Üniversite nedir? Görkemli binalar, güzel çim sahalar, derslikler, konferans salonları, lambri duvarlarla kaplı tarihi kütüphaneler? Bütün bunlar iyi fotoğraf verir; oysa üniversite bu değildir. Üniversite, gece yarısı kütüphanenin bir köşesinde çalışırken sözleşmesinin ve çalışma vizesinin iptal edildiğini, 15 gün içinde evini barkını toplayıp ülkeden ayrılması gerektiğini öğrenen, ama üzerinde çalıştığı matematik problemine ara vermeyen Matematik Hocası Mohan Ravichandran’dır. Dezavantajlı kesimlerin sorunlarını çektiği ödüllü belgesel filmlerle gündeme getiren, bu sebepten de sözleşmesi iptal edilen sinema hocası Can Candan’dır. Büyük bir bilgisayar güvenlik açığı tespit eden, bunu tespit ettiği için hakkında disiplin soruşturması açılan, üniversiteden uzaklaştırılan Bilgisayar Mühendisliği profesörü Tuna Tuğcu’dur. Ve son olarak, akademiyi de, üniversite yönetimini de çok iyi bildiği için yönetimin tüm yanlışlarını onların yüzüne vuran, usulsüz işlerin yapılmasına mani olan, bu nedenle bölüm başkanlığından alınıp kampüse girmesine bile izin verilmeyen Ekonomi bölümü başkanı Ünal Zenginobuz’dur.
Üniversite mekandan değil, öğretim üyeleri, öğrenciler ve araştırmacılardan oluşur. Bir üniversiteyi iyi yapan bunlardır. Tabii ki iyi öğrencileri çekmek için zengin kültürel imkanlar sunan bir kampüs, araştırmacıları çekmek ve iyi çalışmalar yapabilmelerini sağlamak için kütüphaneler, laboratuvarlar ve diğer imkanlar gereklidir. Ancak üniversitenin özü insandır. En iyi öğrencileri nasıl çekeriz? En iyi öğretim üyelerini nasıl çekeriz; nasıl en iyi araştırmaları yapmalarını sağlarız?
Öğretim üyesi nasıl seçilir? Mesela, “Sayın bakan şu kişinin özgeçmişini gönderdi” deyince, o kişi iyi bir öğretim üyesi olur mu? Akademi dışından bazı kişiler, bunu çok doğal bulabilir: Öğretim üyesi böyle seçilmez. Akademisyen, kendisini yaptığı yayınlar, bilime yaptığı katkı, uluslararası camiada iyi tanınması, verdiği konuşmalar, ders verebilme yeteneği, meslektaşlarıyla ortak çalışma, öğrencilerle diyalog kurabilme yeteneği ile gösterir. Peki bunu kim değerlendirir? Tabii ki bu alanın uzmanları; o alanda uzman profesörler. Bütçe görüşmeleri sırasında, bakanlığının bütçesini savunmak yerine, bakanın meclis kürsüsünden alınması istenen kişinin niteliklerini övmesi uzmanların görüşlerini değiştirmez.
Kanunlar, alt yönetmelikler, Senato esasları, öğretim üyesi seçme prosedürünün adımlarını tarif eder. Bölüm başkanı, enstitü müdürü, jürinin doğal üyesidir. Jürinin diğer üyeleri, bölüm kurulunun önerdiği uzman profesörler arasından kurayla seçilir. Bölüm ve fakülte görüşlerinin tarif edilen prosedürle oluşturulması gerekir. Peki, bütün bunlar sayın bakanın tavsiye ettiği kişiyi öğretim üyesi yapmayı engelliyorsa ne yapılır? Hiç biri tanınmaz; rektör yetkisini kötüye kullanarak hepsini atlar; anabilim dalı başkanına da uydurma bir soruşturma açılır ki, görevden alınabilsin; kadrolaşmanın önünde kimse duramasın.
Boğaziçi Üniversitesi’ni binalardan ibaret zannedenler, değerli öğretim üyelerimizi üniversiteden uzaklaştırmaya çalışıyor; dekanlarımızı, enstitü müdürlerini, bölüm başkanlarını görevden alıyor ki rahat rahat kadrolaşabilsinler.
Üniversiteyi iyi yapan diğer unsur, iyi öğrencilerdir. Bu bakımdan Boğaziçi Üniversitesi çok şanslı: Bu sene Bilgisayar Mühendisliği’ne ilk 315’ten 90 öğrenci aldı. Bu kadar iyi öğrencilere ders vermek, hem çok büyük bir zevk, hem çok büyük bir sorumluluk. Öte yandan, öğretim üyelerimiz de zamanında üniversite sınavlarında bu başarıyı göstermiş kişiler arasındadır. 1980 yılında İş Bankası’nın ilk 50’ye verdiği ödülü almış olmak, bizim bölümde çok sıradan bir durum; çünkü öğretim üyelerimiz arasında üniversite sınavı birincisi bile var. Ancak, zamanında iyi öğrenci olmak, iyi bir özgeçmişi olmak, bu öğrencilerin karşısına çıkmak için yeterli değildir. İşinizi ciddiye almak, çok çalışmak, öğrencilerin önüne hazırlıklı çıkmak zorundasınız. Bu kadar iyi öğrencilere karşı sorumluluk duymak gerekir.
Sınavlarda bu başarıyı göstermek için çok çalışan öğrencilere başka bir sorumluluğumuz daha var: Arka kapılara izin vermemek. Aynı sınıfta, aynı sıralarda oturan iki öğrencinin, birisi üniversite sınavında 316. olup bizim bölüme giremese, diğeri üniversite sınavına bile girmeden başka yollarla bu bölüme gelse, hakkaniyete sığar mı? Kesinlikle sığmaz. Bu nedenle, bu arka kapıları kapalı tutmak için büyük kararlılık gösteririz.
Peki nasıl bir arka kapı bu dediğinizi duyar gibiyim. Mesela, İstanbul’da bir lisede okuyorsunuz ama yabancı uyruklu, ya da çift vatandaşsınız. Ya da yurtdışında bir lisede, mesela Diyanet Vakfının liselerinde okuyan bir öğrencisiniz. Sınavda 316. olan öğrencinin önüne geçme hakkınız olmalı mı? Bu öğrencilere böyle bir ayrıcalık tanımanın büyük haksızlık olduğunu düşündüğümüz için, bu kapıları hep kapalı tuttuk. Bu sene, yönetim, bir sebeple bu yetkiyi elimizden aldı. Bu haksızlığa karşı çıkan bölüm başkanlarımızın görevden alınması, bu arka kapının öğrenci kalitemizi düşürecek şekilde açılma olasılığını düşündürüyor.
İçişleri Bakanlığı'nın tartışmalı bir kararla Tunceli ve Ovacık belediye başkanlarını görevden alarak yerlerine kayyum ataması,…
Kendimden korkuyorum artık. Bıkkınlık gelip Stockholm Sendromuna yenik düşmekten, sahte mutluluk yaşayıp adalet mücadelesini bırakmaktan…
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında…
CHP’nin önceki Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun bugün 22 Kasım'da Ankara’da yargılanmaya başlaması Türkiye’de siyaset üzerindeki…
Üç MHP milletvekilinin istifası haberi 20 Kasım akşam saatlerinde siyaset kulisine bomba gibi düştü. Beklenen…
Ankara’nın Nallıhan ilçesinde bulunan Çayırhan Termik Santrali’nde yaklaşık 500 madenci özelleştirme kararına karşı kendilerini maden…