Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve İletişim Başkanı Fahrettin Altun geçen hafta İngiltere’de yayınlanan The Economist dergisinin 14 Mayıs seçimlerini 2023’te dünyadaki en önemli seçim olarak gösteren kapak konusuna sert tepki verdiler. Bunun nedeni derginin seçimin “diktatörlerin seçimle de gidebileceğini” gösterirse bunun “küresel sonuçları” olacağını yazmasıydı. Beştepe’ye göre dış güçler yine devredeydi. Türkiye’deki seçmeni etkilemek istiyorlardı; sanki sürekli The Economist ve Der Spiegel okuyan AK parti seçmeni bu yazılanlardan etkilenerek oy vermekten vaz geçecekti.
Sadece bu da değil Beştepe’nin “dış güçler” sinirini depreştiren.
Son haftalarda muhalefetin Cumhurbaşkanı adayı, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na dış basın ilgisinin artıyor; bu da Beştepe’nin asabını bozuyor. Kamu diplomasisinden yasal görevi olan “Türkiye’nin marka değerini yükseltmekten” çok AK Parti propagandasını anlayan İletişim Başkanlığı dış basının Türkiye’deki muhabirlerine uygulanan baskıyı aşıp muhalefete de yer vermesini kabullenemiyor. Dış güçler “yine başladılar” şikâyetinin altında yatan bu.
Dış güçler mi yazdırıyor?
14 Mayıs seçiminin “kader seçimi” olduğunu söyleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ta kendisi.
Uluslararası basının Erdoğan’ın ne dediğini öğrenme gibi bir sorunu yok. İletişim Başkanının kontrolündeki TRT ve Anadolu Ajansı Erdoğan’ın iç politika çıkışları dahil her demecini dünyanın çok konuşulan her lisanında yayınlıyor. Ayrıca gerekli gördüğü durumlarda Erdoğan kendince önemli gördüğü uluslararası medyaya mektuplar yazıyor, yayınlatıyor. Türkiye’de sadece seçtiği gazetecilere konuşan Erdoğan’la dış güçler medyası gayet rahat konuşabiliyor.
Ama iş dış basının 14 Mayıs “kader seçimindeki” rakibiyle konuşmasına, ya da onun da kazanabileceğini ve bunun ne anlam taşıyabileceğini yorumlamasına gelince külahlar değişiyor. O zaman dış güçler söylemi devreye giriyor. Bu tıpkı kredi değerlendirme kuruluşu Fitch’in Türkiye’nin kredi notunu yükselttiği dönemlerde iktidar basını tarafından övülmesi, düşürmeye başladığında da, Fitch’in okunuşunun Türkçede – affedersiniz- “piç” kelimesini çağrıştırmasıyla “Fitch fitchliğini yaptı” denmesine benziyor.
Kılıçdaroğlu’na dış basın ilgisi
Son bir iki haftada Kılıçdaroğlu’nun dış basına verdiği, hemen hepsi yazılı özel mülakat sayısındaki artış dikkat çekiyor.
Örneğin bugün Japonya’nın etkili gazetesi Nikkei’de ekonomi ağırlıklı ve cumhurbaşkanlığında Türkiye’de işleri nasıl düzeltmeyi düşündüğüne dair sözleri yayınlandı. Geçtiğimiz hafta Yuınanistan’ın Naftemporiki gazetesinde “İstikrar, karşılıklı güven ve anlayış” mesajları manşetteydi. Almanya’nın DPA haber ajansına ise seçimi kazanması halinde Almanya ve AB ile ilişkileri güçlendireceği ve ziyaret edeceği ilk üç ülke arasında Almanya’nın bulunacağını söyledi. İngiliz BBC ve Financial Times ve Amerikan Time dergisi de Kılıçdaroğlu’dan özel mülakat alan uluslararası basın kuruluşlarından.
Sadece Kılıçdaroğlu da değil. CHP liderinin dış politika danışmanı Ünal Çeviköz de dış basından gelen soruları cevaplamaya zor yetiştiğini söylüyor. Son bir iki haftada Washington Post’tan La Repubblica’ya, Ta Nea’dan Politico’ya, Frankfurter Allegemeine Zeitung’a dek çok sayıda dış basın kuruluşunun sorularını yanıtlamış.
Kamu diplomasisi
CHP’ye özellikle sordum, Rus, Çin ve Arap medyasından mülakat talebi olup olmadığını. Medyanın hükümet etkisi, altında olduğu dış güçler henüz bu kader seçiminde muhalefet liderinin ne dediğini fazla merak etmiyor, Erdoğan ile yetiniyorlar anlaşılan.
Kılıçdaroğlu’nun son Rusya mesajı ve Çin’in Kuşak-Yol projesini Rusya’nın güneyinden dolaşarak canlandırma çabasına çiçek atması bu çerçevede dikkat çekici.
CHP’nin son dönemde Kılıçdaroğlu’nun ittifak politikasıyla uyum içinde kamu diplomasisi faaliyetini geliştirdiği gözlenebiliyor. Millet İttifakının dış politika çizgisi de parçalar halinde böyle dış kamuoyuna duyurulmuş oluyor; böyle bir oyun planı olmasa da işe yarıyor.
Hükümetin kamu diplomasisi İletişim Başkanlığınca yürütülüyor. Az önce “Türkiye’nin marka değerinden” çok Cumhurbaşkanı ve AK Parti marka değerinin yükseltilmesini eleştirdim. Bu yanlış ama Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde bütün yürütmenin tek elde toplanmasıyla, partili cumhurbaşkanı ve parti-devlet anlayışına uygun. Bu anlayışa uygun olması yanlış olduğu gerçeğini değiştirmiyor.