14 Mayıs seçimleriyle kurulan yeni parlamento, 28 Mayıs’ta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın yeniden seçilmesi ardından 2 Haziran’da açılıyor. 28’inci dönem TBMM, ilk kez o açıklıkla Turgut Özal tarafından dile getirilmiş olan “Türk-İslam sentezi” çizgisinde oluştu. Bununla birlikte AK Parti’yle CHP’ye iktidar ve muhalefet saflarında düşen başat rol değişmedi. Bu durum iyi değerlendirilirse Türkiye’nin önünü açıcı bir fırsata da dönüşebileceği gibi iyi değerlendirilmezse Türkiye’yi endişe edilen karanlık bir döneme de çekebilir.
Fırsat, AK Parti’nin yeni Anayasa vaadini dayatmacı ve dışlayıcı olmayan bakışla gündeme getirmesi, CHP’nin de konuyu toptan reddetmeyen uzlaşmacı bakışla yaklaşmasıyla yakalanabilir.
Yeni Anayasa sürecinin evrimi
Erdoğan Anayasa’yı değiştirme ihtiyacını daha 2017 halk oylamasıyla Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçilip 2018’de ikinci defa cumhurbaşkanı seçilmesinden itibaren dile getirmeye başlamıştı. Çünkü her ne kadar Erdoğan ve stratejik ortağı MHP lideri Devlet Bahçeli 2017 Anayasasını oylama öncesinde “mükemmel” diye niteleseler de aksaklıkları daha ilk günden ortaya çıkmaya başlamıştı.
Erdoğan aksaklıkları ve yapılması gerekenleri saptama işini de Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’a vermişti. Oktay’ın aylar süren çalışmaları önce 2019’da AK Parti’nin aldığı yerel seçim yenilgisi, ardından 2020’de Covid-19 salgını, 2021’de itibaren de derinleşen ekonomik krize takılmıştı.
Oktay artık AK Parti milletvekili ve muhtemelen TBMM Başkanı adayı.
Erdoğan yeni Anayasa söylemiyle çıktığında CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ve diğer muhalefet liderlerinin “tek adam sistemini” daha da güçlendirip Türkiye’yi dikensiz gül bahçesine çevirmek istediği eleştirileriyle karşılaştı. Değişikliğe dair medyaya sızan haberler muhalefet eleştirilerini haklı çıkaracak türdendi.
Yüzde 50+1’in miadı doldu
Aradan geçen zaman AK Parti açısından da farklı bir durum ortaya çıkardı.
14 Mayıs seçimlerinden önce AK Partinin önemli isimlerinden biriyle yaptığımız bir sohbette şu yakınması parti içindeki havayı yansıtıyordu:
• “Biz 2002’de yüzde 34’le tek başımıza iktidar olduk. Şimdi yüzde 45 görünüyoruz ama kapı kapı dolaşıp yüzde 50’yi bulmaya çalışıyoruz.”
Erdoğan’ın yüzde 50+1 barajı nedeniyle Hüda-Par ya da Yeniden Refah Partisi’nin kapısına gitmeye mecbur kalmaktan, hatta kendisini MHP’ye bu kadar bağımlı kılmaktan mutlu olduğunu hiç zannetmiyorum.
Keza Kılıçdaroğlu’nun verdikleri desteğin üzerinde milletvekili kontenjanını DEVA, Gelecek, Saadet ve İYİ Parti’ye vermiş olmaktan, son dönemeçte Zafer Partisiyle protokol imzalamaktan mutlu olduğunu da zannetmiyorum.
Bu sistem güya koalisyonlar ve Meclis’in çok parçalı yapıda olmasına karşı tasarlanmıştı. Oysa ilk sonucu fiili AK Parti-MHP koalisyonu oldu. Yeni Meclisin eskisinden daha parçalı bir yapıda kurulmuş olmasıysa söylenecek söz bırakmıyor.
Yüzde 50+1 sisteminin miadının dolduğunun ve artık ne siyasi istikrar ne adil temsile yardımcı olduğunun görülmesi gerekiyor.
Yeni bir model ihtiyacı
Eğer yüzde 50+1 sistemi Erdoğan’ın yeniden cumhurbaşkanı seçilebilmesi için gerekli görülüyor idiyse işte yeniden seçildi. Gerçekte olduğu gibi üçüncü değil, Anayasa yenilendi gerekçesiyle ikinci defa seçildiğini kabul etsek dahi artık bir daha seçilmeyeceğini varsayıyoruz; yani koltuğunu tehdit edecek bir durum yok.
CHP’nin (ve başta İYİ Parti lideri Meral Akşener olmak üzere muhalefet liderlerinin) görmesi gerekense üzerinde anlaştıkları Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Modeline yakın gelecekte geçilmeyeceğidir. Yüzde 50+1’in zorladığı ittifaklar sistemiyle Meclis’te oluşan bloklaşmanın halk oylaması için gereken 360 oyu veya Anayasa değişikliğini Meclis’te yapabilmek için gereken 400 oyu üretemeyeceği görülüyor.
Oysa siyaset ve ekonomide daha adil ve demokratik kapıları açma ihtimali olan Anayasa revizyonunu bu Meclis’in çatısı altında geniş toplumsal uzlaşmayı temsil edecek oy çokluğuyla, halk oylamasına da gerek kalmadan yapmak mümkün.
AK Parti-CHP uzlaşması hayal mi?
Bunun geçmişte örneği de var. 2003-2004 döneminde AK Parti ve CHP uzlaşmasıyla 9 Anayasa değişikliği ve aralarında Türk Ceza Kanunu ve Medeni Kanun dahil çok sayıda yasa TBMM’de oylanarak kabul edilmişti.
Bu imkân, eğer iyi değerlendirilebilirse bu Meclis’te de bulunuyor.
Türkiye koşullarına uyarlanmış ve zamanında Özal’ın savunduğu bir yarı-başkanlık sistemi mi olur, parlamento ve yargıyı güçlendirecek bir başka sistem mi olur Erdoğan ve Kılıçdaroğlu’nun, AK Parti ve CHP’nin yeni ve daha demokratik bir yönetim modeli üzerine birlikte çalışmasında yarar var. Bu çalışmaya Meclis’teki diğer partilerin da katkı vermesi toplumsal uzlaşmanın kapsamını artıracaktır ama 400 oyu rahat aşan AK Parti-CHP Meclis toplamının bu işin sürükleyici gücü olması zorunlu.
Türkiye’nin ekonomik ve demokratik kalkınması için yeni bir sayfa açmak üzere bu fırsat değerlendirilmeli.