İş yükü en düşük yüksek yargı organı olmasına karşın Anayasa Mahkemesi (AYM) bireysel başvuruları çok fazla bularak havlu atıyor. Raportörler de dahil, kabul edilemez başvurular çıkarıldığında AYM’de hâkim başına sadece 300 dosya düşüyor. Oysa bu sayı Yargıtay’da 1.051, Danıştay’da 656, istinaf mahkemelerinde 708 ve ilk derece mahkemelerde 1.073 dosya.
AYM Başkanı Zühtü Arslan, bireysel başvuruların dörtte üçünün adil yargılama hakkına ilişkin olduğunu, AYM’nin 2012’den bu yana vermiş olduğu 30 binden fazla ihlal kararının yüzde 77’den fazlasının adil yargılanma hakkına, yüzde 60’ından fazlasının makul sürede yargılanma hakkına ilişkin olduğunu söylüyor. 2021 yılı Adalet İstatistiklerine göre ise AYM, toplam 66.121 adet bireysel başvurunun 32.826 adedini kabul edilemezlik, 404 adedini idari ret kararı vererek elenmiş. Esastan incelediği başvuruların 11.830 adedinde en az bir hakkın ihlal edildiğine, 11.045 adedinde adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiş.
AYM içtihadına göre makul yargılama süresi dört sene. Bu süreyi aşan her dava makul sürede yargılanma hakkını ihlal ediyor. AYM içtihadına göre neredeyse her davada makul süre aşılmaktadır. Zira her davada ilk derece, istinaf ve temyiz aşamaları rahatlıkla dört seneyi bulmakta; ticari davalar ve ağır ceza davaları ilk derecede ortalama dört yıl civarında sürmekte; temyizden geçerek kesinleşmesi ise on seneyi bulmaktadır. Bozma kararı verilen durumlarda bu süreler kolaylıkla ikiye katlanmaktadır.
Başkan Arslan’ın da belirttiği gibi bu durum arızî değildir! Makul sürede yargılama yapamama gerçeği Türkiye’nin sistematik bir yargı sorunudur. Resmi Adalet İstatistiklerine göre mahkemelerin ellerindeki işlerin yaklaşık yüzde 35’ini sonraki yıllara devretmesinden ortalama bir davanın beş ila dokuz yıl civarında süreceği kestirilebilir. Nitekim 2021 yılında eldeki 11 milyon 651 bin dosyanın 3 milyon 299 bini 2022’ye devretmiştir.
Yargılamaların makul sürede bitirilmemesi yargıda geniş bir yelpazeye yayılan yapısal sorunların ortaya çıkardığı bir sonuçtur. Bunlar ana hatları ile; meslek mensuplarının keyfiliği, hesap vermezliği ve itibar edilmezliği, mahkemelere yapılan açıklamalara güven duyulmaması, delillerin kalitesiz ve yetersiz, toplanmasının yavaş ve gecikmeli, nihayetinde yeterince tartışılmıyor olması, yargılama süreçlerinin ve alışkanlıklarının hantallığı, uygulayıcıları kısıtlar ve keyfiliğe zorlar nitelikte olması; sistemin “tek celse” ilkesini gerçekleştirmeye yetersiz olması ile arkaik ve yozlaşmış yargılama usulü kuralları, kemikleşmiş alışkanlıklar ile yargı sisteminin kötü ve keyfi idaresinin yargı sistemini felç etmesi olarak özetlenebilir.
Yargılamalarda iddia, savunma ve hüküm işlevlerini yerine getiren savcı, avukat ve hakimlik meslekleri yargının asli unsurlarıdır. Buna karşın yargıyı sadece hâkim ve savcılardan ibaret gören anlayış sistemin itici gücü olan avukatları hâkim ve savcıların arasına sokulmuş ajanlar gibi görmektedir. Bu anlayış; avukatların doğruyu tespit etme, delil toplama, bilirkişi bulup rapor alma ve benzeri görev ve yetkilerine de müdahale ederek davadaki bütün işlemleri hâkim ve savcılara yüklemekte; yargılamalarda iş yükünün 10’da 9’u, iş gücünün yaklaşık 10’da 1’ini teşkil eden hâkim ve savcıların tekeline verirken iş gücünün 10’da 9’unu teşkil eden avukatları atıl bırakmaktadır. Aynı anlayış sonucunda işini yapamadıkları halde görevlerinin verdiği imtiyazlardan yaralanan hâkim ve savcılar ile yargı idarecileri fiilî imtiyazlar kazanarak dokunulmaz bir zümre haline gelmiş bulunmaktadır.
Yargılamalarda dürüstlük ilkesinin hayata geçirilmemiş olması müvekkil ile avukat, avukat ile karşı taraf avukatı, avukatlar ile mahkeme hâkimi, hâkim ile vatandaş arasında tam bir güvensizlik ve şüphe ortamı oluşturmaktadır. Avukatlar saygınlık görmeme, yetersiz iş ve yetersiz gelir sorunları arasında sıkışmış bulunmaktadır.
Mahkemeye gerçeğe aykırı beyan – yani yalan söylenmesi savunma hakkı olarak hoş görülmekte; uyuşmazlıkların çözümü için gerekli delillerin tam ve doğru olarak ifşasını sağlayan, aksi davranışı önleyen mekanizmalar kurulmamış bulunmaktadır. Bu durum davaları çözmek için kaliteli malzeme – yani delil elde edilmesini, delillerin kısa sürede toplanmasını imkansızlaştırmıştır.
Yıllar sürebilen delil toplama aşamasından sonra her davada başvurulan sakat bilirkişilik uygulaması ile bir yandan tarafların iddia ve savunma hakları kısıtlanırken diğer yandan bilirkişi bulma, rapor alma, itirazlar için yeni bilirkişi bulma yeni rapor alma, iki rapor arasındaki çelişkileri üçüncü bir bilirkişi raporu ile gidermeye çalışma şeklinde özetlenen mahkeme bilirkişi sistemi ile davalar yıllarca sürüncemede kalmaktadır.
Zorlama yöntemlerle bilirkişilik sistemini yargıya yamayan, Anayasa’ya ve kanuna aykırı olarak bilirkişilere hâkim yardımcısı gömleği giydirip hâkim teminatı sağlayarak koruyan bilirkişilik sistemi içerdiği tüm yozlaşmaları yargıya taşımıştır. Mahkemeler önlerine gelen davaları taraflara rağmen kendi bildiği şekilde çözmeye çalışmakta ve bunda da başarısız olmaktadır.
Yıllarca sürüncemede kalan davalarda hakimler birkaç kere değişmekte, “doğal hâkim” yani bir davaya dava açıldığı anda görevli olan hâkimin bakacağı ilkesi neredeyse bütün davalarda ihlal edilmekte, dosyaya evrak üzerinden aşina olmaya çalışan yeni hakimlerin kararları ise yeterince isabetli olmamaktadır.
AYM iş yükü şikayetini gidermenin birinci yolunun mahkemenin kapasitesini artırmak ve arkasından iş yüküne neden olan adil yargılanma ve makul sürede yargılanma hakkı ihlallerini ortadan kaldırmak olduğu sokaktaki sıradan insanlara bile aşikardır. Ancak makam ve mevkileri vatandaşa hizmet değil hükmetme ve böbürlenme yeri olarak gören anlayış çözümle görevli üst düzey kamu görevlilerinin ve iktidardaki siyasilerin gözlerini kör, akıllarını lal ediyor.
2012 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) hakkında en çok ihlal kararı verdiği ülke imajını makyajlamak amacıyla AİHM ile danışıklı olarak AYM’ye doğrudan bireysel başvuruları getiren, o günlerde eleştirileri göz ardı etmiş, daha da önemlisi ta o tarihlerde ayyuka çıkmış olan soruna çözüm üretmeyi ihmal etmiş olan dönemin adalet bakanı Sadullah Ergin bu günlerde “Adalet duygusu tatmin edilmedikçe bireysel başvuru sayılarının önüne geçilmesi mümkün olmayacaktır. AYM’nin akreditasyonu kaldırılabilir,” diyor.
Adalet Bakanlığı, 2009, 2015 ve 2019 yıllarında üç adet Yargı Reformu Strateji Belgesi çıkarmış, önceki Adalet Bakanı Abdülhamit Gül son belgeyi geniş bir kamuoyu kampanyası ile duyurmuş, iktidar TBMM’de yeterli çoğunluğa sahip olmasına rağmen tek celse ilkesini hayata geçirememiştir. Bu durum bazı hakimlerin “Davalar tekemmül etmiş dosyalarla açılsa kolayca yaparız!” şeklindeki iddialı sözlerini mevcut durumda gerçekleştirmenin mümkün olmadığının delilidir.
İngilizlerin meşhur “İstemek çikolata edinmeye yetmez” manasındaki “I want chocolate, does not get it” atasözünde olduğu gibi “tek celse” yargılama yapmayı istemek onu gerçekleştirmeye yetmez…
Mahkemeye dava ile ilgili gerçekleri (vakıaları) tamamını dürüstçe ve eksiksiz olarak ifşa etmeden (açıklamadan), uyuşmazlığın çözümü için lehe ve aleyhe olan delillerin tamamını tam ve doğru olarak ibraz etmeden (mahkemeye sunmadan), ifadelerine ve görüşlerine başvurulacak olan tanıklar ve bilirkişilerin bildiklerini öncede sorarak yazılı hale getirilmeden, taraflar ve vekilleri ile tanık ve bilirkişilerin hepsini belirlenen günde mahkemede hazır bulunmalarını sağlamadan tek celse ilkesini gerçekleştirmek mümkün değildir. Başka bir deyişle tek celsede yargılama yapmayı engelleyen yapısal sorunlarını çözmeden makul sürede yargılanma hakkı ihlallerini ortadan kaldırmak mümkün değildir.
Uyuşmazlıkların çözümünde dürüstlük ilkesi hayata geçirilmeli, taraflar, vekilleri, tanıklar ve bilirkişilerin mahkemeye yapacakları tüm beyanların dürüstçe, tam ve eksiz olması sağlanmalı, bunun sağlayacak mekanizmalar kurulmalı, bu mekanizmayı bertaraf etmek veya dolanmak katıksız yaptırımlarla caydırılmalıdır. Örneğin yalan söyleyen vatandaşın davası sırf bu sebeple reddedilmeli, sanıkların susma hakkına tam riayet ederken, yargılamayı geciktiren zorlaştıran davranışları – takdir indirimi yapılmaması gibi yöntemlerle – caydırılmalıdır.
Uyuşmazlığın çözümü ile ilgili delillerin – sanıklar hariç – kimin elinde olursa olsun tam ve doğru olarak ifşa etmesi sağlanmalıdır. Delilleri, tanık beyanlarını ve bilirkişi görüşlerini almak, tartışarak hâkimin önüne sunulabilir olgunluğa getirmek için avukatlara yetki ve sorumluluk verilmelidir. Vatandaş ya da avukatının bu yetkiyi etkin kullanmasına yardım etmek, suistimalleri önlemek ve ön tedbirlerin alınmasında görevli olmak üzere adli hazırlık mahkemeleri kurulmalı, bu mahkemelerin gözetiminde tekemmül etmiş dosyalar yargılamayı yapacak olan mahkemelere iletilmelidir.
Tekemmül etmiş dosyalar önüne gelen mahkemeler dilekçe teatisinden hemen sonra tek celse duruşmada bütün delilleri kesintisiz olarak tartışarak orada hasıl olacak kararı derhal açıklamalıdır. İlgili her tarafın, tanıklar ve bilirkişilerin duruşmada hazır bulunması sağlanmalıdır. Böylelikle bu gün ortalama 4-5 sene süren davalar 3-4 ayda, daha basit olanları 40-50 günde kesin ve tatmin edici olarak çözülmelidir. Bu kolayca mümkündür; nasıl olacağını buradan görebilirsiniz.
Yargılamalara dürüstlüğü ve kaliteyi hakim kılan bir sistem kurulduğunda derneğimizin önerdiği şekilde uyuşmazlıklardan bereket ve ilerleme çıkarmamızı sağlayacak ve yargıyı katma değer üretir hale getirecek olan modern proaktif uyuşmazlık yönetimi sistemi kurulabilir ve uyuşmazlıkların, İngiltere örneğinde olduğu gibi, mahkemede tam yargılama aşamasına geçmeden önce, tarafların ve vekillerinin iletişimi ve uzlaşması ile çözülmesi sağlanabilir.
Kılı kırk yararak incelemesi gereken bireysel başvurulardan önünde yığılmış olan devasa sorunu analiz ederek kök sebeplerini bulabilecek, sorunun çözümünü adım adım tarif edebilecek olan Anayasa Mahkemesi, çözümler üretmek yerine üstündeki iş yükünün kaldırılmasını talep ediyor. Varlık sebebine aykırı hareket ederek en üst yargı makamı tarafından incelenmesi gereken başvuruları idari bir makama yönlendirmeyi öneriyor.
Başvuruların yaklaşık yüzde 80’ini “kabul edilemez” bularak elediklerini göz ardı ederek 2012’den bu yana 428 bin küsur başvuru yapıldığı beyanıyla bir istatistik safsatasını da gerekçe göstererek iş yükünden şikâyet eden Sayın Zühtü Arslan, “İş yükünde en önemli şikâyet konusu; uzun yargılamaların AYM’den önce denetimden geçmesi, AYM’nin bunlara ilk elden bakmaması gerekiyor. Bu da Adalet Bakanlığı bünyesinde kurulan bir komisyonun incelemesiyle yapılabilir,” diyerek AYM’nin ne istediğini tam olarak çok önceden tarif etmiş bulunuyor. Adalet Bakanlığı da bu yönde harekete geçmiş, AYM’deki 68.000 dosya, son yargı paketiyle bakanlıktaki İnsan Hakları Tazminat Komisyonu’na devredilecekmiş.
Muhtemelen vatandaşı bezdirecek bir yöntem izlenecek. AYM’deki 68.000 dosyanın Adalet Bakanlığına devrine dair bir kanun çıkarılacak, “AYM’nin iş yükünü azaltma” bahanesiyle yargıda hakkını alamayan vatandaşların bireysel başvuruları Adalet Bakanlığına teslim edilecek. Onca emek ve masraf harcayarak yapılan, sonucu yıllardan beri beklenmekte olan başvurular bir tuş darbesiyle kapatılacak, vatandaşa “Adalet Bakanlığına yeniden başvur!” denilecek.
Çağdaş standartlarda yargılama yapılsa 3-4 ayda bitmesi gereken davası yıllarca süren, hakkını da yargıdan hak ettiği hizmeti de alamayanlar AYM kapısından da geri çevrilecek, şikayetlerin baş sorumlusu olan Adalet Bakanlığının eline ve merhametine teslim edilecek. Bürokratlardan oluşan komisyon şikayetleri gidermeden, göstermelik tazminatlar teklif ederek vatandaşı kabul etmeye zorlayacak. Vatandaş, sabrı ve takati kalırsa Anayasa Mahkemesine tekrar başvuracak, AYM muhtemelen kabul edilemez diye incelemeyecek, vatandaş hâlâ sağ ve çıldırmamış ise AİHM’ne başvuracak…
Böylece başvuruların sayısı düşürülecek, sahipleri terbiye edilecek, karşılığında ise AYM iş yükünden kurtulup rahat edecek… Adeta Srebrenitsa’da barış gücü askerlerinin masum Bosnalıları, kuzu kuzu Sırpların eline verdiği katliamın benzeri bir durum söz konusu.
Meseleye biraz daha akılla yaklaşsalar “dosyaların komisyona devriyle uğraşmayalım, vatandaşı da uğraştırmayalım, komisyon AYM’deki dosyaları incelesin, haklı gördüğü başvuru sahiplerine uygun bir tazminat vererek uzlaşsın, AYM geriye kalanları inceleyip karara bağlasın” diyerek herkesin işini kolaylaştıran akılcı bir yol bulabilirlerdi. Fakat millete eza etmeyi, kendilerine lüzumsuz iş çıkarmayı seçmişler.
Bireysel başvuruların yığılması AYM’nin belki de en önemsiz sorunudur. Ancak AİHM etiğe aykırı bir şekilde AYM’ne başvurunun sonuçlanmasını AİHM’ne başvuru şartı kabul ettiği için bireysel başvuruları geciktirmeden karara bağlaması gerekir. Bunun için ise mahkemenin tetkik hâkimi sayısını artırmak, sadece bireysel başvurularla görevli olan bir daire oluşturmak yeterli olur.
AYM’nin en önemli sorunları üyelerinin atanmasında liyakatin aksaması, üye adayları arasında eşitler arası açık yarışma olmaması, liyakati olmayanların aday gösterilmeleri ve atanmalarında kamuoyunun sözünün olmaması, siyasi sadakatlerine göre atanmaları ve sonucunda mahkemenin içtihat çelişkilerine de neden olan siyasallaşması ve güven kaybetmesi olarak özetlenebilir. İşlevi bakımından ise ülkedeki bütün Anayasa sorunları AYM’ye gelmesi gerekirken bir kısmının Danıştaya gitmesi ve farklı yorumların ortaya çıkması, norm denetime – iptal davası açma hakkının kısıtlı sayıda aktöre verilmesi nedeniyle Anayasa’ya aykırı kanun ve düzenlemelere mahkemenin müdahale edemiyor olması da bu sorunlara eklenmelidir.
Bireysel başvurular sorununa çare ararken bulunacak yolların diğer sorunlara etkisini de dikkate alarak kapsamlı çözümler geliştirilmesi, mahkeme başkanının bu yolları da dillendirmesi gerekir. Oysa Sayın Arslan yığılmaya neden olan binlerce başvurunun AYM’nin üzerinden alınmasını talep etmektedir.
Daha İyi Yargı Derneği AYM’nin üye sayısını 15’ten 30’a çıkarmayı, 3 daire ve genel kurul olarak görev yapmasını, yeni üye adaylarının eşitler arasında açık yarışma ve kamuoyu katılımı ile, gerekçeli ve açık oy esasıyla aday gösterilmesini ve atanmasını, önce bireysel başvurulara bakan dairede görev alarak tecrübe kazanmasını, böylelikle atanmalarındaki siyasi etkinin daha da azaltılmasını önermektedir.
Yetkililer çözümlerimizi dinleyin, irdeleyin ve eleştirin. Bu vesile ile derneğimizin on yılı aşkın birikimlerini, dokuz kişilik bir ekibin bir yıllık çalışması ile formüle ettiği, Türkiye’de ve uluslararası alanda tartışmaya açtığı ve oldukça güzel geri bildirimler aldığımız köklü çözüm önerilerimizi takdim etmek için randevu talebimi sonuçsuz bırakan Sayın Anayasa Mahkemesi Başkanına ve Sayın Adalet Bakanına bir kere daha sesleniyor ve randevu talebimi kamuoyunun önünde tekrar ediyorum.
ABD’nin seçeceği 47’inci Başkan, Türkiye’nin 12 Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın çalışacağı 5’inci Başkan olacak. AK Parti…
İçişleri Bakanlığı 4 Kasım sabahı Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk’ü, Batman Belediye başkanı Gülistan…
Karl Marx’ın meşhur sözüdür: tarihte olaylar ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak tekrarlanır. CHP’li İstanbul Büyükşehir…
ABD’nin Orta Doğu’dan da sorumlu Merkezi Komutanlığı (CENTCOM) 1 Kasım’da gönderileceği duyurulan ilk B-52 stratejik…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer'in tutuklanmasını protesto etmek için düzenlenen mitingdeki…
Avrupa Komisyonu'nun üyeliğe aday ülkelerin son bir yıl içindeki gelişmelerini değerlendiren yıllık raporu, 30 Ekim…