Döviz kuru aldı başını gidiyor. 7 Haziran akşamı bir dolar 23,22 düzeyine fırlamıştı. Seçimden önceki son işgünü 20 liranın milim altında kapatmıştı oysa: 19,97 idi bankalararası döviz piyasasında belirlenen gösterge kur. Sekiz günde yüzde 16,3 oranında değer kaybetti Türk lirası. Ne oluyor?
Ne olduğuna geleceğim ama önce uzunca bir girizgâh yapmalıyım. 2 Haziran günü yayınlanan son yazımda Türkiye ekonomisini ayağa kaldıracak ve uzun dönemde potansiyel büyüme oranını yükseltecek bir ekonomi programının, farklı bir ifadeyle makule dönüş programının üç ayağı olması gerektiğinin bir kez daha altını çizmiştim. Şunlardı: İstikrara yönelik adımlar, ekonomi alanında kurumsal yapıda değişiklikler, ekonomi dışındaki alanlarda kurumsal yapıda değişiklikler.
Uzun bir süredir yaşadıklarımız, son ikisi açısından umutlu olmamamız gerektiğini söylüyor bize.
Bu durumda, Dünya Bankası’nın ülkeler sınıflamasına göre ‘yüksek orta gelirli ülkeler’ liginde, yani ikinci ligde kalacağımız neredeyse kesin. Üçüncü ve dördüncü ligde olmadığımız için avunabiliriz ama hemen sevinmemek gerekiyor. İkinci ligde nasıl barınacağımız da önemli. Yüksek enflasyon, oynak büyüme, yüksek risk primi ve birinci ligde yer alan ülkelerin önemli bir kısmına kıyasla yüksek işsizlik düzeyi ile mi bu ligde ‘top koşturacağız’ yoksa daha istikrarlı bir ekonomimiz mi olacak?
Yeni dönemde beklenen (umulan) en azından makule dönüş için gereken üç ayaklı programın istikrara yönelik kısmını hayata geçirilmesi. Sözünü ettiğim yazıyı şu cümlelerle bitirmiştim: “…kimler uygulayacak bu programı? İsimler, en azından programa ilk başlarda elzem olan güvenin bir miktar da olsa sağlanması için önemli. Ama iş sadece isimle bitmiyor. O isim (isimler) hiç olmazsa makule dönüşün istikrar ayağını uygulayabilecek(ler) mi? Hangi süreyle? Bu süre içinde işlerine müdahale olacak mı? Yakın geçmişteki Ağbal-Elvan deneyimi ne yazık ki bu açıdan iyimser olmamızı engelliyor. Bu defa farklı olabilir mi? Göreceğiz.”
O yazının yayınlandığı tarihte ekonominin dümenine geçecek isim belli değildi. Artık belli: Mehmet Şimşek.
Hazine ve Maliye Bakanlığı için yapılan devir teslim töreninde söylediği şu söz, seçime kadar uygulanan ekonomi programını tasarlayanlar ve uygulayanlar açısından pek yenilir yutulur değildi ama istikrarı sağlayıcı bir makule dönüş programının yürürlüğe koyulacağı ihtimalini güçlendirdiği için umut vericiydi: “Türkiye’nin rasyonel bir zemine dönmesi dışında bir seçeneği kalmamıştır”.
Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre Fransızca kökenli bir sözcük olan rasyonelin Türkçe karşılığı şöyle: “Akla uygun, aklın kurallarına dayanan, ölçülü, ussal, hesaplı”. ‘Akla uygun’ olmayan ekonomi politikasının yürürlüğe girdiği tarih için kesin olmak mümkün değil ama izninizle -aslında o politika daha önce başlasa da, Eylül 2021’i milat olarak alayım. Milatla bugünü bazı göstergeler açısından karşılaştırayım.
En güncelinden başlayayım: Dolar kuru Eylül ortalarında 8,4 düzeyindeydi. 7 Haziran akşamı 23,2 düzeyine yükselmişti. Yirmi ayda, siz deyin 2,76 katına çıkmış, ben diyeyim yüzde 176 artmış. Artık hangisini seçerseniz; size kalmış.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun yayınladığı endekse göre, aynı dönemde tüketici fiyatları 2,3 katına çıkmış. Farklı bir ifadeyle, 1000 liraya alınan bir mal 2300 lira artık. 10bin liraya alınan ise 23bin lira. Yirmi aylık enflasyonun tamı tamamına yüzde 130 olduğunu ifade ediyor bu değerler.
Milat aldığım Eylül 2021’de ne olmuştu? Merkez Bankası (TCMB) politika faizini düşürmeye başlamıştı; yüzde 19 olan politika faizini ilk aşamada yüzde 18’e indirmişti. Aralık ayında ise yüzde 14’ü uygun görmüştü bize. Şimdi politika faizi yüzde 8,5. Oysa Eylül 2021’de yüzde 19 olan üç ay vadeli mevduat faizi dün yüzde 30-35 aralığında seyrediyordu. Kredi faizleri ise daha da yüksek.
Peki, politika faizini düşürdük de işsizlik oranı azaldı mı? En geniş işsizlik oranı tanımı ile bu soruya yanıt vereyim: Hayır. Atıl işgücü oranı 2021’in üçüncü çeyreğinde yüzde 22,1 idi. 2022’nin ilk üç ayında ise yüzde 22,9.
Daha başka olumsuz göstergeler verebilirim. Mesela, çözmek için rasyonel olmayan yola girdiğimiz cari açık sorununun daha da derinleştiğini belirtebilirim ama gerek yok. Ayrıca hep olumsuz gösterge vermek de olmaz. Büyüme arttı bu dönemde. 2021’in üçüncü çeyreği ile 2023’ün ilk çeyreği arasındaki dönemde yüzde 5,4 oranında büyüdük. Evet altı çeyreklik bir dönem, evet tüketim ağırlıklı bir büyüme, evet sürdürülebilir değil (bakınız sıçrayan kur mesela), evet işgücünün yaratılan gelirden aldığı pay düştü; ama büyüdük mü? Büyüdük.
Kısacası, Mehmet Şimşek yerden göğe kadar haklı: “Türkiye’nin rasyonel bir zemine dönmesi dışında bir seçeneği kalmamıştır.” Peki, bakan olarak atanacağı ihtimali belirdiğinden beri olumlu bir hava oluşmasına karşın, döviz kuru neden bu kadar hızla artıyor?
Önce önemli bir noktaya dikkat çekmek isterim. Türkiye’nin risk primi (beş yıllık CDS) seçimden hemen sonra 702 baz puana sıçramıştı. Şimşek bakan olarak atandıktan sonra 500 baz puanın biraz altına geriledi. Normal koşullar altında, CDS sıçrarken döviz kurunun artmasını, belirgin biçimde azalırken de döviz kurunun düşmesini bekleriz. Oysa şimdi tersi bir durum var: Kur yukarı çıkarken risk primi düşüyor.
Neden böyle? Çok büyük ihtimalle olan şu: Ekonomide makro dengeleri yerine oturtacak bir istikrar programının uygulanacağı düşünülüyor. Farklı bir ifadeyle, yukarıda altını çizdiğim makule dönüş programının hiç olmazsa ilk ayağını içeren bir program beklentisi var. Mehmet Şimşek ismi ve devir teslim döneminde söylediği sözler bu bekleyişi yansıtıyor. Bu nedenle, CDS düşüyor.
Döviz kurunun artması ise, yeni program öncesinde düdüklü tencerenin patlamaması için kapağının açılmasına bağlanıyor. Bunun da gerekli olduğu düşünülüyor. Dolayısıyla, artış ‘çılgınlaşsa’ da tolere ediliyor. Bu çerçevede, ‘döviz kurunun dengeye doğru gitmekte’ olduğu yorumu yapılıyor. Bundan sonra ‘akla uygun’ bir ekonomi programı uygulanacaksa, o program henüz açıklanmadan döviz kurunda ‘olması gereken’ her neyse onun olması yararlı sayılıyor. Program açıklandıktan sonra bu tür keskin hareketler yeni programın itibarını kökten sarsabilir çünkü.
Risk primi düşerken, döviz kurunun artmasını böyle yorumlamak mümkün. Ama ‘zurnanın zırt dediği yer’ tam da burası.
‘Yangının kontrolden çıkması’ olasılığı da var. ‘Denge kuru’ çok muğlak bir kavram. Mevcut koşullarda hiç olmazsa makul bir istikrar programı uygulanmaya başlansa ve yarıda kesilmeyeceğine inanılsa farklı, programın yarıda kesilebileceğine ilişkin bir kanı varsa daha başka, uygulanacak program makul değil de az biraz makulse yine çok farklı bir dengeden söz edilebilir. Kaldı ki ikinci ve üçüncü durumlarda ortaya çıkacak ‘denge’ bayağı oynak ve sürekli yukarıya doğru yönlenen bir denge de olabilir.
Bu çerçevede, yeni ekonomi programının ve o programı uygulayacak kadronun bir an önce açıklanmasında yarar var. Oysa İngilizce yazılmış kafa karıştırıcı bir tweet attı Mehmet Şimşek 7 Haziran günü: “Önceliğimiz ekibimizi güçlendirmek ve güvenilir bir program tasarlamaktır.”
Yoksa program henüz hazır değil mi? Umarım bir yazım hatası olmuştur. Kaldı ki iş programın açıklanmasıyla bitmiyor. Yeni bir ‘Ağbal-Elvan sendromu’ yaşanmayacağı yolunda da piyasaların ikna edilmesi gerekiyor. Hepsi zor ama sanki en zoru da bu ikna etmek işi.
ABD’nin seçeceği 47’inci Başkan, Türkiye’nin 12 Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın çalışacağı 5’inci Başkan olacak. AK Parti…
İçişleri Bakanlığı 4 Kasım sabahı Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk’ü, Batman Belediye başkanı Gülistan…
Karl Marx’ın meşhur sözüdür: tarihte olaylar ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak tekrarlanır. CHP’li İstanbul Büyükşehir…
ABD’nin Orta Doğu’dan da sorumlu Merkezi Komutanlığı (CENTCOM) 1 Kasım’da gönderileceği duyurulan ilk B-52 stratejik…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer'in tutuklanmasını protesto etmek için düzenlenen mitingdeki…
Avrupa Komisyonu'nun üyeliğe aday ülkelerin son bir yıl içindeki gelişmelerini değerlendiren yıllık raporu, 30 Ekim…