Türkiye’de Siyasal İslam’ı hem düşünsel hem de duygu dünyası bakımından şekillendiren tek bir isim sayılacak olsa, o da Necip Fazıl Kısakürek’tir. Cumhuriyete, devrimlere ve daha da önemlisi Mustafa Kemal Atatürk’e yapamadığı eleştiriyi İsmet İnönü’ye karşı inşa ettiği nefret üzerinden kurucu kadroya yöneltir Kısakürek. Ancak her İslamcı düşünür ve yazarda olduğu gibi onun da aşamadığı bir çelişki vardır. Başta son dönem Osmanlı ulemasının önde gelen isimleri olmak üzere çok sayıda muhafazakâr ve dindar bürokrat, düşünür, yazar neden tek parti rejimini desteklemiş ve CHP iktidarı içinde yer almıştır?
Soğuk Savaş İslamcıları; “din düşmanı” ilan ettikleri Kemalistlerle birlikte hareket etmiş tek parti rejiminin “dindarlarını” unutmaya çalışsalar da bu tarihi gerçekliğin hayaleti dimağlarında gezinmeyi sürdürüp kafalarını kurcalamaya devam eder. Başta Fevzi Çakmak olmak üzere bu kişilere davayı satan “hainler” damgası vurmaya da cesaret edemezler.
Kısakürek 1969’da İslamcı gençlik örgütlenmesinin karargâhı Milli Türk Talebe Birliği’nde (MTTB) verdiği konferansta bu meseleyle yüzleşir. Tek parti rejiminin başından sonuna kadar Diyanet İşleri Başkanlığı içinde yer almış Ahmet Hamdi Akseki’yi 1944’de ziyaret ettiğini söyler.
Akseki, Kısakürek’in Bahriye Lisesinden hocası ve saygı duyduğu bir din âlimidir. Peki, koskoca Akseki, Kısakürek’in “Cinayet İşleri” olarak tanımladığı CHP döneminin Diyanet İşlerinde nasıl başkanlık yapabilmiştir? Dayanamayıp 1944 yılında bunu hocasının yüzüne doğrudan sorduğunu iddia eder:
“Hocam, dedim ona, günün şartlarına göre, siz bu makamda oturacağınıza, sırtınızda bir küfe, kanalizasyon temizleyiciliği yapsanız ve necaset (dışkı) taşısanız daha hafif olmaz mı? Yüzü kireç kesildi. O kadar ki, arkasındaki kireç rengi duvardan çehresini ayırt edemedim. Hakkın var, Necip Fazıl, dedi; fakat ben bu makama, daha fazla kötülüğe mani olmak için katlanıyorum.”
Necip Fazıl’ın Akseki’nin kendisine adeta günah çıkarır gibi söylediğini iddia ettiği bu sözler sadece onun değil birçok Soğuk Savaş İslamcısının da içini rahatlatır. Öyle ya bu din âlimleri ancak daha büyük kötülükleri engellemek için kendilerini feda etme pahasına tek parti rejimiyle işbirliği yapmıştır. Konu bu şekilde kapatılıp sümenaltı edilir.
Oysa Necip Fazıl’ın bizzat kendisi, Aralık 1930’da Kubilay’ın başının kesilerek öldürüldüğü Menemen Hadisesi sonrasında en sert “irtica” karşıtı yazıları kaleme alan laiklik savunucusuydu. Hem de CHP’nin gazetesi Hakimiyeti Milliye’de.
Necip Fazıl “kara yılan” olarak gördüğü “gericiliğin” başını “taşla ezmedikçe, gazla yakmadıkça, külümü yele vermedikçe” rahat yüzü görülemeyeceğini o kendisine has tumturaklı üslupla yazmıştı. Aynı Necip Fazıl 1930’lu yılların sonunda milletvekili olmak için yanıp tutuştuğu “Milli Şef” İsmet İnönü’ye övgüler düzüyordu. İnönü’yü İslam ordularının komutanı Halid bin Velid’e benzer bir “kahraman” olarak gören Kısakürek, İnönü için “Lozan fatihi,” tabirini çekinmeden kullandı. Tüm bunları “necaset” küfesini taşımak gibi bir mesuliyetle mi yapmıştı? Soğuk Savaş İslamcısı Necip Fazıl kendi geçmişine dönüp bakmaz, bu tip sorulara cevap vermez.
Bir önceki yazıda başta ulema ve din âlimi olmak üzere çok sayıda dindar bürokrat ve subayın tek parti rejimi içinde yer aldığını nedenleriyle anlatmaya çalıştım. Yine aynı dönemde çok sayıda Nakşibendi şeyhi ve müntesibi de benzer bir yol izledi. Bunlardan biri, Necip Fazıl’ın şeyhi Abdülhakim Arvasi idi. Birinci Dünya Savaşı sırasında Van’dan göç etmek zorunda kalan Nakşibendi şeyhlerinden Abdülhakim Arvasi, İstanbul’a gelerek Kaşgari Tekkesine yerleşti. Tek parti döneminde Kaşgari Camiinin imamı olarak atandı ve kendisine maaş bağlandı. Abdülhakim Arvasi’nin hem yakın akrabası hem de damadı olan İbrahim Arvasi, 1923’ten 1950’ye kadar CHP’den milletvekilliği yaptı. Cumhuriyet döneminde 1920-1927, 1946-1979 yılları arasında Van müftülüğünü de Arvasi ailesinden kişiler yürütmüştür. İbrahim Arvasi’nin Hakkâri ve Van’ı temsilen mecliste bulunması, müftülerin aynı aileden seçilmesi, CHP’nin bölgeye dair etkinlik sağlamada dini alanda güçlü olan Arvasi ailesiyle birlikte hareket ettiğini gösterir.
Erken Cumhuriyet döneminde Arvasi’ye benzer şekilde, Süleyman Hilmi Tunahan, Ahıskalı Ali Haydar Efendi, Necmettin Erbakan’ın intisap ettiği Abdülaziz Bekkine, Mehmet Zahit Kotku ve birçok Nakşibendi şeyhi devletten maaş aldılar. 1925’te Tekke ve Zaviyelerin kapatılmasına rağmen, Nakşibendi şeyhleri irşat faaliyetlerine din görevlisi olarak atandıkları camilerde sürdürdüler.
Hemen birçoğu da tekkelerin kapatılması kararına hak verdi. Nakşibendiliğin Gümüşhanevi kolu şeyhlerinden Abdülaziz Bekkine “Bu tekkeler kapanmayı hak etmişti. Çünkü bu tekkelerin içinde İslam’ı muhafaza eden tekke fevkalade azalmıştı. Onun için Allah kapattırdı” diyordu. Abdülhakim Arvasi’ye göre de “bunlar, boş mekânları kapattılar. Tekkeler zaten kendilerini kapatmışlardı. İstanbul’a geldiğimde bid’at karışmamış neredeyse bir tek Gümüşhanevi Tekkesi kalmış idi.”
Tek parti döneminde hem ulema hem de Nakşibendilikten gelen bir diğer önemli isim, 1924’ten vefat ettiği 1943’e kadar İstanbul müftülüğünü yürüten Mehmet Fehmi Ülgener’dir. Nakşibendiliğin kollarından Gümüşhanevi Tekkesinin kurucusu Ahmed Ziyaeddin Efendinin halifesi İsmail Necati Efendi’nin babası olmasının da etkisiyle bu tarikata intisaplıydı. Oğlu Sabri Ülgener’in ifadesiyle tasavvufa meylini gizleyerek devam ettirmiş, “Sünni ulema ve ağırbaşlı Sufiler grubuna dâhil” olarak yaşamıştı. Mehmet Fehmi Ülgener İstanbul müftüsü olarak hem Halifeliğin kaldırılmasını hem de devrimleri desteklemiş bir din âlimiydi.
Bu yazıda tek parti rejimiyle Nakşibendi şeyhler ve müntesipleriyle arasında kurulan ilişkinin tozpembe ve mükemmel olduğunu iddia etmiyorum. Kaldı ki Osmanlı’nın son döneminde de merkezi otorite kitlesel gücünden çekindiği çok sayıda Nakşibendi şeyhini sürgüne tabii tutmuştu. Vurgulamak istediğim, CHP’nin tek parti dönemindeki iktidarında zaman zaman sorunlar yaşansa da Nakşibendi cemaatlerle arasında karşılıklı müzakere ve alan açmaya tanınan bir anlayışın kurulduğudur. İktidarın tanımladığı alanda kalmayı kabul eden çok sayıda tarikat ve cemaat irşat faaliyetlerine devam etmiştir. Özellikle de Nakşibendiliğin kolları bu dönemi inzivada geçirerek, siyasal ve toplumsal alanda tuttukları mevziiyi büyük ölçüde korudular.
Yazıyı Halveti şeyhi Mehmet Şemsettin Ulusoy’dan uzun bir alıntıyla kapatalım. Mehmet Şemsettin Efendi postnişini olduğu Bursa’daki Mısri dergâhının kapatılmasından bir yıl sonra 1926’da Cumhuriyet rejiminin dine ve cemaatlere bakışını açık yüreklilikle dile getiren mutasavvıflardandı:
“Şimdi muhalifler diyor ki: ‘Din elden gitti.’ Ben de soruyorum: ‘Nesi gitti? Evvelden ne var idi şimdi yok’. Ha, bak şurasını söyleyeyim ben hiçbir fırkadan değilim yalnız hakikatperestim. Nerede doğruluğu, iyiliği, hakkı görürsem işte ben oradayım. Acaba bu efendiler namaz kılmaya gidiyor da ‘camiye gidecek değilsin’ dediler mi? Hayır isteyen camiye, isteyen kiliseye, havraya, meyhaneye, kerhaneye gider. Kimseye zararı dokunmadıktan sonra kendisine hiçbir mümanaat eden olmaz. Pekâlâ oruç da böyle diğerleri de öyle. Efendim, kadınlardan tesettür kalktı. Pek güzel ama ben yine pek çok çarşaflı, peçeli hanımlar görüyorum. ‘Bunu çıkaracaksın, çıplak gezeceksin’ diyorlar mı? Hayır. O halde isteyen çuvala girsin, isteyen açık gezsin. O da yine bir dereceye kadar adab-ı umumiye hilafında bulunamaz.” [1]
[8] Mustafa Kara, “Bir Şeyh Efendi’nin Meşrutiyet ve Cumhuriyet’e Bakışı,” Tasavvuf: İlmi Akademik Araştırma Dergisi, Vol. 2, No. 6 (2001), 27-8.
ABD’nin seçeceği 47’inci Başkan, Türkiye’nin 12 Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın çalışacağı 5’inci Başkan olacak. AK Parti…
İçişleri Bakanlığı 4 Kasım sabahı Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk’ü, Batman Belediye başkanı Gülistan…
Karl Marx’ın meşhur sözüdür: tarihte olaylar ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak tekrarlanır. CHP’li İstanbul Büyükşehir…
ABD’nin Orta Doğu’dan da sorumlu Merkezi Komutanlığı (CENTCOM) 1 Kasım’da gönderileceği duyurulan ilk B-52 stratejik…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer'in tutuklanmasını protesto etmek için düzenlenen mitingdeki…
Avrupa Komisyonu'nun üyeliğe aday ülkelerin son bir yıl içindeki gelişmelerini değerlendiren yıllık raporu, 30 Ekim…