ABD’de Kasım’daki seçimlerde Donald Trump’ın iktidara geleceği 2016 yılının 21 Mayıs günü öğle saatlerinde ABD’nin Texas eyaletinin sağlık merkezleriyle de tanınan Houston şehrinde İslam Davası Merkezi önünde iki öfkeli grup karşı karşıya geliyor. Bir tarafta göçmen ve Müslüman karşıtı 250.000 bin takipçisi olan “Teksas’ın Kalbi” hareketinin “Beyazların hayatı önemlidir” tişörtlü taraftarları; karşılarında 320.000 takipçisi olan “Nefret etme” ve “Dünyada barış” tabelaları taşıyıp “Müslümanım ve gururluyum” sloganı atan “Amerika Birleşik Müslümanları” hareketi mensupları. Bilmedikleriyse kutuplaşma üzerine kurulu her iki hareketin arkasında da merkezi Rusya’nın St. Petersburg şehri olan “Internet Research Agency – İnternet Araştırma Ajansı” (IRA) adlı bir kuruluşun bulunduğu.
Bu masum kamuflaj altında saklanan IRA’nın kurucu sahibi ve finansörü istihbarat dünyasının hiç de yabancı olmadığı bir kişi: Yevgeni Prigojin.
Rusya’nın gayrı resmî gücü
Prigojin de kimdir diye soranlara söyle bir hatırlatma yararlı olabilir: Wagner paralı asker ordusunun patronu. Wagner’i son günlerde Ukrayna’nın Bakhmut şehrini -gerekirse yerle bir ederek- ele geçirmeye çalışan Rus ordularının başarısızlığından doğan boşluğu doldurmak için devreye girmesinden biliyoruz. Suriye’de, Libya’da, son dönemde bazı Afrika ülkelerinde de Rusya’nın yürüttüğü hibrit savaş doktrininin vurucu gücünü teşkil eden meşum Wagner’in Cumhurbaşkanı Vladimir Putin’e yakınlığıyla siyasette de kendisine yer açmaya çalışan patronu Prigojin.
IRA aslında 2011’de Putin’in tekrar seçilmesini protesto eden sosyal hesapları susturmak için Prigojin’in finanse ettiği 400 işçinin çalıştığı bir “trol fabrikası” olarak kurulmuştu. Bu ilk tecrübenin başarısı ortaya çıkınca, imkanları geliştirilen IRA, diğer hedef ülkelerde de etkinlik sağlamaya çalışan bir politika aracına dönüştürüldü. Kısaca amacı, hulûl ettiği (yapılarına derinlemesine sızdığı) ülkelerde internetin demokratik bir forum niteliğini yok etmek; paranoya yaratan yalan haberleri yaymak ve normal kullanıcıları intikamcı ve sorumsuz biçimde alan dışına atmak suretiyle demokratik yapılara, kurum kuruluşlara hasar vermek, demokratik rejimlere olan inancı sarsmak.
ABD seçimleri
ABD’de Trump’ın seçilmesinde dış müdahalelerin etkisi olduğuna dair bazı ipuçları ortaya çıktı. Derinleşen kuşkular üzerine ciddiyetle eğilen Amerikan Kongresi ve güvenlik kuruluşlarının yaptıkları incelemeler, Rusya’nın dolaylı müdahalesine netlik kazandırdı.
Konuya eğilen Amerikan istihbarat camiası da müdahalenin boyutlarını çok sonra ortaya çıkarabildi. Trump’ı ABD Başkanı olarak kendi çıkarlarına daha uygun gören Moskova’nın, diğer aday Hillary Clinton’u facebook, twitter, instagram ve youtube mecralarında hedef haline getirip çeşitli tekniklerle yıpratarak seçimlere müdahale ettiği anlaşıldı. Wikileaks belgelerinden Clinton aleyhine olanlarının sızdırılması, daha sonra yasaklanan Today Russia’nın yayınları, seçmen kayıtlarına sızma, hatta Demokrat Parti yönetimini de hedef almak gibi yollarla 2016 seçimlerinde Trump’ın seçilmesine yardımda bulunduğu ve bir bakıma böylece amacına ulaştığı öğrenildi.
2016’da yapılan bir araştırmaya göre, Amerikalı seçmenin yüzde 64’ü Hillary Clinton hakkında kampanya döneminde yayılan yalan yanlış haberlerin zihinlerini çok karıştırdığını ifade etti. Senato’da açıklama yapan Facebook yöneticilerine göre 2015 Haziran -2017 Ağustos döneminde IRA 126 milyon Amerikalıya erişen 80.000 mesaj atmış. Twitter’e gelince, 1Eylül -15 Kasım 2016 arası Rusya’nın kontrolündeki 36.000 otomatik hesap 288 milyon kez RT edilen 1,4 milyon mesaj atmış.
ABD’yle sınırlı değil
Zamanla Rusya’nın bu tür müdahalelerinin ABD seçimleriyle sınırlı kalmadığı ortaya çıktı. Avrupa Birliğini zayıflatması yanında, İngiltere’nin AB üyeliğinden ayrılmasıyla sonuçlanan 2016 Brexit referandumuna, son yapılan Avrupa Parlamentosu, Danimarka ve Fransa seçimlerinin siber alanda benzeri müdahalelere hedef olduğu ortaya çıktı. Demokratik ülkelerdeki kamuoylarının kutuplaşmaya yatkınlaştığı zemin ve dönemlerde bu tür siber müdahalelere daha açık hale geldiğini, etkileşim ve manipülasyonun daha da kolaylaştığını yaşanan deneyimler gösteriyor.
Zaman tünelinde biraz gerilere gittiğimizde Rusya’nın bu alandaki faaliyetlerinin ideolojik dayanağının hâlâ Genelkurmay Başkanlığı görevini sürdüren Orgeneral Valeri Gerasimov’un on sene önce kâğıda döktüğü, kendi adıyla anılan doktrin olduğunu görürüz.
Gerasimov’a göre askeri ve siyasi hedeflere geleneksel askeri müdahaleler dışında dolaylı ve asimetrik metotları öngören yeni bir yaklaşım gerekiyor. Bu yeni çoklu metotlar siyasi sistemin, mekânın ve bilginin manipülasyonunu da kapsıyor. Gerasimov asimetrik metotlarla da bir ülkenin egemenliğini ele geçirmenin mümkün olduğuna inanıyor.
Bu doktrin, öncelikle Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla kaybedilen toprakların tekrar kazanılması için Rusya’yı çevreleyen -Kafkasya dahil – ülkelerdeki demokratik süreçleri zayıflatmak, zafiyetlerini istismar, sosyal dayanışma duygularını zedelemek, Batı ve Amerika karşıtı duyguları güçlendirmek, Avrasya değerlerini yüceltmek ve etnik gruplara kimlik kazandırmak gibi metotlar öngörüyor.
Ukrayna savaşı
Ukrayna, Volodimir Zelenski’nin 2019’da Başkan seçilmesinin de gösterdiği gibi Rusya’nın – çok uğraşmasına rağmen – sadece asimetrik değil doğrudan azınlıkları silahlandırarak isyan ettirmesine, Kırım’ı işgal etmesine, kullandığı soft ve hard elindeki bütün araç ve güce rağmen iç politikasını bir türlü yönlendirmeyi başaramadığı bir ülke. Ukrayna halkı her defasında iradesi üzerine ipotek konulmasını, dolaylı olarak Rus vesayetini kabullenmeyi reddetti.
Halkın bir türlü kıramadığı serbest iradesini kabullenmek yerine, tarihsel emperyal milliyetçi dürtüleriyle hareket eden Rusya, kendi iradesini kuvvet yoluyla empoze etmek için 24 Şubat 2022 günü rejimi değiştirmek amacıyla “özel operasyon” adı altında işgal herakâtına girişti.
Rusya’nın Ukrayna’ya savaş açması sonrası ortaya çıkan gelişmeler, genel hatlarıyla Avrupa-Atlantik dünyası ile Rusya arasındaki ilişkileri demokratik değerlerle otokrasi arasındaki bir çatışmaya dönüştürmüş bulunuyor. İkinci Dünya savaşı sonrası Demokrasi ile Komünizm arasında yaşanan ideolojik çatışma (Soğuk Savaş I) kısa süren bir boşluk döneminden sonra bu defa Komünizmin yerini Otoriterizmin aldığı yeni bir (Soğuk Savaş II) döneme girildiği yorumları yapılıyor.
İdeoloji yerine hukuk
Bazı çevreler ise, bu yeni kamplaşmanın 1945-1990 döneminde olduğu gibi ideolojik temelde değil, uluslararası hukuka riayet edenlerle etmeyenler ayırımı üzerinde şekilleneceği kanaatindeler.
Hangi temelde olursa olsun, şekillenmeye başlayan böylesi yeni bir gerginlik/çatışma döneminin en önemli araçlarından birisi de hiç şüphesiz siber alan olacaktır. Geçmişin propaganda savaşları Vaşington güdümündeki “Hür Avrupa Radyosu” ve Moskova güdümündeki “Bizim Radyo” yayınları ile çok sınırlı ve kontrollü geleneksel yazılı basın çerçevesinde sürüyordu. Şimdiyse uluslararası sınırları tanımayan, bunları delip geçen siber medya/dünya, her tarafın diğerlerinin içişlerine karışabilmesi için büyük imkanlar sağlıyor.
Bununla beraber, bu alandaki etkileşimin asimetrik bir niteliğini olduğunu da göz önünde tutmak gerekiyor. Rusya, Çin, İran, Kuzey Kore gibi otoriter niteliği öne çıkan ülkelerin kendi egemenlik alanlarındaki bilgi akışını kontrol ederken, dış dünyadaki özgürlükçü uygulamalardan, hukuki boşluklardan yetersizliklerden yararlanarak geliştirdikleri hulûl ve manipülasyon imkanlarından büyük ölçüde yararlandıkları biliniyor.
Siber dünya ve yapay zekâ
Rusya’nın siber dünyaya hulûl etmek için kullandığı belli başlı teknikler arasında sahte belge üretmek, seçim sistemini hedeflemek, sosyal medya reklamları, trol ve botlarla medya tartışmalarını tetiklemek ve etkilemek, çalınan bilgilerin sızdırılması, taraftar adaya destek karşı adayı gözden düşürmek geliyor. Batı’da Rusya’nın bu amaçla zaman zaman dezenformasyon amacıyla Russia Today ve Sputnik’i kullandığı öne sürülüyor.
Bunun yanında yapılan bir araştırma Batı ülkelerinde Kremlin’in Truva Atları diye adlandırılan – aşırı sağcı, ırkçı, aşırı solcu – çeşitli yollardan destek gören bazı siyasi partilerin mevcudiyetini ortaya koyuyor. Yunanistan’da yakından bildiğimiz Ataka, Altın Şafak; İtalya’da Kuzay Ligi, Demokratik Parti; Avusturya’da Hür Parti, Çekya’da Çek Komünist Partisi; Slovakya’da Slovakyamız Halk partisi ve Sosyal Demokrasi; Almanya Alternatif Parti, Hollanda’da Özgürlük Partisi; Belçika Flaman Çıkarı, Fransa’da Millî Cephe; İngiltere’de UKIP ve Britiş Millî Partisi bunlar arasında sayılıyor.
Hızla gelişen yapay zekâ (AI) uygulamaları dezenformasyon ve manipülasyon imkânlarının daha geniş kitlelere daha etkili ulaşmasını sağlıyor.
Çin’in faaliyetleri
Bugünlerde Amerika ve Batı Avrupa’da tartışılan bir diğer konu da Çin’in siber alandaki faaliyeti.
Çin’in Rusya’nın yaptığı gibi Batı dünyasındaki seçimlere müdahale ettiğine dair henüz önemli bir bulgu yok. Ancak Çin’in siber alana çok daha geniş bir ufukla ve uzun vadede baktığı biliniyor. Lider Şi Cinping yıllar öncesi “discourse power – kelâmın kuvveti” kavramını ortaya attı. Bundan kasıt Çin devletinin yararına ve çıkarına olan söylemlerin yaratılması, yayılması ve zararlı olanlarının da engellenmesi.
Çin kökenli siber mecraların ABD ve AB’de yarattığı ve yoğunlaşan kuşkular biliniyor. Özellikle son dönemde gençlerin yoğun ilgi gösterdiği Çinli ByteDance firmasına ait, bir milyarı aşkın kullanıcısı olan TikTok mecrası üzerinde özellikle duruluyor.
Yönlendirme yanında, kişisel bilgilerin “emilmesine” yaradığı endişesiyle bazı ülkelerde tamamen yasaklanması, bazı ülkelerde devlet yönetici ve memurlarının cep telefonlarına TikTok indirmelerinin yasaklanması son günlerin en önemli gelişmeleri arasında.
14 Mayıs seçimleri ve oyuna gelmemek
Bu kısa tur önümüzdeki 14 Mayıs seçimlerinin de bazı dış müdahalelerin hedefi olabileceğini gösteriyor. İster Rusya’nın ister bir başka ülkenin olsun bu ihtimalin sürekli olarak gündemimizde tutulması yararlı olur.
Konuyu daha da önemli kılan unsur son dönemlerde dış politikanın adeta iç politikanın ana unsuru haline dönüşmüş olması. Bu durum seçimleri biz yurttaşlar yanında dış ülkeler için de son derecede önemli kılıyor. “Eski Türkiye” diye anılan dönemlerde yapılan seçimlerde Türk seçmeni sadece kendi refah arayışına, demokrasi anlayışına göre ülkenin nasıl yönetilmesi gerektiği hususunda kaderini serbestçe belirlerdi. Yaşadığımız “Yeni Türkiye’de” hukuki çerçeve ve uygulamalar artık aynı değil. Ayrıca uluslararası koşullar da çok değişti.
Önümüzdeki seçimlerde birbiri içine geçmiş iç ve dış politikaların bir bütün olarak ülkemizi götüreceği yönü de seçmek durumunda olacağız.
Türk seçmeninin iradesini etkileyecek tehlikenin, artık eskimiş sayılan geleneksel – ziyaret, demeç, yazı, makale vs. gibi – yöntemlerden daha çok asıl siber dünyadan geleceğini öngörmek gerekiyor. Seçmenin oy verme kararı üzerinde etki yaratmak isteyecek, kullanılacak oyun kendi çıkarına da uygun olacak politikalara yol açmasını arzulayacak dış mihrakların, bunun için siber teknolojilerin sağladığı her türlü sinsi metodu kullanabileceklerini varsaymak durumundayız.
Bu ihtimal gerçekleştiğinde, egemenlik hakkımızın ihlal edilmesi ve içişlerimize karışılması anlamına geleceğinin bilincinde olmalıyız.