İklim ve geçmişimiz hakkında ilişkiyi incelemek için yeni yollar açan bakış açılarına ihtiyacımız var; zira 18. yüzyılın ortalarında Voltaire, insanları her şeyden çok üç şey meşgul eder, diye yazmıştı: iklim, hükümetler ve din. Bugün yeni yollar açan bakış açılarını bilgi işlem süreçleri ile birleştirerek ve ayrıca büyük veriyi (big data) kullanarak yeni yollar açmaya yönelik girişimlerde bulunuyoruz. Böylece geçmişi bilimsel bir çerçeve içinde gerçekçi bir şekilde ortaya koyuyoruz. Unutmamız gereken geçmişimizi doğru bir şekilde ortaya koymanın önemli olduğu. Geçmişi ne kadar gerçekçi bir şekilde ortaya koyarsak, geleceği de o derece gerçekçi bir şekilde öngörebiliriz.
Naram-Sin ismini duydunuz mu, bilmiyorum. Ben bu yazıyı yazarken tanıştım bu isimle. Kendisi Akkad’lar için önemli bir isim. MÖ 2250 civarında Naram-Sin, bugünkü Irak’ta, Akkad olarak bilinen bir imparatorluk olan Mezopotamya’da hüküm sürdü; ancak daha sonra ani bir felaketle “Akkad’ın laneti” geldi. Yağmurlar bitti ve mahsuller verimsizleşti. Sonuç kitlesel açlık ve siyasi kaostu. O zamanlar “lanetin” Naram-Sin’in işi olduğuna inanılıyordu: “tanrılara meydan okuyarak” haksızlık yapmıştı. Fakat bugün geldiğimiz noktada analizlerin ortaya koyduğu kanıtlar farklı sonuçları gösteriyor. Kanıtlar, o dönemde iklimde ani bir değişiklik olduğu sonucunu ortaya koydu. O dönem ani bir buharlaşma olayı gerçekleşmişti ve bu olay şiddetli kuraklığa neden olmuş, sonra da bu çevre olayı devam eden uzun süreli kuraklığa dönüşmüştü. Ve bugün, bu durum, yani Akad imparatorluğunun çöküşü, modern çağ için önemli ve faydalı bir örnek haline geldi.
Ani ekolojik şoklar nedeniyle güçlü medeniyetler bile kendi içlerine kapanabiliyordu. Yaşadığımız gezegen her zaman bir dönüşüm, geçiş ve değişim dünyası olmuş. Hava durumu, iklim ve çevresel faktörler, bırakın geçmişe bakmak için önemli bir mercek olmayı, insanlık tarihinin görünmeyen ve söylenmeyen bir arka planı olmuş.
İşte tam bu noktada Peter Frankopan’dan bahsetmek yerinde olacak. Frankopan’ın eserleri bizlere yabancı değil, Türkçe’ye çevrilen bir kitabı tarihe farklı bir şekilde bakmamızı sağlıyor. Kitabın ismi “İpek Yolu” ve bu kitap İpek Yolu’na ilişkin bir tarih çalışmasından çok daha fazlasını içeriyor; dünyanın farklı ama gerçekci bir tarihi… Kitabın bize en önemli vaadi; nereden gelip nereye gittiğimize dair bildiklerimizi unutturmak, yani farklı bir tarih anlayışı. Frankopan’ın eserleri geçmişi farklı bir şekilde anlayıp gelecek hakkında bilinenden farklı ama gerçekci öngörülerde bulunmaya yönelik yeni bir tür, farklı bir tarih girişimi olarak tanımlanabilir.
“The Earth Transformed”, Frankopan’ın yeni kitabı, iklim ve geçmişimiz arasındaki ilişkiyi incelemek için yeni yollar açan bir eser. Frankopan yeni kitabına Voltaire’in yazının başında belirttiğim yorumuyla başlıyor ve her türden doğal afetin insanlık tarihini nasıl şekillendirdiğini göstermeye çalışıyor. Frankopan’ın okuyucuları, onun bu konuya daha önce değindiğini hatırlayacaktır. “İpek Yolu”, aşırı hava koşullarının neden olduğu kıtlık olayları nedeniyle iktidarını kaybetmek zorunda kalan bir Çin imparatorunun öyküsünü ve 15. yüzyılda küresel soğumanın nasıl “bir altüst oluş dönemini ortaya koyduğunu, bir hayatta kalma mücadelesini” anlatan bir eserdi.
Ancak “Dönüştürülen Dünya” bu argümanı çok daha ileriye taşıyor. Tarihin çevremizden nasıl etkilendiğine dair çarpıcı örneklerle dolu bir eser. Gerçekten de Frankopan, modern insanlık çağının başlangıcının varlığını iklim değişimlerine borçlu olduğunu öne sürüyor. Yaklaşık 12.000 yıl önce, son buzul dönemi sonrası toplu yaşama geçmeye başlamamızla aynı zamana denk gelen Holosen ismindeki jeolojik dönem dünyanın küresel yüzey sıcaklıklarının yükselmeye başlamasıyla belirginleşti.
Yazarın gözlemlediği gibi: “Holosen’den önce tarım imkansız olmayabilir, ancak başlangıcından sonraki koşullara mükemmel bir şekilde uyuyordu.” Başka bir deyişle, “eğer gezegen ısınmasaydı”, şehirleri, imparatorlukları ortaya çıkaran ve insan nüfusunun artmasına neden olan tarım devrimi hiç gerçekleşmemiş olabilirdi.
Etkileyici, değil mi?!… Benzer şekilde, bu kitabı okuyana kadar, MÖ 100’den MS 200’e kadar “ortalamadan daha sıcak” yüzey sıcaklıklarının olduğu Roma’nın yükseliş dönemiyle örtüşen iklimsel optimum dönemini hiç bilmiyordum. Bu dönem, tam olarak Roma’nın Akdeniz, Avrupa, Kuzey Afrika ve Yakın Doğu’da üstün olduğu döneme tekabül eden zaman aralığını kapsıyor.
Frankopan’ın hesabına göre, değişen iklim ve hava olayları “tarımsal üretimin artmasına yardımcı oldu … bu da demografik büyümeyi, fetih için insan gücünü ve siyasi otoritelerin bu süreçte kendi güçlerini meşrulaştırılmasına ve sağlamlaştırmasına yardımcı olan istikrarı geliştirdi”. Daha ciddi bir şekilde, MS 1100 ile 1800 yılları arasında Avrupa’da Yahudilere yönelik baskı hakkındaki verileri vurguluyor; tarımsal anlamda ekinlerin yetişme döneminde sıcaklıktaki küçük bir düşüş, Yahudilerin gıda kıtlığı ve gıda erişimine zorluk nedeniyle istismara uğrama olasılığının artmasına neden olduğunu öne sürüyor. Diğer tarihçilerin çoğu bu olaylara, yani Roma imparatorluğunun yükselişine ve düşüşüne, azınlıkların istismarına siyaset ve ekonomi açısından bakarken, Frankopan bunları çevresel dalgalanmaların yol açtığı olaylar olarak görüyor. Kendisinin ifade ettiği gibi: “İnsanlık tarihi ile doğa tarihini yeni bir şekilde bütünleştirmek sadece önemli bir alıştırma değil; çevremizdeki dünyayı doğru bir şekilde anlayabilmemiz için oldukça önemli bir girişimdir.”
Bugün yaşadığımız küresel ısınmaya bağlı iklim değişimi ve biyolojik çeşitlilik kayıpları, Frankopan’ın kitaplarında ortaya koyduğu geçmişe bakış açısının geleceğimiz için yankı uyandıran bir mesaj taşıdığı anlamına geliyor elbette. Bir çoğumuz hayatlarımızın çevre tarafından derinden şekillendirildiğinin kör edici ölçüde açık olduğunu düşünsek de hala doğadan ayrı olduğumuzu varsayıyoruz. Bugün vazgeçemediğimiz teknolojilerdeki sürekli ilerleme, yaşadığımız gezegenle bağlarımızı koparmaya başladığımızı gösteriyor. Yaşadığımız gezegen bize ve biz de ona yabancılaşıyoruz.
Frankopan eserlerinde mevcut dünya görüşümüzün kusurlu olduğunu gösteriyor: İnsanlık tarihinin genişleyen alanı, kaderimizin silinmez bir şekilde doğal dünyanın sağlığına bağlı olduğunu ortaya koyuyor. Frankopan’ın vurguladığı gibi, “çevre, varlığımızın üzerinde oynadığı, yaptığımız her şeyi, kim olduğumuzu, nerede ve nasıl yaşadığımızı şekillendiren sahnenin ta kendisidir” ve “sahne çökerse, bu bizim için son demektir.”
Biz bu gezegenin zavallı oyuncuları, gezegene verdiğimiz zararın farkında olarak bu uyarılara kulak versek ve çevresel değişimlere daha bir dikkatle baksak şüphesiz çok iyi ederiz.
Mehmet Öğütçü ve Rainer Geiger Ortadoğu, yıllardır süregelen siyasi istikrarsızlık ve ekonomik çalkantıların izlerini taşıyan…
Yeni yıla girmemize sayılı gün kala, Milli Eğitim Bakanlığı sayesinde çocuklarımızı ve gençlerimizi maazallah kazara…
ABD ordusu bir kez daha Donald Trump’a Suriye resti çekiyor. Başkanlık görevini 20 Ocak’ta devralacak…
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, ABD'nin Gazprombank için uyguladığı yaptırımlardan Türkiye'yi muaf tutacağını…
Milli Savunma Bakanlığı (MSB) ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller'ın Suriye'de Türkiye destekli Suriye Milli…
Esad gitti ama bence Suriye için en çetin meydan okuma yeni başlıyor. İsrail, ülkenin tüm…