Hepimize, her yerden mesajlar yağıyor. Hemen hepsinde AKP iktidarının yarattığı dünyanın karanlık bir parçası anlatılıyor. Öyle çoklar ki, örneğin ekonomist Dr.Murat Kubilay ekonominin ne durumda olduğunu anlatmış (üzerine tıklayarak lütfen bu bilgi selinin tamamını okuyun):
Ülkemizde AKP’nin iktidarda olduğu son 20 yıldan beri, ne olduğunu, nasıl olduğunu anlamadığımız tatsız olaylar yaşıyoruz. Dünya ile yarışan bir seviyeden, aniden gitgide gerileyen (mesela internet hızında 110.luk, ekonomide 21.cilik, enflasyon rekoru gibi) başka bir faza atladık.
Her türlü sorun yaşanıyor, pahalılık, terör, maden kazaları, ekonominin ezdiği insanlar, 14 yaşında Cumhurbaşkanına hakaretten gözaltına alınan çocuklar, kadına şiddet, her türlü hakaret vs ama AKP, seçimlerde kaybetmek yerine anlayamadığımız bir şekilde hep kazanıyor. Anlayamıyoruz çünkü, kafamızın çalışma şekli “olması gerekene” alışık. AKP’li A.İhsan Yavuz’un dediği gibi “Hiçbir şey olmasa bile bir şey oldu”.
Siyasi analistlerimiz, verilerle analiz yerine “halk işte böyle, eğitimsiz” diyerek medyanın ele geçirilmesine işaret ediyorlar ve yüzeyde kalıyorlar. Önümüzü açamıyorlar. Bu nedenle de gerçekte ne olup bittiğini anlamlandıramıyoruz. Bence halkın bir kabahati yok.
Örneğin, geçen gün de yazdım; 2007 seçiminden sonra Mehmet Ali Birand‘ın yazısına bakarsanız, anketler AKP için yüzde 26-29 aralığını verirken, sonuç yüzde 46 olmuş. Hiç birimiz bunu sorgulamadık. Yani “yüzde 26-29 nasıl olur da yüzde 50-75 oranında yanılır?” demedik.
Özel ilgi alanım Türk Telekom olduğu için, ben o dönem seçimle yakından ilgilendim. Çünkü Türk Telekom’un geri kalan tüm ihale bedeli –gerek olmadığı halde– ödendi. 2005’de özelleştirmede 6,55 milyar dolar karşılığında Türk Telekom’un yüzde 55 hissesini satın alan Ojer Telekomünikasyon (Hariri Ailesi), 1,2-1,3 milyon civarındaki ilk 2 taksidi yani 2005 ve 2006’dakileri ödemişti. Sıra 2007 taksidindeydi. Ama onun yerine 5 taksidin geri kalanlarını, yurtdışındaki 26 bankadan aldığı kredi ile bir kerede ödedi. (Biz 2013’de bu krediyi ödemediğini, yeni aldığı ve Türk Telekom’un aslında sahibi olmadığı hisselerini rehin verdiği 4,75 milyar $’lık kredinin alınış nedenine yazdığı için öğrendik. Bu 4,75 milyar $’ı da ödemediğini biliyorsunuz).
O zaman hepimiz merakla, “neden ki, peşin ödemesi gerekmiyor aslında” diye soruyorduk. O dönem aldığımız duyum şu oldu; “AKP seçimde çoğunluğu kaybetme riskine karşı Türk Telekom işlemini bir an önce kapatma ve böylece geri döndürülme tehlikesini bertaraf ediyor” dediler. Hem işlemin içeriğinin ortaya dökülmesi, hem de Türk Telekom gibi 81 ilde organizasyonu olan bir şirketin yönetiminin elden çıkma riski vardı. Sonuçta taşeronları, hizmet vericileri, danışmanları ve partiden gelme elemanları ile 81 ile ulaşabilen, iletişim hatlarını kontrol eden bir şirket her açıdan önemli tabii ki.
2002’de AKP, oyların yüzde 34,3’ünü alarak 363 gibi rekor sayıda milletvekili kazanmıştı. 2007’de ise 5 yıl iktidarda kalan her parti gibi yıpranmış olduğundan, AKP’nin bir miktar oy kaybetmesi bekleniyordu. Anketler de yüzde 26-29 aralığındaydı. Böyle olsaydı alacağı milletvekili sayısı 190-200 olacaktı. Dolayısıyla TBMM çoğunluğu elinde olmayacaktı ve bugün hepimizi şaşırtan ya da kızdıran pek çok olay gerçekleşemeyecekti. Ama nasıl olduysa AKP yüzde 46 aldı.
Eskiden beri Ankara’da ne olup bittiği halkın ilgisini çekmiyor. Hangi kanun çıktı, milletvekilleri nelerle ilgileniyor, çok da bilinmez. Bunun bir nedeni tabii ki darbeler. Halk siyasetten uzak kalmayı öğrenmiş. Dolayısıyla siyasetçilerin ne yaptığı ile ilgilenen yok. Sadece kamu maaşlarının belirlendiği zamanlarda sendikalar, kararlar (mesela ithalata konan fon gibi) etkilemişse iş dünyası, atamalar vs zamanlarında ilgileniliyor.
Diğer zamanlarda siyasetçilerin keyfi yerinde, kimse ne yaptıkları ile ilgilenmediğinden, çoğu zaman karşılığında dev bir maaş (şu anda çeşitli yan avantajlar hariç 73.379 TL) aldıkları TBMM’ye bile uğramayabiliyorlar. Toplamda kaç tane kanuna imza atmışlar ya da soru önergeleri vermişler diye bakarsanız, azlığına şaşırabilirsiniz. (Artık TBMM’deki milletvekillerini ve ne iş yaptıklarını takip ederek, karne vermemiz lazım). Siyasi kanunun sağladığı olanakla, bir partinin ve bir liderin şemsiyesi altında, trafik polisine “sen benim kim olduğumu biliyor musun” söylevcisi ve halkı küçük görmeci başı durumundadırlar.
İşte halk, bu siyasetçilerin seçimlerde sandıkları çok iyi korumadıklarını 2010’lara gelirken farketti. Bunun arkasından sandık güvenliğini sağlamaya yönelik bazı sivil toplum platformları kuruldu. Oy ve Ötesi ya da Türkiye Gönüllüleri bunların örnekleridir. 21. yüzyılın temel kavramlarından birisi olan “crowd sourcing” yani “kitlesel kaynak” usülü çalışırlar.
14 Mayıs 2023 seçiminde ise cumhurbaşkanlığını R.Tayyip Erdoğan kılpayı ile kaçırırken, ortaya tavşan atlet olması için salındığı anlaşılan 2 cumhurbaşkanı adayı vardı. Görevlerini de yapmış gözüküyorlar.
Seçimin ertesi sabahı çevremdeki herkesin morali bozuktu. Ne kadar çok şikayet eden insan vardı. Çünkü seferberliğe, herkesin sandıklara gitmesine karşın, AKP ve hele MHP inanılmaz oranda oylar almışlardı. Bir çok kişi, “ben bu halkı anlayamıyorum, halk bu kadar ekonomik sıkıntı içinde yine gidip AKP’ye mi oy veriyor?” diye sordu. T24 yazarı Mehmet Yılmaz isyan etti ve “ben halkı okuyamamışım” diye yazdı. Oysa bence gayet de güzel okuyor.
Bilgehan Turhan ile yayınladığımız “Köy ve Mezralardaki Durum” yazısı, işte bu ruh haline bir cevaptı. İnsanlar bir anda illerdeki sandıkları korumayı başardıklarını ve 2,3 milyonluk farkın köy ve mezralardan geldiğini gördü. Hatta 11 bin köy ve mezra sandıklarında Erdoğan’ın oy oranı yüzde 90‘dı. Ne şaşırtıcı değil mi? O yazı bu nedenle ses getirdi.
Çünkü bu analiz, nedenlerden sadece 1 tanesini ortaya koyuyordu. Ama bu 1 tanesi bile 2 aday arasındaki farkı yaratıyordu. Aslında daha çok vakit olabilseydi, diğer sandıklardaki duruma yönelik de pek çok şey çıkarılabilirdi. Daha da aslında, bunların seçimden önce dikkatle çalışılması, analiz edilmesi ve duyurulması gerekirdi.
Temel sorunlardan birisi de bu, partiler halkı rahatlatacak şeffaf açıklamalar yerine, “biz herşeyi hallediyoruz” modunda açıklamalar yapıyor. “Hah güzel hallediyorlarmış” diyorsunuz ama her seferinde halletmedikleri anlaşılıyor. Bunun yerine, şurada zayıf kalıyoruz, şu sandıklarda insana ihtiyacımız var, bu hesaplamaları biz yapamıyoruz deseler, hepimiz yardıma koşacağız. Özetle halka ilişkiler konusunda zayıflar (ülkece halkla ilişkilerin ne olduğunu anlayamadığımızı da söyleyelim, ben bunu şirketlerde görüyorum).
Buna rağmen, halk aslında harekete geçtiği şehirlerde durumu korumayı başarmış. Dolayısıyla Cumhuriyeti koruma gücüne sahip. Şimdi daha geniş koruma görevi ve TBMM’yi yakından takip misyonu yüklenmek gerektiği anlaşılıyor.
Bu arada, günlerdir mailime ikiyüze yakın mail geldi. Bunların çoğunda hesaplamalar var. Ya yanlış hesapladığımı ya da farklı hesaplamalarla başka bir yerlere de varılabileceğini filan anlatıyorlar. Siz öyle hesapladınız, ben böyle hesapladım, bunların hepsini bir yana bırakın. Bizim bakış açılarımızla yaptığımız hesaplar yerine doğrusunu YSK’nın açıklaması lazım. Benim yazımın hedefi budur. Ben bir fark görüyorum ve soruyorum. Bu fark nedir? Bunu YSK açıklamak zorunda. Biz değiliz. Biz hesabı alacak olanız, verecek olan değil.
Ama sevindirici olan şu; en sonunda insanlar sorgulamaya başlamışlar.
Çok güzel bir şey bu; sandık sayısı, seçmen sayısı, nüfusun durumu, oyların dağılımı, yurtdışı oyların durumu ve hiç de konuşmuyoruz ama oy kullanım oranları. Bunların hepsinin ortaya konulup, analiz edilmesi lazım. Burada boşluk olduğu çok net gözüküyor.
Bunun için de partilerin, siyasi analistlerin ve akademisyenlerin somut verileri ortaya koyması lazım. Artık hamaset dolu konuşmalardan, analizlerden vazgeçin. Konuşulacak şeyler, rakamlardır.
Bunları zaten “reklam endüstrisinde” kullanan bir sürü uzmanımız var. Bir farkı yok. Bu “big data”. Analistlere düşen ise, büyük veriyi nereden tutacağına bakıp, anlayıp, sonra da değerlendirmesidir.
YSK, “Köy ve Mezralardaki oy farkı” konusunda bir açıklama yapmadı. Görmemezlikten geldi. Ama “6,7 milyon seçmen sayısı nereden geldi” yazısına sohbet kıvamında, gayriresmi bir cevap aldım.
Bu cevap 2 konuya dayanıyordu; “Bu yazı ile YSK’ya hasar vermiş olmak; 6,7 milyon seçmen sayısı şöyle olmuştur, böyle olmuştur, seçmen sayısı matematikle hesaplanacak bir şey değildir.”
Konuşmamız sırasında bunlara cevap verdim ama size de bunları aktarayım;
1. YSK 6,7 milyon rakamının içeriğini de, köy ve mezralardaki durumu da analitik ve rakamlara dayanan bir şekilde açıklamak zorundadır. Eğer 6,7 milyon seçmen fazlalığı haklı bir şey ise, YSK bunu yıllara ve rakamlara dayanan şekilde açıklar ve sorun biter. Eğer değil ise, YSK görevini yapmamış demektir. O zaman bu yazı YSK’ya verilen değil, YSK’nın seçimlere verdiği hasardır.
YSK görevini unutulmuş anlaşılan. YSK halkın oyunun korunması için vardır ve hesap vereceği yer de halktır. Halkın üstünde bir kurum değildir. Bu rakamları açıklamak zorundadır.
Bu noktada YSK’ya buradan açık soralım;
2. Bugüne kadar partiler de, YSK da “şudur, budur” anlamında sözler söyleyerek bizi ikna etmeye çalışıyor. İkna olmamız için rakam görmeliyiz. YSK’nın şöyle olmuştur, böyle olmuştur değil, tam rakamlarla açıklama yapması gerekiyor.
3. Matematikle seçmen sayısı açıklanamaz cümlesi de saçma, çünkü bugün sosyal olaylar da matematik modelleme ile açıklanıyor. Bu cümleyi duymak bile istemiyorum.
Seçim güvenliği konusundaki önceki tüm makale ve söyleşileri Seçim Güvenliği Dosyası’nda bulabileceğinizi hatırlatayım.
Deprem bölgesinde şahlanan bir halk gördük. Hala benim oturduğum sitedeki Gönül ve Laleser Hanımlar, beraberlerindeki Gülten Hoca ile bölgeye ve bölgeden gelenlere yardıma koşuyor ve öğrencilere burs sağlamaya uğraşıyor. Bu halk herşeye rağmen bölünmüyor. Bir bütün. Kılıçdaroğlu da tüm risklerini göze alarak, sağolsun bize bunun yolunu açarak bence çok tarihi bir görev yaptı. Öyle ki, Ali Yaycıoğlu’nun söylediği gibi, Türk deneyimi artık siyasi tarihe geçecek bir duruma geldi.
Şimdi yeni bir görev önümüzde.
Seçimlerde sandıklarda ne oluyor, bitiyor ancak tahmin edebiliyoruz. Ama yapılan dezenformasyon, devlet olanakları kullanılarak yapılan propoganda ve haksızlıklar hepimizin gözü önünde gerçekleşiyor. Yani bu da başka cins bir hile.
Her ne kadar “kaybedeceği seçime girmez” ya da “bırakmaz” gibi bir takım “şehir efsaneleri” ortada olsa da, bunların çoğunluğu “algı”. Anadolu Ajansı bu algı yaratmadaki en önemli makina. Bir yandan rakamları yukarıda tutuyor. Bunların üstüne geçebilecek tek şey, kararlı bir şekilde oyunuzu kullanmak ve sandıkları da gözetim altında tutmaktır. Görevliler olsa bile, tutanaklardan birer resim alın mutlaka.
Haftasonu (28 Mayıs 2023) seçimlere katılacağız. Klişe bir ifade olacak ama ülkeyi korumak için hepimizin işi gücü bırakıp “oy kullanmaya” gitmesi ve üstüne de, sandık temsilcisi-müşahit olmasa bile sandığını gözlemci olarak koruması gerekiyor. Bu bir müdafa-i hukuk mücadelesi. Bunu unutmayın.
Kaynak: https://turk-internet.com/bugun-ulkeyi-ve-cumhuriyeti-korumanin-yolu-sandiklardan-geciyor/
Mehmet Öğütçü ve Rainer Geiger Ortadoğu, yıllardır süregelen siyasi istikrarsızlık ve ekonomik çalkantıların izlerini taşıyan…
Yeni yıla girmemize sayılı gün kala, Milli Eğitim Bakanlığı sayesinde çocuklarımızı ve gençlerimizi maazallah kazara…
ABD ordusu bir kez daha Donald Trump’a Suriye resti çekiyor. Başkanlık görevini 20 Ocak’ta devralacak…
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, ABD'nin Gazprombank için uyguladığı yaptırımlardan Türkiye'yi muaf tutacağını…
Milli Savunma Bakanlığı (MSB) ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller'ın Suriye'de Türkiye destekli Suriye Milli…
Esad gitti ama bence Suriye için en çetin meydan okuma yeni başlıyor. İsrail, ülkenin tüm…