Deprem çok büyük acılara yol açtı. Büyük can kaybı, çok sayıda yaralı, yerle bir olan evler, dağılan aileler… İçinde yaşamadıkça tam anlamıyla o acıları kavramak zor.
Deprem nedeniyle ortaya önemli ekonomik yıkım da çıktı. Çok sayıda konut ve işyeri çöktü. Daha fazlası kullanılamaz hale geldi. Bunlara okulları, hastaneleri ve diğer kamu binalarını eklemek gerekir. Altyapı büyük hasar gördü. İşyerlerinde makine ve teçhizat kayıpları oldu. Keza büyük bir işgücü kaybı da yaşandı.
Bu yazıda bu yıkıma karşı yapılabileceklerin ekonomiye etkilerini ele almak istiyorum. İki temel soru cevap bekliyor. Birincisi, bu büyük hasarı gidermenin bütçeye getireceği yük, Türkiye’nin ekonomisinde önemli sorunlar yaratmadan kaldırabileceği bir yük müdür? İkincisi, büyüme oranımız bu gelişmelerden nasıl etkilenir?
Ancak hemen belirtmem gerekir ki ortada çok fazla belirsizlik var. Bu hasarları gidermenin maliyeti yaklaşık şu kadar olur demek için hem oldukça erken hem de böyle bir kestirim yapmak için konunun uzmanı olmak gerekir.
Yıkılacak bina sayısı için 18 Şubat günü resmi bir açıklama yapıldı. Konuya yakın arkadaşlar, bazı büyük inşaat şirketlerinin bu sayıyı dikkate alarak, o bölgede depreme dayanıklı 105 metrekarelik daireleri içeren sosyal konutlar inşa etmenin maliyetinin 35 milyar doları bulabileceğini hesapladıklarını ilettiler. Bunun üzerine alt yapı, hastaneler, okullar, yollar ve benzerlerinin yeniden inşa edilmesinin maliyetini ekleyin. Deprem yardımlarını, işsizlik ödemelerini da hesaba katın. Çok daha yüksek bir maliyet söz konusu olacaktır.
Bu kadar belirsizlik altında bu maliyeti hesaplamaya soyunmak yerine, ‘tavan’ sayılabilecek bir değer alayım. Türkiye’nin 2022 GSYH’si 850 milyar dolar dolaylarında. Toplam maliyet bunun yüzde 10’u kadar, yani 85 milyar dolar olsun. Bu harcamaların iki yıla eşit yayıldığını ve tümüyle bütçeden finanse edileceğini varsayalım.
Her yıl GSYH’nin yüzde 5’i kadar bir harcamadan söz ediyoruz. Oldukça yüksek bir harcama. Gelin her yıl 0,5 puanlık kısmının vergi artışı ile finanse edileceğini kabul edelim. Geriye kalan harcama tümüyle borçla finanse edileceği için, borç oranı ilk yıl 4,5 ve ikinci yıl da 4,5 puan artacaktır.
Her iki soruya sağlıklı bir yanıt verebilmek için, öncelikle krizler nedeniyle ya da Covid pandemisinde olduğu gibi ekonomilerinin büyük ölçüde daraldıkları ve keskin istihdam kayıplarının yaşadıkları dönemlerde, bu gidişatı tersine çevirmek için verdikleri politika tepkilerine odaklanacağım. Politika tepkisinden kasıt şu: Hükümet kamu harcamalarını artırıp vergi oranlarını düşürüyor. Para politikası da gevşetiliyor.
Özellikle maliye politikası alanında yapılanların bütçeye getirdiği bir yük var. Artan bütçe açıkları borçlanmayla finanse ediliyor. Ekonomi bu duruma düşmeden önce kamu borcu ne kadar düşükse maliye politikasını o kadar gevşetmek mümkün oluyor. Zira her ekonomi için kamunun borçlanabileceği bir üst sınır var. Buna ‘borç sınırı’ deniliyor. Buraya yaklaştıkça borçlanma maliyetiniz artıyor ve borç vadeniz kısalıyor. Maliyetin artışı doğrusal da olmuyor; sınıra yaklaştıkça katlanıyor. Dolayısıyla, mevcut kamu borcu-GSYH oranı (borç oranı diyelim) borç sınırından ne kadar uzaksa o kadar rahat oluyorsunuz kamu harcamalarını artırmakta ve vergileri düşürmekte. Kısacası, manevra alanınızın genişliği önemli.
Deprem için önemli bir fark var. Ülkenin her tarafını ve her kesimini etkilemeyen bir felaket söz konusu. Etkilenen bölgelerde ve kesimlerde vergi indirimleri ve afları yapsanız bile, etkilenmeyenlere yeni vergiler getirerek vergi gelirlerinizi düşürmeme şansınız var.
Dolayısıyla, bu şansınızın olmadığı duruma kıyasla –mesela ekonomide genel bir daralma ya da pandemi nedeniyle ülke genelinde işsizliğin artması ve ekonominin daralması durumu gibi, aynı borç artışı ile daha fazla kamu harcaması yapabilirsiniz. Yeni vergi olarak elbette ilk akla geleni servet vergisi getirilmesi.
Küresel finansal krizin ekonomileri tahrip edici etkisi ortaya çıkar çıkmaz çoğu ülke maliye politikasını gevşeteceğini açıkladı. Gelin bizim de içinde bulunduğumuz G20 ülkelerinin 2009’un ilk aylarında yapacaklarını açıkladıkları kamu harcaması artışlarının ve vergi gelirlerindeki azalışların toplamının GSYH’ye oranlarına bakalım. G20nin gelişmiş ülkelerinin 2009 ve 2010 için açıkladıkları önlemlerin GSYH’lerine oranlarının ortalaması yüzde 3,5, yükselen piyasa ekonomilerininki ise yüzde 3,8.
Ancak çok daha yüksek tepki verenler de var. Mesela Kore: Yüzde 8,3; Rusya: yüzde 5,4 ve Güney Afrika: Yüzde 5,1. Bir de ekonomiler daraldığında işsizlik ödemeleri gibi herhangi bir karara gerek kalmadan otomatik olarak devreye giren kamu harcamaları var.
Ortalama değeri, gelişmiş ülkeler için toplam GSYH’lerinin yüzde 8,5’i, yükselen piyasa ekonomileri için ise yüzde 5,6’sı düzeyinde. Ayrıntılar için şu bağlantıdaki IMF raporunun ekler kısmındaki Tablo 2’ye bakılabilir.
Gelişmiş ülkelerin ekonomileri daraldıklarında bu tür bir maliye politikası tepkisi (fiscal stimulus) vermeleri alışılmış bir şey. Ama G20 içinde yer alan yükselen piyasa ekonomilerinden Arjantin, Brezilya, Endonezya, Meksika ve Türkiye gibi ülkeler için her zaman gözlenmeyen bir olgu bu. Bu asimetrinin arkasındaki temel neden de genellikle saydığım ülkelerin ve benzerlerinin içinde bulundukları kırılganlıklar. Mesela yüksek borç oranları ve dolayısıyla borç sınırına yakın olmaları. Oysa 2009 itibariyle bu ülkeler için böyle bir durum yok. Daha ayrıntı isteyenler şu kaynakta sekizinci bölümde yer alan makaleme bakabilirler.
Pandemi sırasında alınacağı açıklanan maliye politikası önlemlerinin GSYH’ye oranları ise çok daha yüksek. İlgili IMF raporu, çoğu gelişmiş ülkede kamu harcamalarındaki artış ile vazgeçilen kamu gelirlerinin toplamının GSYH’ye oranının yüzde 10’dan fazla olduğunu gösteriyor. 2020, 2021 ve sonrası için o sırada açıklanan önlemlerin ortalaması GSYH’nin yüzde 16’sı kadar. Yükselen piyasa ekonomileri için ortalama değer ise yüzde 5 gibi. Bu büyüklüklere kredi garantileri ve benzerleri dahil değil.
Bu çerçevede ele alındığında, evet Türkiye’nin iki yılda GSYH’sinin yüzde 9’u kadar maliye politikası tepkisi vermesi az değil ama ‘uçuk’ bir büyüklük de değil. Üstelik önemli bir avantajımız var: Borç oranımız oldukça düşük. Kamu borcunun GSYH’ye oranı 2022 yılında yüzde 30 düzeyinde. Borç sınırımızın oldukça altında. Sınır, borcun ne kadarının döviz cinsinden olduğu ile de ilgili. Döviz cinsi borcun payının yüksek olması maliye politikasındaki manevra alanını azaltıyor. Ama bir TEPAV çalışmasında da gösterdiğimiz gibi sonuçta toplam borç oranımız düşük.
Dolayısıyla, iki yıl sonunda kamu borcunun yüzde 30’dan yüzde 39’a çıkması normal koşullar altında büyük bir sorun yaratmaz. Ama normal koşullar altında.
İşte temel sorun burada ortaya çıkıyor. Daha önce YetkinReport’ta defalarca dile getirdiğim gibi kırılgan bir ekonomimiz var. Bu kırılganlık sürdürülemez bir ekonomi politikasından kaynaklanıyor. Bu politikanın mutlaka değişmesi gerekiyor. Nasıl yapılabileceği için ayrıntıya girmeme gerek yok ama 2023’teki muhtemel ekonomik gelişmeler ve muhalefetin eoknomi ve finans politikalarını ele aldığım yazılarşu iki yazıda ne tür bir değişiklik gerektiğini yazmıştım. ya bakabilirsiniz. Türkiye, seçim sonrasında ekonomi politikasında ‘makule’ dönerse, deprem yıkıntısını ortadan kaldırmak için gereken bütçe harcamalarını riskini artırmadan yapabilir.
Bu harcamanın büyümeye etkisi ne olur? Bu soru, yine borç sınırına ne kadar yakın olduğunuz ve ekonominizin içine bulunduğu durum ile ilgili.
Borç sınırına yakınlık açısından durum şu: Mevcut kamu borcu-GSYH oranı borç sınırına yakın bir yerdeyse, kamu borcunu artıracak bir politika riski, faizi ve kuru sıçratacağı için, büyümeyi olumsuz etkiler. Zira iki etki ters yönde çalışır. Kamu harcamalarının artması, iç talebi yükselteceği için büyümeyi artırıcı yönde çalışır. Ama yüksek faiz ve yüksek risk, iç talebin geriye kalan unsurlarını olumsuz etkiler ve büyümeyi aşağıya çeker. Net etki, büyük ihtimalle büyümeyi aşağıya çekici yönde olur. Yukarıda sözünü ettiğim TEPAV çalışması asıl olarak bu sorunu inceliyor. Ancak kamu borcumuzun GSYH’nin yüzde 30’u gibi düşük bir değerde olması, böyle bir tehlike bulunmadığını gösteriyor.
Ekonomimizin içinde bulunduğu durum açısından ise şöyle. Kamu borcu açısından bir sorun olmasa da, zaten uyguladığınız politika sürdürülebilir değilse, kamu harcamalarında bu büyüklükteki bir artış bu sürdürülemez durumun sona ereceği tarih –ki kestirmek mümkün değildir, öne çeker. Şu anda risk primimiz ve enflasyon çok yüksek. Buna karşın yurtiçi faiz çok düşük. Döviz kuru yukarıya doğru yönelme eğiliminde. Müdahalelerle ve dost/yeni dost ülkelerden sağlanan kaynaklarla bu eğilim kırılmaya çalışılıyor. Önemli bir seçim harcaması yapılmaya başlanmıştı. Büyük merkez bankaları faiz artırma sürecindeler. Bu ortamda maliye politikasının gevşetilmesinin büyümeye olumlu katkı vermesi zor.
Dolayısıyla, yine aynı sonuca ulaşıyoruz. Tekrarlayayım: Türkiye, seçim sonrasında ekonomi politikasında ‘makule’ dönerse, deprem yıkıntısını ortadan kaldırmak için gereken bütçe harcamalarını riskini artırmadan yapabilir.
Bir de not düşmezsem olmaz. Zaten kamu bütçesine gelir olarak aktarılacak ve kamu harcamaları için kullanılacak bir kaynağı, o geliri aktarmakla yükümlü kuruluşun, deprem nedeniyle ‘bağışlıyorum’ demesi kadar garip bir şey olamaz. Mesela TCMB’nin bağışı TCMB kârından yapılıyor. Zaten TCMB o kârı Hazine’ye aktarıyordu. Bu nasıl bir bağış Allah aşkına?
Aynı soru, kamu bankaları ve Hazine’nin (ya da Türkiye Varlık Fonu’nun) ya tümüyle sahip oldukları ya da önemli bir ortağı durumunda bulundukları kamu kuruluşları için de geçerli. Olsa olsa, kâr ettiklerinde zaten Hazine’ye aktaracakları kaynakları önceden aktarmış (yasal dayanağı varsa) olurlar. Bu da, herhalde bağış anlamına gelmez.
ABD’nin seçeceği 47’inci Başkan, Türkiye’nin 12 Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın çalışacağı 5’inci Başkan olacak. AK Parti…
İçişleri Bakanlığı 4 Kasım sabahı Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk’ü, Batman Belediye başkanı Gülistan…
Karl Marx’ın meşhur sözüdür: tarihte olaylar ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak tekrarlanır. CHP’li İstanbul Büyükşehir…
ABD’nin Orta Doğu’dan da sorumlu Merkezi Komutanlığı (CENTCOM) 1 Kasım’da gönderileceği duyurulan ilk B-52 stratejik…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer'in tutuklanmasını protesto etmek için düzenlenen mitingdeki…
Avrupa Komisyonu'nun üyeliğe aday ülkelerin son bir yıl içindeki gelişmelerini değerlendiren yıllık raporu, 30 Ekim…