Türkiye’de merkez siyasetin ve onun temel alıcısı olması gereken orta sınıfın yeterli temsili yok. Dünyada orta sınıfın çeşitli açıdan önceliklerini temsil etmeye talip olan merkez, merkez-sol ve merkez-sağ platformlar Türkiye partiler sisteminde oldukça tenha kalıyor. Bunun sonuçlarına birkaç örnekten değinmek ve 2023 seçimlerine giderken bu boşluğu hangi aktörlerin doldurabileceğine kafa yormakta fayda var.
İlk olarak en belirgin olandan, merkez-sağdaki boşluktan başlayalım. Hastane basıp doktorunu vuran hasta yakını, müşterisini döven taksi şoförü, tarihi eserlere vandallık, trafik terörü, kadın ve çocuklara yönelik zorbalıklar ülke gündeminde sık sık yer buluyor. Bu olayların geri planındaki toplumsal-psikolojik faktörler (örneğin pandeminin, ekonomik krizin ve artan erkek işsizliğinin sosyal etkileri veyahut gelir adaletsizliğinin ve popülizmin çarpık bir sonucu olarak artan eğitimli düşmanlığı gibi) ayrı bir yazı konusu olabilir. Fakat işin siyasi açıdan enteresan bir başka boyutu var ki, o da şu: Türkiye’de, bir “kanun ve düzen” (ya da uluslararası literatürde geçtiği şekliyle, law and order) platformunun eksikliği.
Dünyada suçla mücadeleyi, yasalara uyumu ve toplumsal düzeni ağırlıklı olarak yüzü daha sağa dönük, merkez-sağ diye tanımlayabileceğimiz partiler savunur. Sol geleneğin burada üstlendiği temel rol ise, kuralların ve nizamın aşırı yüceltilmesiyle oluşabilecek faşizan bir katılığa savrulmayı önlemek, düzen kurmaya çalışırken özgürlüklerin kaybına mâni olmayı sağlamak, dolayısıyla terazinin diğer tarafını, yani özgürlükleri hatırlatmaktır.
Fakat Türkiye’de günlük hayatı, özellikle de eşitler arası ilişkileri düzenleyen kurallara uyulmasını savunan bir sağ gelenek yok. Vergi kaçırılırken, yasak yere park edilirken, kaçak inşaat yapılırken olduğu gibi, doktora, kadına, çocuğa, sokak hayvanına şiddet uygulanırken de sağ siyaset kendini doğrudan ilgilendiren bir durum olduğunu düşünmüyor. Türkiye’de sağ gelenek hususi olarak dikey ilişkilerde, örneğin devlet-vatandaş ilişkilerinde kuralları anımsıyor ve sonuç itibarıyla hiyerarşik düzenleri güzelliyor.
Bu durumda, yani Batı’daki gibi kanun ve düzeni savunan bir merkez-sağ gelenek olmayınca, bu siyaset alanı boş kalıyor. Toplumsal düzeni ve kanunlara uymayı savunmak sol partilere kalıyor. Sol partiler bu boşluğu doldurmaya niyetlenecek olursa da geleneklerinde olmayan bu girişimler çoğu zaman iğreti kalıyor, başarılı olamıyor, üstelik tabanlarından da eleştiri alıyor.
Benzer bir durum göçmen politikasında da yaşanıyor. Dünyanın hemen her yerinde sağ gelenekten gelen partiler daha kontrollü göçmen politikalarını savunurken, sol partiler bu politikaları insani gereklilikler çerçevesinde esnetme yönünde pozisyon alır. Oysa Türkiye’de sağ bir iktidar eşine az rastlanır biçimde sınırsız ve denetimsiz bir göçmen politikası uyguladı. Yine milliyetçi-muhafazakâr bir iktidardan beklenmeyecek biçimde, kendi toplumunun ihtiyaçlarındansa Batı ülkelerinin ihtiyaçları yönünde politika tercihi yaptı.
Mevcut durumda sol kendini tuhaf bir durumda buldu. Örneğin, geleneği itibarıyla göçmen politikasında esneklik yönünde pozisyon alması beklenirken, bu derece denetimsiz bir göçmen politikası karşısında, normalde sağ partilerin temsil etmesi beklenen “denetim” yönlü seçmen talebiyle karşı karşıya kalarak sıkıştı. Bu talebi karşılarsa sol çizgisinden çıkacağı, karşılamazsa seçmen talebini yanıtsız bırakacağı bir ikileme düştü.
Merkezdeki boşluğun sonuçlarını vergi politikalarında da açıkça görebiliriz. Daha önceki yazılarımda orta sınıfın ekonomik çıkarlarının yeterli temsil bulmadığından söz etmiştim.
Türkiye’de varlıklı kesimin temsiline sağ, yoksul kesimin temsiline hem sağ hem de sol partiler talip. Fakat orta gelir grubunun ekonomik anlamda temsili çok zayıf. Bunun sonucunu, vergi yüklerini orantısız biçimde orta gelir grubuna yükleyip, üst gelir gruplarını aşırı kollayan, hem alt gelir gruplarına yönelik yardımları hem de sermaye sahiplerine yönelik teşvikleri, özetle tüm devlet harcamalarını üst gelir gruplarındansa, orta gelir gruplarından tahsil etmeye yönelik gelir vergisi sistemimizde görmek mümkün.
Batı’da hem merkez-sağ, hem merkez-sol’un politikaları orta sınıf çıkarlarını öncelerken, Türkiye’de merkez bu açıdan da boş.
Özetle bugün Türkiye’de vergi politikalarında olsun, suçla mücadelede olsun, göçmen politikaları ve bu yazıda değinmediğim (konut politikası gibi) daha pek çok siyaset alanında olsun merkez siyasetin, özellikle de merkez-sağın temsili yok. Buradaki boşluk ise, kimi konularda solu sağa doğru çekerken, çoğu zaman da aşırı sağı “sağın tek alternatifi” yapıyor.
Bu çerçevede, 2023 seçimlerine giderken şunu öngörmek mümkün. Türkiye’de siyasetin merkezindeki ve sonuç olarak da bilhassa orta sınıfın temsilindeki, boşluk, onu doldurabilecek partiler için bir siyaset alanı, potansiyel bir genişleme imkânı yaratıyor.
Peki bu boşluğu hangi partiler ve aktörler doldurabilir? Muhalefetten beklenen “yeni hikâye” Türkiye orta sınıfının var edilmesini içerebilir mi? Son dönemde sağdan merkeze yönelimi izlenen İyi Parti buradaki boşluğu doldurup, bir merkez partisi olabilir mi?
Öte yandan, geçmişte elitist olmakla eleştirilen fakat 2018 sonrası yoksul kesimin temsili konusunda yaptığı açılımlarla ilerleme kaydeden CHP, sosyal adalet söylemini orta sınıfın ekonomik çıkarlarını da kapsayacak şekilde dizayn edebilir mi?
Yoksa, son zamanlarda sıklıkla dile getirildiği üzere, CHP şu an destek aldığı orta sınıf seçmenin en azından bir kısmını merkeze aday diğer siyasi aktörlere, örneğin İyi Parti’ye, kaptırmak üzere mi? Bu soruların cevapları da başka bir yazının konusu olsun.
Üç MHP milletvekilinin istifası haberi 20 Kasım akşam saatlerinde siyaset kulisine bomba gibi düştü. Beklenen…
Ankara’nın Nallıhan ilçesinde bulunan Çayırhan Termik Santrali’nde yaklaşık 500 madenci özelleştirme kararına karşı kendilerini maden…
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın üç MHP milletvekilinin istifasının istendiğini, istifa…
Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanı İbrahim Kalın beraberindeki heyet ile birlikte CHP Genel Merkezi'ne gitti,…
Almanya, Fransa, İtalya, İspanya ve İngiltere dışişleri bakanları Polonya Dışişleri Bakanının ev sahipliğinde 19 Kasım’da…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in yeni bir nükleer doktrin imzalamasıyla ilgili…