Oy verme saiklerini tartışırken ideoloji gibi uzun dönemde şekillenen etmenler dışında kısa dönemli performans değerlendirmelerini anlamak için önce ülke gündemimizi güncellemeliyiz. Yeni gündemimizin başında elbette deprem bölgesindeki vatandaşların ihtiyaçlarının nasıl ve ne derece karşılanabildiği olacaktır. Deprem bölgesinin hassas etnik ve sekter yapısının son yıllarda önemli sayıda Suriyeli sığınmacının katılımıyla daha da hassas hale geldiğini de akılda tutmak gerekir.
Deprem sonrası yapılanların etkisi
Cumhurbaşkanı Erdoğan yönetiminin en başta gelen performans değerlendirmesi deprem sonrası yapılanlar temelinde şekillenecektir. Bu boyutta bir doğal felaket sonrasında bile iş başındaki yönetim, olup bitenin sorumluluğunu coğrafi ve jeolojik şartlara yüklemekte zorluk çekecektir. Deprem sonrasında gözlemiş olduğumuz gibi “kimse bu büyüklükte bir depreme hazırlıklı olamazdı”, “aslında durum göründüğü kadar kötü değil”, “siyaset yapmak değil birlik olmak zamanıdır” ya da kaderci argümanlarla kaosa dönüşen deprem sonrası insani yardım krizinin sorumluluğundan kaçma çabasının işleme olasılığı düşüktür.
Medya hakimiyetine rağmen gerek deprem bölgesi seçmenleri, gerek diğer bölge vatandaşları için birinci elden tecrübe edilen bu insani yardım krizi öyle sanıyorum ki seçim yaklaşırken önemli bir performans kriteri olma potansiyeline sahiptir. Bu potansiyelin hükümet için zayıf bir performans değerlendirmesine dönüşmesi elbette muhalefetin kampanyasında bu konuyu nasıl işleyeceğine bağlıdır. Muhalefetin şimdiye dek gözlenmediği kadar “isyankar” tavrını bu konuyu kullanma kararlılığı olarak okumak gerekir. İktidarın ilk aşamada bu isyanı siyasal istismar ve fitneci olmak gibi suçlamalarla cevaplama çabasının isyan kampının elini kuvvetlendirmesi yüksek bir olasılıktır. Eğer muhalefetin isyan tavrı benimsenir ve halk arasında genişleyen bir destek bulursa bu desteğin ağırlıklı olarak dinamik genç seçmen gruplarından gelmesini bekleriz.
Erken seçim kararı tartışması
Erken seçim kararının nasıl alındığı ve Erdoğan’ın üçüncü kez adaylık hakkının olup olmadığının Anayasa’ya uygunluğu gündemde ikincil de olsa tartışılacaktır. Elbette ülke ekonomisinin durumu da seçmen tercihlerini etkilemeye devam edecektir. Adaylık konusundaki anayasal tartışma depremin yarattığı koşulların sorumluluğu hakkında kaçınılmaz olarak başlayacak bir tartışmanın parçası olarak devam edecektir. Bugün deprem sonrası yeni bir Türkiye’de olsak da yeni Türkiye’nin gündemi deprem haricinde eskisinden çok da farklı olmayacaktır. Gündemin önemli konuları hakkında hükümetin performansı oldukça kutuplaşmış bir ortamda muhalefetle karşılaştırmalı olarak değerlendirilecek ve seçmen kararları bu doğrultuda şekillenecektir.
Deprem elbette doğal bir afet ve siyasal süreçlere tamamen dışsal olarak düşünülebilir. Depremin zamanını ve oluşacağı yeri kesin olarak bilmek mümkün olmasa da yaklaşık coğrafi yeri çok da şaşırtıcı değil. Depremin büyüklüğü konusunda da teknik tartışmalar kafa karıştırıcı olabilir. Ancak genel bir tahmin olarak uzun süredir bu bölgede gözlediğimiz büyüklüğe yakın bir deprem beklentisi olduğunu söylersek bilim insanlarının bu konuda deprem öncesindeki uyarılarına paralel bir tahmin yürütmüş oluruz. Bu tespit depremin siyasi sonuçlarını değerlendirmek için gerekli ve önemlidir. Eğer depremin yaklaşmakta olduğunun ve yaklaşık yer ve büyüklüğünün de bilindiğini veri alırsak deprem bölgesinin ne derece hazırlıklı olduğu konusunda kanaat oluşturmak da zor değildir.
Seçmen nasıl değerlendirecek?
Acaba deprem sonrasında Türkiye seçmeni bölge yaralarının nasıl sarıldığına bir bütün olarak mı bakacak, yoksa farklı pek çok konu arasında bu konuya gitgide azalan bir önemle mi yaklaşacak? Deprem bölgesindeki seçmenlerle ülkenin geri kalanı arasında nasıl bir farklılaşma yaşanacak? Diğer deprem bölgelerinde yaşayan seçmenler bu son depremlerde yaşanan tecrübeyi kendi geleceklerine dair mevcut iktidarın beklentileri karşılar bir performansına karşılık geldiğini mi düşünecek?
Deprem bölgesi seçmeni birinci elden kendi kanaatlerini oluştururken iktidara geçer puan mı verecek yoksa bir alternatifin daha iyi bir performans göstereceği kanaatine mi varacak? Ya olup biteni evlerinden takip eden ve kendi yardımlarını ayni ya da nakdi olarak deprem bölgesine iletmeye gayret eden on milyonlarca seçmen? Onların deprem performans değerlendirmeleri nasıl olacak? Bu değerlendirmelerde partizan bir ayrışma gözleyecek miyiz? Yoksa genel kanaat baskın şekilde iktidarın ihtimamlı, becerili, ayrımcılığa kaymayan ve etkin bir performans sergilemiş olduğu yönünde mi şekillenecek? Önümüzdeki ayların cevap bekleyen önemli soruları bunlar.
Ülke gündemi: Adaylık tartışması
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın adaylık olasılığı ile erken seçim kararının nasıl alınacağı birbiriyle yakından ilgilidir. Muhalefet ekonomik krizle geçen 2022 boyunca tekrar tekrar erken seçim isterken bu kararın meclise gelmesi durumunda destek olacaklarını açıkladılar. Bu taleplerinin ardında seçim kanununda Nisan 2022’de yapılan kritik öneme sahip değişikliklerin üzerinden bir yıl geçmeden erken seçimi zorlayarak bu değişikliklerin uygulanmasının da önüne geçmek yatıyordu elbette.
Bu değişiklikleri sadece mecliste temsil edilebilme barajının yüzde 10’dan yüzde 7’ye düşürülmesi olarak görmek yanıltıcı olacaktır. Seçim barajı zaten ittifaklar Türkiye’sinde temsilin önünde bir engel değildi. HDP’nin de güvenle bu barajı aşabilecek desteğe sahip olmasıyla seçmenlerin oylarını verip de mecliste temsil edilmeyenlerin toplam oyu 2018 için ancak yüzde 2’dir.
Nisan 2022 değişikliklerinde esas konuyu bu ittifakların görece ufak partilerinin mecliste temsilinin önüne geçmek olduğu kadar seçim yönetiminin esaslarını da değiştirmek olarak görmek gerekir. Mevcut seçmen tercihlerinin dağılımı ittifakların hem temsili, hem de daha önemli olarak AK Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı iktidardan uzaklaştırmanın yegane yolu olarak öne çıkarmaktadır. Yeni seçim kanununun ittifakların ufak partilerinin temsilini önlemek için yapılan düzenlemeleri yukarıdaki bu teşhisi veri aldığımızda pek de önemli değildir. Bu değişiklikler elbette ittifakın görece büyük partileri ve onların aday listelerinin oluşturmasında bir sıkıntı yaratacaklardır. Ancak bu sıkıntılar basit prensipler ve iyi planlamayla gayet rahat aşılabilir. Bu nedenle listelerin oluşturulmasını ayrıntılı bir şekilde burada tartışmıyorum. Ancak seçimlerin yönetimine dair yeni düzenlemelerin getirdiği kısıtlar yaratacakları sonuçlar itibariyle çok daha önemlidir.
Yeni seçim kanununda olmayan prensipler
Seçimin bağımsız hakimlerce yönetilmesi prensibi 1946 seçimlerindeki tecrübe sonrası DP ve CHP arasındaki mutabakatla sağlanmıştı. 1946 seçimlerinin açık oy, gizli sayım gibi garip ve demokratik prensiplere temelden aykırı bir şekilde şekillenmiş olmasına rağmen tek parti iktidarı ve cumhuriyetin kurucu partisi CHP ile onun içinden çıkmış köklü bir muhalefetin temsilcisi olarak DP arasında seçimlerin yönetiminin bağımsız yargıya bırakılması prensibi üzerinde anlaşma sağlanabilmiştir. Kritik öneme sahip olan Adalet, İçişleri ile Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme bakanlarının görevlerini bağımsız birer bürokrata bırakması gereği ve seçim yönetiminin yürütme erkinden bağımsız yargı tarafından sağlanması prensipleri 2018 değişiklikleriyle kaldırılmıştı. 6 Nisan 2022 düzenlemeleriyle perçinlenen yeni seçim kanununda artık bu temel prensipler yürürlükte değil. DP’nin CHP’ye karşı durabilmesinin önünü açan bu mutabakatı kaldırarak AK Parti DP geleneğiyle arasındaki temel prensip bağını da kesmiştir. Adil olmama olasılığı yüksek bir seçim yönetim çerçevesiyle seçime gitmekte ısrar çok partili dönemin temel prensiplerine ve DP geleneğine de temelden aykırıdır.
Muhalefet bu şekilde yapılacak seçimlerin düzgün yönetilemeyeceği, adil ve doğru bir oy sayımının yapılamayacağına dair kaygılarını dile getiriyordu. Bu kaygıların seçimlerin erkene alınmasıyla bir nebze de olsa giderilebileceği düşüncesiyle seçim kanunundaki yeni değişikliklerin uygulanamayacağı erkenlikte bir bahar 2023 tarihinde yapılacak erken seçime destek veriyordu. Bu şekilde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın üçüncü kez adaylığı da sorun edilmeyecek ve her iki taraf da kendince önemli konularda kazançlı olarak erken seçime gidilecekti.
Erken seçim ve Erdoğan’ın adaylık olasılığı
İktidar bu kazan-kazan oyununun tek taraflı kazanca dönüştürebileceği hesabıyla, belki daha da önemlisi, ekonominin durumunun henüz seçimi kazanabilecek derecede iyileşmediği gözlemiyle şekillenen bir erken seçim tarihi ile ilerlemeyi tercih etmiş görünüyor. Depremler sonrası bölgede ilan edilen OHAL sonrası erken seçim tarihinde ısrar edilip edilmeyeceğini göreceğiz. Bu ortamda erken seçim meclis kararıyla alınmış olmasa da “Erdoğan’ın 2023 adaylığı üçüncü değil aslında ikinci adaylık olacak” argümanlarına geri dönülmüş görünüyor. Oysa mevcut anayasa 2017 refrandumu ile yenilenmiş olmayıp sadece 18 maddede değişiklikler getirmişti. Bir kişinin kaç kez seçilebileceğine dair anayasa maddesinde de herhangi bir değişiklik yapılmamıştı. Buna rağmen tüm anayasanın yorumuna dair genel çerçevenin yenilendiği ve bu temelde ilk adaylık 2014’te değil 2018’de başladığına dair iktidara yakın hukukçuların iddiası ikna edici değildir.
Erken seçim kararı cumhurbaşkanının meclisi feshi ile de alınabilir elbette. O zaman da cumhurbaşkanı Erdoğan yine sadece ikinci adaylık olduğunu savunarak seçimlere katılacaktır. Plan en azından böyle görünüyor. Muhalefet Erdoğan’ı sandıkta yenmek amacıyla bu resti görerek seçimlere katılabilir elbette. Bu sefer de muhalefetin anayasal olmadığını ileri sürdüğü bir adayla yarışı kabul etmesi söz konusu olacak. Seçimi muhalefetin kazanması durumunda bu anayasa ihlali konusunda ne yapmalarını beklemek gerekir? Ya kaybederlerse, o zaman ne yapacaklardır? Bu soruların cevaplarını iç rahatlığıyla vermek zor. Yoksa her iki taraf da kendilerini seçimlerde sadece kazanmakta oldukları bir senaryoya göre mi hazırlamaktadırlar? Bu durumda böyle bir seçimin her iki taraf için de kabul edilebilir sonuçlar üretmesi mümkün olmayacaktır.
Seçimler adil olacak mı?
Burada iç rahatlığını bozabilecek en önemli etmen seçimlerin adil olup olmayacağı ve düzgün bir şekilde yönetileceğine dair güvensizliktir. Bu güvensizlik seçimlerin hemen öncesi ve sonrasında yürütmüş olduğumuz bir dizi çalışmada zaman içerisinde bilhassa artış gösterir şekilde tespit edilmişti. Örneğin seçimlerin adil olacağına dair güven 2007 sonrasında sürekli olarak düşmüş ve 2018 seçim öncesine gelindiğinde seçmenlerin yaklaşık yüzde 54 seçimlerin adil olarak yapılmayacağı kanaatindeydi. Yine aynı yıl oy sayımının doğru yapılacağını düşünenler yüzde 54 civarındayken, yüzde 41 de oy sayımının doğru yapılmayacağını düşünüyordu. Her iki soruda da partizan bölünmüşlük yüksekti ve kazanan taraftaki iktidar seçmenleri iyimser bir şekilde seçimlerin oldukça daha yüksek oranda adil olacağını ve oy sayımının da doğru yapılacağını düşünürken, muhalefet seçmeni çok daha yüksek oranda olumsuz bir değerlendirme sergiliyordu.
Kasım-Aralık 2022 itibariyle bu görünüm hem iktidar hem muhalefet seçmeni açısından oldukça daha iyimser bir noktaya gelmiş görünüyor. Seçimlerin adil olmayacağını düşünenler yaklaşık yirmi puanlık bir düşüşle yalnızca yüzde 34 civarındadır. Benzer şekilde oy sayımının doğru olmayacağını düşünenlerin oranı da yaklaşık beş puanlık bir düşüşle sadece yüzde 36 düzeyindedir. Kötümser bir yorumla hala üç kişiden birinin seçimlerin adaleti, yönetimi ve dürüstce sonuçlanacağına dair olumsuz algıları vardır. Daha düşündürücü olan ise “Halen sürmekte olan seçim kampanyası sırasında kişisel güvenliğinizin tehlikeye gireceği şiddet ve siyasal sindirme hareketiyle karşı karşıya kalmaktan endişe duyuyor musunuz?” sorusuna yüzde 44 endişe duymadığını belirtirken, yüzde 35’in endişeli olduğunu söylemesidir. Kısacası, yükselen kutuplaşmanın bir yansıması olarak seçimlerin yönetimine güven konusunda bir uzlaşma yoktur ve en az üç kişiden biri her soruda seçimlerin güvenilirliğiyle ilgili olumsuz kanattadır.
İstanbul seçimlerinin yapılan itirazlar sonucu tekrarlanmasının ardından yaklaşan cumhurbaşkanlığı ve meclis seçimlerinde de benzer itirazların dile getirilme olasılığı seçimlere güvenin yıpranmaya devam ettiği bir ortamda elbette çok daha yüksek olacaktır. En azından Kasım-Aralık 2022 itibariyle böyle bir negatif gelişme gözlenmemektedir. Bunun önemli bir nedeni 2022 sonuçlarının seçimden aylar önce yapılan bir araştırmadan elde edilmiş olması olabilir. Seçim kampanyası kızıştıkça bu değerlendirmelerin kutuplaşma etkisiyle yıpranması olasıdır. Böyle bir yıpranma olmaması için gerek iktidar, gerek muhalefet cephesinden seçimlerin adil şekillenmesi ve sayımın da doğru yapılması yolunda bir gayret son derece önemlidir. Aksi takdirde iki ittifak ve adayları arasındaki farkların düşük olduğu bir durumda seçimleri sonlandırmak çok zor olabilecektir.