2023’te ekonomimiz nasıl şekillenebilir? Zor bir soru. Çünkü hem ekonomideki koşullar açısından olağanın dışında bir dönemdeyiz hem de oldukça önemli bir seçime çok az kaldı. Bu soruya 2023’ü ikiye ayırarak yanıtlamaya çalışmakta yarar var: Seçim öncesi ve seçim sonrası.
Önce seçim sonrası. Seçim sonrasında ekonomide neler yaşanabileceği “makule dönülecek mi?” sorusuyla yakından ilgili.
Makulden ne kastettiğimi ana başlıklarıyla özetleyeyim.
Seçim sonrası birinci seçenek: Makule dönmek
İlk grupta makro istikrara yönelik politikalar var: Merkez Bankası’nın asli işine dönmesi –yani enflasyonla mücadele etmesi.
Bankacılık sektörünün bilançosunu bozma potansiyeli taşıyan tüm zorlamaların kaldırılması. Bütçedeki kara deliklerin azaltılmasına ve giderek yok edilmesine başlanması (kur korumalı mevduat sisteminden vazgeçilmesi, gelir garantilerinin gözden geçirilmesi gibi).
Kamunun kendi vatandaşlarına olan döviz cinsinden borcunun kademeli olarak azaltılması. Yoksulların ve dar gelirlilerin haklarına öncelik veren bir bütçe uygulanması. İşsizlik sigortası fonunun amaçları dışında kullanılmaması.
Seçim sonrası yapılabileceklerin ikinci grubunda öncelikli yapısal reformlar yer alıyor: Açıklanan istatistiklere güven sağlayacak bir kurumsal yapının oluşturulması. İhale yasasının sil baştan yeniden yazılması. Türkiye ve dünya ekonomisini izleyecek, ekonomi politikası alternatifleri tasarlayacak, uygulanan politikaların etki analizini yapacak bir merkezi kurumun kurulması. Merkez Bankası bağımsızlığını yeniden sağlayacak yasal değişikliklerin yapılması. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu ve Rekabet Kurumu gibi kurumlar için de benzeri adımların atılması. En önemlisi de adil ve hızlı çalışan bağımsız bir yargı sisteminin oluşturulması.
Makule dönülmesi zorunluluk mu?
Mevcut ekonomik durum sürdürülebilir değil. Birkaç ay daha düşecek olmasına karşın, Haziran ayına geldiğimizde, yani seçim sonrası koşullarda, enflasyon hala dünya ölçeğinde çok yüksek bir enflasyon olacak. Buna karşın, enflasyonun çok altında tasarruf sahibini cezalandıran bir faiz… Her an dövize olan talebin sıçraması potansiyeli anlamına geliyor bu.
Yetmedi; 2022’de dış ticaret açığı 100 milyar doların üzerine çıktı, cari açığın 45 milyar dolara yaklaşması söz konusu ve 2023’te vadesi gelen dış borcumuz 190 milyar dolar sınırına geldi. Yılın ilk yarısında uygulanacak seçim ekonomisinin dış ticaret ve dolayısıyla cari açığı yükseltme ihtimali var.
Büyük merkez bankaları politika faizlerini artırma sürecindeler. Bu sürecin yılın ilk yarısında da sürmesi bekleniyor. Özellikle risk priminin yüksek olduğu dönemlerde ve büyük merkez bankalarının faiz artırım sürecinde oldukları koşullarda, yüksek maliyet ödemek istemeyen borçluların bir kısmı vadesi gelenden daha az borçlanmak isteyebilirler. Keza isteseler bile borçlanamayacaklar olabilir.
Seçim sonrası ikinci seçenek
Bunların hepsini alt alta topladığınızda, döviz kuruna yukarıya doğru baskının varlığı açık biçimde ortaya çıkıyor. Faiz silahı kullanılamayınca, döviz talebini azaltmak için bankalara ‘makro ihtiyati tedbirler’ başlığı altında, özünde bilançolarını yıpratıcı zorlamalar getiriliyor.
Mevcut durum sürdürülemez ama bu sonuçtan yola çıkıp makule dönmekten başka yol yok sonucunu da çıkarmamakta yarar var. Şüphesiz başka seçenekler de söz konusu. İkinci seçenek şu: Sürdürülemez mevcut politikanın temel ekseni korunarak sürdürülebilir bir politika haline getirilmesi.
Şu anda uygulanan ekonomi politikasının temel ekseni ne? Özünde, sermaye hareketlerinin son derece kısıtlandığı (yurtdışından borçlanmanın ve yurtdışına borç vermenin çok zorlaştığı, bazı kesimler için ise bunun imkânsızlaştırıldığı) bir dünya ve bu dünyaya uygun ekonomi politikası. Miladını, 2018-19 krizine kadar götürebilirsiniz. ABD ile çelişen bir dış politikanın ve ABD Başkanı’nın tehditkâr tweet mesajlarının koca Türkiye’de krize yol açmasının travması. Büyük bir istihdam kaybı ve daralan bir ekonomi.
Bu nasıl olabildi?
Nasıl olabildi? Olabildi, çünkü Türkiye dış borca bağımlı bir ülkeydi. Bu durumdan kurtulmak gerekiyordu. Nasıl kurtulunacağına ilişkin sağlıklı bir plan olmayınca, düşe kalka bir şeyler yapılmaya başlandı. Temelde de yurtiçi finansal piyasalarda yabancı varlığının giderek azaltılmasına yönelik adımlar atıldı.
Aradaki U-dönüşler bir tarafa, ikinci aşama Merkez Bankası’nın cari işlemler açığını güya azaltmak için attığı adımlarla geldi. Politika faizi keskin biçimde düşürülünce kur sıçradı ve Türkiye krizin eşiğine geldi. Sonra yaşananları biliyorsunuz. Peşi sıra bir dolu karar: Bugün şu sorun çıktı, onu çözelim. Yeni karar başka sorunlar çıkarınca onları çözmek için daha yeni kararlar falan.
Önemli nokta şu: Sermaye hareketleri giderek kısıtlandı. Kredi ve mevduat faizleri ile hangi sektörlere kredi açılabileceği merkezden belirlenmeye başlandı. Merkez Bankası’nın kredi arzını destekleyici bir role soyunmakta olduğunu da bunlara eklemek gerekir.
İki seçenek daha var
Seçim sonrası ikinci seçeneğin dünyası apayrı bir dünya ve çok iyi düşünülmüş bir tasarım gerektiriyor. Tutarlı çerçeveden kasıt bu. Böyle bir ekonomi politikası çerçevesi iyi midir? Önemli bir soru. Ama bu sorunun yanıtlanması bir sonraki aşama. Öncelikle bu çerçevenin oluşturulup tartışmaya açılması gerekiyor. Böyle bir çerçeve olmadan, iyi olup olmadığına nasıl karar vereceğiz?
İlk iki seçenek dışında iki seçenekten daha söz edilebilir. Aslında bunları ‘yarım’ seçenekler olarak düşünmek gerekir. İlk yarım seçenek, Türkiye Ekonomi Modeli olarak adlandırılan mevcut sürdürülemez ekonomi politikasını sürdürmeye çalışmaktır. Bunun üzerinde durmaya gerek yok; adı üstünde sürdürülebilir değil bu politika. Neden sürdürülebilir olmadığını aşağıda ‘seçim öncesi’ kısmında (bir kez daha) ele alıyorum.
Seçim sonrası ikinci yarım seçenek ise yukarıda ‘makule dönüş’ olarak tanımlanan ilk seçeneğin yapısal kısmının –özellikle de bağımsız yargı ve bağımsız Merkez Bankası kısmının eksik olduğu bir politika çerçevesi.
Altılı Masa “makule” dönebilir mi?
Yapılan açıklamalara bakılırsa, altılı masanın iktidar olması halinde makule dönülmesi ihtimali çok güçlü.
Cumhur ittifakının seçimi kazanması halinde üç seçenek var. Seçim sonrası ekonomi politikasında ‘makul’ün yapısal kısmının olmasını ummak, neredeyse yeni hükümet sistemine geçtiğimizden beri hayata geçirilen uygulamalar dikkate alındığında gerçekçi olmaz. Dolayısıyla, ‘ikinci yarım’ seçeneğe yönelmek gündeme gelebilir.
Cumhur ittifakının seçimi kazanması halinde bir başka alternatif ise –sürdürülemezliğine rağmen- mevcut ekonomi politikasını sürdürmeye çalışmak. Farklı bir ifadeyle, ‘birinci yarım’ seçeneği seçmek. Bu yola girilse bile eninde sonunda başka bir ekonomi politikasına geçiş kaçınılmaz hale gelir.
Dolayısıyla ya bu yolun sonunda ya da baştan Türkiye Ekonomi Modeli denilen mevcut politikayı sürdürülebilir hale getirecek kendi içinde tutarlı bir çerçeveye oturtmak gerekir. Bu ise yukarıda sözünü ettiğim ikinci seçeneği oluşturuyor. Ancak ortada bu seçeneğe yönelik bir tasarım yok. Bunu düşünen kadrolar olduğu da çok şüpheli.
“Makul” ne vadediyor?
‘Makule dönüş’ yani ilk seçenek şunu vaat ediyor: Maliye, para ve finansal istikrar politikalarında normalleşme. Kurumların öneminin artması ve politika tasarımına katılmaları. Risk priminin belirgin biçimde düştüğü, döviz kurunun suni müdahalelere gerek kalmadan sakinleştiği, yine suni müdahaleler olmadan faizin düştüğü, enflasyonun ise bir yıl içinde yüzde 40-45 civarından yüzde 20 civarına indiği bir dönem. Arkasından da tek haneli enflasyon.
Böyle bir ortamın büyüme ve istihdam dostu olacağı da açık. Ayrıca hem kamu maliyesinde hem de bankacılık sektöründe önemli bir toparlanma beklenir. Kısacası, yaklaşık iki yıllık bir süre içinde, Türkiye’yi bir üst lige çıkaracak adımların rahatlıkla atılabileceği bir zemin oluşturmak mümkün olacaktır.
Kadro sorunu
İkinci seçenek için bir şey söylemek zor. Çünkü Türkiye ekonomisini bambaşka bir yola sokma potansiyeli taşıyan böyle kapsamlı bir plana sahip olan bir kadro yok etrafta. Olsaydı, son birkaç yıldır alınan kararlar ‘kervan yolda düzülür’ mantığı ile alınmaz ve Türkiye ekonomisi sık sık krizlerin eşiğine gelmezdi.
Yarım seçeneklerden ilki mevcut durumu sürdürmeye çalışmaktı; aşağıda tartışacağım için geçiyorum. İkinci yarım seçenek altında ise ilk başta enflasyonun ve risk priminin düşmesi söz konusu olacaktır. Ancak bu düşüşler ilk senaryoya kıyasla daha sınırlı kalacaktır. Hem büyümenin hem de istihdamın daha dalgalı bir seyir izlemesi beklenir. Dahası, bu seçenek bir süre sonra çıkmaz sokağa girecektir. Zira elzem yapısal reformların eksik olduğu bir çerçeve bu.
Seçim öncesi belirsizlik
Seçim öncesi senaryoları kurmak seçim sonrası kadar kolay değil.
Sonuçta herkesin gözü önünde sürdürülemez bir ekonomik durum yaşanıyor. Yüksek risk – yüksek enflasyon – suni müdahalelerle ayakta duran bir döviz kuru- tasarruf yapanı cezalandıran baskı altında bir faiz ve ekonomik durgunluk var. Seçime kadar Türkiye’yi ekonomik durgunluktan çıkarmak için etrafa bol kepçe para saçılacağı ve bütçe imkânlarının sonuna kadar zorlanacağı anlaşılıyor.
Şunu belirtmek mümkün: Seçim öncesinde yaşanacak ekonomik gelişmeler çok büyük ölçüde döviz kurunun nasıl şekilleneceği ile ilgili. O ise yurtdışından –devlet eliyle- bulunabilecek yeni borç ile seçim ekonomisinin dozu arasındaki çatışmaya göre belirlenecek.
Devlet eliyle bulunabilecek dış borcun döviz piyasasını sakinleştirici biçimde kullanılması mümkün çünkü. Seçim ekonomisinin dozajı arttıkça dövize olan talebin artacağı da açık. Bulunabilecek döviz tutarını bilemiyoruz. Büyük bir belirsizlik var.