Türkiye neden birkaç haftalık şekli bir erken seçim ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın üçüncü dönem adaylığı tartışır oldu? Depremler sonrası ilan edilen bölgesel OHAL uygulamasıyla şekli de olsa erkene alınacak seçimler gerçekleşebilir mi?
Bu tartışmaların ana nedeni, kötü bir ekonomi yönetimi sonucu 2021 sonunda yaşanan kur krizi ve yarattığı sonuçlar ile seçime gitmek; 2001 krizi sonrası erken seçim kararı alan Ecevit, Yılmaz ve Bahçeli koalisyonunun yapmış olduğu hataya bir kez daha düşmek olacaktı.
Ekonomide bu derece kötüye giden durumla seçime gitmek siyasi intihar olacaksa, o zaman beklemek ve elde ne var ne yoksa seçmenin yaralarını sarmak için kullanıp ummak ki seçmen tüm olup biteni unuttuğunda hala aklında AK Parti’nin güzel günleri kalmış olsun. Geleceğe baktığında da hala AK Parti’den bir başkasının başarılı olamayacağını düşünmeye devam etsin.
Bu büyük plan içerisinde üçüncü kez adaylık önünde Anayasal engel varmış çok önemli mi? Hayır. O zaman da bu adaylığın aslında üç değil ikinci olduğunu iddia edip yola devam edilebilir. Hesap sanki bu. Ama tabii bu hesapta da hala seçmenin sandıktan Erdoğan’ı önde çıkarması gerekiyor. Bu kadar çaba buna yeter mi? Ekonomik saiklerle oy veren seçmen ne düşünür? Depremler sonrası ekonomiye dair değerlendirmeler ile depreme hazırlık ve sonrasındaki performans temelinde değerlendirmeler ne yöne doğru gelişecektir?
Ekonomide bütün çabalara rağmen bir fırsat penceresi dahi açılamamış görünüyor. Muhalefetin çağrılarına uyup 2022 sonbahar aylarında seçime gidilmiş olsaydı en azından muhalefetin bugünkü kadar ittifakı perçinleyip, yeni bir program oluşturmasına fırsat verilmeden ve ekonomik kriz de daha çok derinleşmeden seçimi bitirmiş olabilirdik.
2022’nin ilk yarısının hemen ardından erken seçime gidilseydi Millet İttifakının bugünkü kadar hazır olamayacağı açık değil midir? Altılı masanın hükümet programı, taahhütleri ortaya çıkmadan önce mi seçime gitmek daha iyi olurdu yoksa sonrasında mı?
Denilebilir ki daha ortada aday bile yok. Oysa aday olmadan zaten seçim olmayacaktır. Yani aday bir şekilde zaten ortaya çıkacakken bu adayın ittifakın düşünsel temelinin oluşması öncesinde mi, yoksa sonrasında mı olması iktidarın lehine olurdu?
Bir diğer konu da elbette güz 2022 de yapılacak bir seçimde ekonomiye dair girişilen yeni düzenlemelerin oldukça zayıf kalacak olmasıdır. Oysa Mayıs’ta bir erken seçime kadar seçmeni biraz rahatlatacak düzenlemeleri yapıp bunların kötü sonuçları gözlenmeden de ekonominin düzelmekte olduğu iddiasıyla seçime gitmek de bir alternatif düşünce olabilir.
Depremler bu alternatif bakışı boşa çıkarmıştır. Ekonominin yanı sıra artık çok temel güvenlik alanında da performans değerlendirmelerin depremler sonrası zayıflaması yüksek olasılıktır.
Eğer hükümet kendini bu şartlarda seçime gitmek konusunda rahat hissetseydi seçime gidebilirdi elbette. Gitmemişse bu tamamen bir zamanlama hesabı dolayısıyladır.
Eğer seçimler zamanında yapılacak olsaydı o zaman en azından prensip olarak yeni başkanlık sisteminde bize en başından verilmiş olan sözlere uygun olarak seçimler zamanında yapılır prensibinden hareket edildiği söylenebilirdi. Oysa seçimler yeni cumhurbaşkanlığı yönetim sisteminde 2018 de olduğu gibi, 2023’de de zamanında değil erken olarak yapılacak gibi duruyor. Kısacası bu 14 Mayıs zamanlaması özünde bir mecburiyet sonucu olmaktadır.
Mecburiyet, özünde, temel olarak ekonomik ve sosyal şartların anlamlı şekilde erken bir seçime olanak sağlamamasıdır. Yoksa bugünkü adaylık meşruiyeti sorgulamasını da beraberinde getiren bir meclisin fesih kararıyla erken seçime gitmek durumunda da kalınmazdı. Depremler sonrası yeni mecburiyetler de elbette gündeme gelebilir. Milyonlarca seçmenin fiziki şartları, seçmen kayıtlarının güncellenmesi gereği, seçim kampanyasının deprem bölgesinde yapılabilirliği gibi konular Mayıs hatta Haziran da yapılacak seçimleri zora sokar mı göreceğiz.
Vaktinde yapılacak seçimlerin adaylığın anayasaya uygunluğu tartışmalarını daha da alevlendireceğini de akılda tutmalıyız elbette. Her şart altında bu zorluklara hazırlıklı olmalı, demokrasi, gecikmeksizin adil ve düzgün yönetilen seçimler yönünde tavrımızı net bir şekilde ortaya koymalıyız.
İktisatçılar sanıyorum Eylül-Ekim 2022 deki bir seçimin bugüne dek uygulanan politikaların zararından ülkeyi korumuş olmakla daha yararlı olacağını ileri süreceklerdir. Ama o karar artık geçimişte kaldı.
İktidar hanesine yazılan, en başta büyük bir gayretle krizden etkilenen kesimlere asgari ücret ayarlamaları, yeni EYT düzenlemesi, yada işyeri ve konut projeleri gibi birtakım yardımlardır. Kur korumalı mevduat hesabı uygulaması geniş halk kitlelerine ancak dolar kurunu dalgalanmak ve ani yükselmelerden alıkoyarak ama kamu bütçesine de ciddi bir masraf kalemi yaratarak yardımcı olabilmektedir. Yoksa asgari ücretle geçinen kitlelerin bu sisteme para yatırıp paralarının değerini bir nebze koruyacakları bir tasarrufları elbette yok. Fiyat dondurma gayretlerinin de işlemediği ve enflasyonla mücadele edilmediği de ortadadır.
Erdoğan yönetiminin ekonomide halka yardım çabaları kısa dönemli, sürdürülemez ve yetersiz olarak mı değerlendirilecektir? Yoksa süregelen enflasyon sonucu alım gücü erimiş vatandaş bu gözlemi yapmayı reddederek geleceğin AK Parti ve Erdoğan iktidarıyla daha iyi olacağı kanaatine mi varacaktır? Bu resim karşısında ekonomik oy verme saikleriyle hareket eden vatandaş nasıl davranacaktır?
Öncelikle seçimler geçmişe değil geleceğe dönük değerlendirmelerin bir sonucudur. Geçmişe dair değerlendirmeler ancak geleceğe dair anlamlı olduklarında önemlidir. Bir futbol örneği kullanışlı olabilir burada: Golcü bir futbolcunun bugünkü piyasa değeri şimdiye kadar atmış olduğu güzel ve yüksek sayıdaki goller nedeniyle değil, gelecekte de benzer bir performansın devam edeceğine dair bir inanca bağlıdır. Bu futbolcunun attığı goller gelecekte atacaklarının teminatı olmasa da göstergesidir.
Siyasetçiler ya da partiler için de benzer bir mantık geçerlidir. Eğer ekonomik performans iyi olarak görülüyorsa, ki bunlar seçmenler için her zaman öznel değerlendirmelerdir, gelecekte de benzer bir iyi performans gösterileceği beklentisiyle performans sahibi iktidar partisine destek verilir. Eğer ekonomide ya da güvenlik ve dış politika gibi başka konularda yapılan değerlendirmeler iyi değilse ve bu kötü performanstan da iş başındaki yönetim sorumlu tutuluyorsa, o zaman gelecekte de benzer bir kötü performans beklentisiyle iktidar partisine oy verilmez.
Muhalefeti ise bu temelde desteklemek mümkün değildir. Yani muhalefetin tanım gereği performansına bakamayız. Muhalefete dair değerlendirmeler ya sadece iktidarın performans değerlendirmesi dolayısıyla yapılabilir, ya da sadece varsayımlara dayalı yapılabilir. Yani muhalefet iktidarda olsaydı performansı nasıl olurdu gibi bir değerlendirme ile muhalefete oy desteği kararı verilebilir. Ya da daha elle tutulur bir şekilde iktidar öyle kabul edilemez bir performans sergiler ki nasıl bir performansı olacağı belli olmayan bir muhalefete de destek büyüyebilir. Örneğin 2002 seçimlerinde AK Parti’ye yönelen seçmen büyük ölçüde böyle davranmıştı. Yani performansın kötülüğü tek başına yeterli değildir. Bu kötü performansı iktidarın sorumluluğunda olduğuna dair bir kanaatin de olması gerekir.
Muhalefetin işbaşına geldiğinde nasıl bir yönetim sergileyeceğine dair çıkarımlar eğer varsa yerel yönetimlerde neler yapıldığına da bağlıdır. Bu bağlamda yerel yönetimlerdeki performans iktidarın performans göstergeleriyle karşılaştırılabilecek yegane gösterge olabilir. (1)
2019 yerel seçimlerinde İstanbul, Ankara, İzmir, Adana gibi büyükşehir belediyelerinin muhalefete geçmiş olması 2023 seçimleri için değerli bir gösterge olarak dört seneyi aşkın bir performans bilgisi vermektedir. Muhalefet kontrolündeki bu büyükşehir ve diğer belediyelerin iktidar ile açık bir performans yarışında olmaları elbette zordur. Ellerindeki olanaklar önemli ölçüde merkezi yönetime ve onun politikalarına bağlıdır. Bu bağlılık da en azından zaman zaman merkezi yönetim tarafından muhalefet kontrolündeki belediyeler aleyhine kullanılmaktadır.
Ancak tüm bu engelleyici çabalara rağmen muhalefet belediye başkanlarından ikisinin işbaşındaki performansları, hem Ankara, hem de İstanbul büyükşehir belediye başkanlarını dört yıl içerisinde cumhurbaşkanlığı seçimlerinde gündeme taşımıştır. Gerek İmamoğlu, gerek Yavaş’ın isimlerinin Cumhurbaşkanlığı için dikkate alınır olmasının başka nasıl bir açıklaması olabilir? Bu isimler üzerindeki hassas dikkat mutlaka hem seçim başarıları, hem de yerel yönetim anlayışları, projelerinin hissedilen farkları temelinde de şekillenmektedir. Kısacası muhalefet işbilirlik ve yönetim becerilerini göz önüne sererek performans temelinde seçmenin oyuna talip olabilmek için yerel yönetimlerde neler yaptıklarını göstermek zorundadır.
Peki seçmen ekonomiye yada başka bir siyaset alanına bakarak performans değerlendirmesini geleceğe yönelik yapıyorsa, hangi zaman dilimine bakarak bu değerlendirmeleri yapmaktadır? Öncelikle bu değerlendirmeleri uzun dönemli değildir. Bu konularda anlamlı bir değerlendirme yapmanın ne derece güç olduğunun da altını çizmeliyiz. Seçim çalışmalarında ekonomideki dalgalanmaların bir nebze göz ardı edilebilmesi amacıyla son bir yıl ve gelecek bir yıla dair değerlendirmeler alıyoruz. (2)
Ekonominin hükümetin izlemiş olduğu politikalar nedeniyle kötüye gittiği ya da gideceğine dair değerlendirmeler yükseldikçe kişilerin işbaşındaki parti ya da adaya oy verme olasılıkları da anlamlı bir düşüş göstermektedir.
Ekonomik değerlendirmelerde birkaç örüntü ön plana çıkmaktadır. Öncelikle geçmiş ve geleceğe yönelik değerlendirmeler her ne kadar aynı yönde hareket ediyor olsa da geleceğe dair değerlendirmelerde her zaman daha iyimser bir değerlendirme verilmektedir.
Aşağıdaki şekilden de görüldüğü gibi geçmiş bir yılda hükümetin izlemiş olduğu politikaların aile ya da Türkiye ekonomisi üzerine etkilerini negatif olarak değerlendirenler 2002 seçimleri öncesinde yüzde 90 düzeyindeydi. Kasım-Aralık 2022 dönemi için alınan değerlendirmeler o kadar yüksek düzeyde negatif değildir.
Ancak 2022’de son bir yıla dair değerlendirmeler aile ya da Türkiye’ye dair yüzde 67 civarında negatiftir ve 2002’den bu yana görülen en yüksek negatif değerlendirme düzeyine karşılık gelmektedir.
Daha önceki eğilimlere uygun olarak geleceğe dair ailenin ya da ülkenin ekonomik durumuna dair değerlendirmeler yüzde 54 düzeyinde negatiftir.
Mayıs 2023 seçimlerine giderken bu negatif değerlendirme eğilimleri yükselecek mi, yoksa düşecek midir? Önümüzdeki 3-4 ay içerisinde şu anda son 20 yılda görülen en yüksek negatif değerlendirmenin iyiye gitmesini sağlayacak bir büyüme, ya da enflasyonda bir gerileyiş beklenebilir mi?
Bu soruyu cevaplarken akılda tutmamız gereken en temel konu, söz konusu değerlendirmelerin öznel ve partizan tarafgirlikle yapılmakta olduğudur. Örneğin son bir yılda hükümetin izlemiş olduğu ekonomik politikaların ailenin ya da ülkenin ekonomik durumunu negatif olarak etkilediğini söyleyenlerin oranı AK Parti seçmeni içinde yüzde 42, MHP seçmeni içinde yüzde 63 düzeyinde iken CHP ve İyi Parti seçmeni içinde yüzde 82-83 düzeyindedir.
Gelecek bir yıla dair negatif değerlendirmeler AK Parti (yüzde 28) ve MHP seçmeni için (yüzde 39) geçmişe dair değerlendirmelerden daha iyimserdir.
Ancak CHP seçmeninin yüzde 77’si, İyi Parti seçmenin de yüzde 84’ü gelecek için çok daha kötümser bir değerledirme yapmaktadır.
Seçmenler değerlendirmelerinde muhalefet ya da iktidar taraftarı olmalarına bağlı olarak tarafgir değerlendirme yapma eğilimindedirler.
Bu eğilimi destekler veriler yapmış olduğumuz medya içerik taramalarında da göze çarpmaktadır. Gazetelerin yandaş ya da muhalefet tarafında olmasına göre parti ve lider değerlendirmeleri değişmektedir. Hatta seçim kampanyası süresince iktidar tarafını destekler ya da muhalefet tarafını destekler içerik oranı yandaş ve muhalif gazetelerde git gide birbirinden ayrışmaktadır. (3)
Benzer partizan tarafgirliğin ekonomik değerlendirmelerde de sürüyor olmasını bekleriz. Kısaca hem medyadaki içerik, hem doğrudan seçmen kitlelerinin ekonomi ya da başka bir siyasal içeriği değerlendirirken öncelikle partizan kimliklerini kollayan ve ona göre bir tavır alan bir tutum sergilediğini gözlemliyoruz.
Bu partizan kimlik önemlidir çünkü bu kimliği takip eden tüm tutum ve davranışlar bu kimlik ile uyum içerisinde şekillenmektedir. Bu kimlik eğer iktidar partileriyle uyum içerisindeyse farklı siyasa alanlarındaki performans değerlendirmeleri bu kimliğe uyumlu şekilde pozitiftir. Aksi taktirde muhalif partilerden birini daha başarılı görme eğilimi destek bulmaktadır. Sabit aidiyetleri değiştiren eğilimler ancak partizan kimlikleri zayıf yani ortada olan grupların hangi yöne meylettiklerine bağlıdır. Eğer bu gruplar muhalefete yakınlaşırlarsa muhalefet, aksi taktirde ise iktidar yükselmektedir.
Kısaca özetlersek, performans dışı ideolojik değerlendirmeler de uzun dönemli etmenler olarak oy kararı üzerinde etkilidir. Performans değerlendirmelerinde sadece ekonomi değil çok farklı siyasa alanı önemlidir. Her seçmen için bu alanların görece önemi de değişir. Üstelik işbaşındaki hükümet bir alanda, örneğin ekonomide başarısız olarak görülse bile başka bir alanda, örneğin güvenlik ya da dış politikada, daha başarılı buunabilir.
Partizan kimlik uzun dönemde şekillenir ve her türlü siyasi değerlendirmeyi etkiler. Ancak bu kimlik hiçbir zaman katılaşıp değişmez bir hal almaz. Her zaman bireyler arasında farklı bir olgunluk gösterdiği gibi bireylerin zaman içerisindeki partizan kimlikleri de akışkan ve değişim içindedir. Dolayısıyla zaman içerisinde partizan kimlikler ve bunların sonuçları sürekli bir değişim içindedir. (4)
Yukarıda bahsettiğimiz bu farklı kriterler ve tüm bu tartışma iktidarın, ne zaman olacaksa, gelecek seçimleri kazanmakta zorlanacağını gösteriyor. Ancak her seçimde kaybeden olduğu gibi aynı zamanda seçimin kazananı da olması gerekir. Yani muhalefet “ekonomi zaten kötü ve iyileştirmek için de pek bir gayret gösterilmiyor”, “yapılanlar zaten aldatıcı ve sürdürülebilir değil” ya da “deprem sonrası insani yardım organizasyonu da kabul edilebilir değil” düşüncesiyle seçmenin kendisine yaklaşmasını beklerse büyük bir hata yapmış olur. OHAL altında zor da olsa muhalefetin eleştirel olduğu kadar yapıcı bir kampanyayla seçmene ulaşması, onların sorunlarına çözüm olması hem deprem bölgesinde hem de yurdun her köşesinde şarttır.
1- Yine sık sık dile getirilen bir gözlem 2002 seçimlerinde AK Parti’ye yönelen seçmenin yine örneğin İstanbul Büyük Şehir belediyesindeki performansına bakmış olduğudur.
2- Bu değerlendirmelerin ayrıntılı bir analizi 2021’de basılan kitabımızda bulunabilir: Carkoglu, A., & Kalaycioglu, E. (2021). Fragile But Resilient?: Turkish Electoral Dynamics, 2002-2015. University of Michigan Press.
3- Bakınız Çarkoğlu, A., Baruh, L., & Yıldırım, K. (2014). Press-party parallelism and polarization of news media during an election campaign: The case of the 2011 Turkish elections. The International Journal of Press/Politics, 19(3), 295-317.
4- Zaller, J. R. (1992). The nature and origins of mass opinion. Cambridge university press. Türkiye’de partizan kimlikler için bakınız Çarkoğlu ve Kalaycıoğlu (2021) ile Kalaycıoğlu, E. (2021). Party identification and vote choice in Turkey. In Elections and Public Opinion in Turkey (pp. 169-192). Routledge.
Mehmet Öğütçü ve Rainer Geiger Ortadoğu, yıllardır süregelen siyasi istikrarsızlık ve ekonomik çalkantıların izlerini taşıyan…
Yeni yıla girmemize sayılı gün kala, Milli Eğitim Bakanlığı sayesinde çocuklarımızı ve gençlerimizi maazallah kazara…
ABD ordusu bir kez daha Donald Trump’a Suriye resti çekiyor. Başkanlık görevini 20 Ocak’ta devralacak…
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, ABD'nin Gazprombank için uyguladığı yaptırımlardan Türkiye'yi muaf tutacağını…
Milli Savunma Bakanlığı (MSB) ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller'ın Suriye'de Türkiye destekli Suriye Milli…
Esad gitti ama bence Suriye için en çetin meydan okuma yeni başlıyor. İsrail, ülkenin tüm…