in görüşleri de bu yöndedir. Bütün bu gerekçelerle Danıştay’ın bu kararı şaşırtıcıdır.”
Nazlıaka: “Padişahım sen çok yaşa“
CHP Kadın Kolları Genel Başkanı Aylin Nazlıaka duruşmalara katılmış ve süreçte ön saflarda yer almıştı. İlk değerlendirmesi, Danıştay 10.Dairesi’nin, “Padişahım sen çok yaşa” dediği şeklinde oldu.
Nazlıaka, iptal isteminin reddinde 5 kişilik mahkeme heyetinden mahkemenin tek kadın üyesi olan Lütfiye Akbulut’un, AKP döneminde İBB’nin 1. Hukuk Müşaviri iken Danıştay’a atandığının altını çizdi ve “bu atamanın hakkını vermiş oldu” dedi.
Bu kararla: “Tek adam” tanımlarının bir kez daha tescillendiğini, yetkide ve usulde paralellik ilkesinin yok sayıldığını, Anayasanın bir kez daha ayaklar altına alındığını, Saray’ın iradesinin Meclis’in iradesinin üzerinde tutulduğunu, söyledi.
Bundan sonraki süreçte, CHP’nin, Danıştay’ın İdari Dava Daireleri Genel Kurulu’na başvurarak, karara itiraz edeceğini, iç hukuk tükendiği taktirde de Anayasa Mahkemesi’ne başvuracaklarını, sözlerine ekledi.
EŞİK’ten Muhalefet Partilerine Çağrı
Eşitlik İçin Kadın Platformu EŞİK yayımladığı basın bildirisinde: “bu karara imza atanları, bu ülkedeki her bir kadın cinayetinden, kadınlara ve LGBTİ+’lara karşı işlenen şiddet suçlarından ve tek adam rejiminin bu topluma dayattığı her türlü hak gaspından sorumlu tutuyoruz,” diyerek, tüm muhalefet partilerini açık ve net bir biçimde İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkmaya, Sözleşmeyi her alanda uygulamaya ve seçim sonrası devletin tekrar Sözleşme’ye taraf olacağını açıklamaya davet etti.
Gözler 6’lı masanın liderlerindeydi
Bu satırları yazarken, 6’lı masanın liderlerinden sosyal medya hesapları üzerinden açıklama yapanlar ve açıklamaları şu şekildeydi:
Deva Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Danıştay’ın İstanbul Sözleşmesi ile ilgili kararının hukuka aykırı olduğunu, İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkmaya devam edeceklerini ve iktidara geldiklerinde ilk işlerinin sözleşmeyi yeniden yürürlüğe koymak olacağını, bildirdi.
Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, Danıştay’ın İstanbul Sözleşmesi kararıyla hukukun üstünlüğünü yok sayarak siyasi iradeye boyun eğdiğini, tüm hukuksuzluları çözerek, İstanbul Sözleşmesini yeniden yürürlüğe koyacaklarını, belirtti.
İYİ Parti Lideri Meral Akşener, “Bugün, kirli bir zihniyeti memnun etmek için verilen bu siyasi karardan sonra: Kadınlara yönelik her türlü şiddette, cübbelerini ilikleyip o imzayı atan parmakların izi olacak. Ama az kaldı. Biz geleceğiz ve İstanbul Sözleşmesi yaşatacak!” diyerek tepkisini dile getirdi.
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun da “Bu millete sözüm var, iktidar olduğumuzda, ilk bir hafta, hatta 24 saat içinde İstanbul Sözleşmesi’ni tekrar yürürlüğe koyacağız” cümlesi tarihe not olarak düşüldü.
Diğer uluslararası sözleşmeler de tehlikede mi?
Danıştay tarafından verilen İstanbul Sözleşmesinden çıkılması kararı eğer emsal gösterilirse çok daha büyük bir şeyi ifade ediyor.
Sırada, Türkiye’nin de taraf olduğu 1979’da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilen ve taraf devletlere kadınlara karşı ayrımcılığın tüm biçimlerini ortadan kaldırma yükümlülüğü getiren Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Yok Edilmesi Sözleşmesi’nin (CEDAW) olmayacağını kim garanti edebilir?
Ya da, çocuğa karşı şiddetin önlenmesi, çocukların güçlendirilmesi ve korunması ve faillerin cezalandırılması için gerekli bütün önlemleri içermekte olan Lanzarote Sözleşmesi ve bağlantılı olduğu iki Avrupa Konseyi Sözleşmesinden çıkılmayacağının garantisi var mı?
Seçim öncesi kendi ideolojik tutumunu yansıtarak tabanını korumak isteyen mevcut yönetimin ülkemizi uluslararası sözleşmelerden kopararak, içe kapatma ihtimaline karşı, sadece kadınlar değil, toplumun tüm kesimlerinin edinilmiş hakları korumak konusunda dayanışma içinde olması zamanıdır.