Meraklı bekleyiş sona erdi, Merkez Bankası (TCMB) Para Politikası Kurulu 22 Haziran toplantısında politika faizini yüzde 15 olarak ilan etti; 27 aydan sonra ilk faiz artışıydı. “Nas” dönemi sona mı ermişti, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in dediği gibi “rasyonel zemine” dönmüş müydük? Bakalım…
Son yazımın (8 Haziran) başlığı “Döviz kuru neden aldı başını gidiyor?” şeklindeydi. Şöyle başlamışım o yazıya: “Döviz kuru aldı başını gidiyor. 7 Haziran akşamı bir dolar 23,22 düzeyine fırlamıştı. Seçimden önceki son işgünü 20 liranın milim altında kapatmıştı oysa: 19,97 idi bankalararası döviz piyasasında belirlenen gösterge kur. Yüzde 16,3 oranında artmış durumda. Ne oluyor?”
Klavyenin başına oturduğum saatlerde (22 Haziran, saat 18,32) sabah saatlerinde 23,6 düzeyinde olan bir dolar 24,6 düzeyine fırlamıştı. Saat 19.08’de ise kur 24,75’e çıkmıştı: Yüzde 6,7 artış. Yazıyı kontrol etmek için tekrar okuduğun geç saatlerde ise dolar 24,8 düzeyindeydi. (Yazının yayınlandığı saatte 1 ABD doları 25,18 liraydı – Editörün notu.)
Ne oldu? Günlerdir çok beklenen Merkez Bankası Para Politikası Kurulu politika faizi kararı açıklandı. Karardan önce oynanan faiz-totolarda beklenen faiz düzeyi en düşük yüzde 15 idi. Yüzde 40 bekleyenler de vardı. Çoğunluk ise yüzde 25 civarında kümelenmişti. Beklenenin oldukça altında açıklanınca politika faizi, kur da sıçradı. Tek neden bu mu? Değil elbette.
Dünya Bankası ülkeleri dört lige ayırıyor. Türkiye, yüksek orta gelirli ülkeler grubunda, yani ikinci ligde. Birinci lige –yüksek gelirli ülkeler ligine- çıkabilmesi için yerine getirmesi gereken çok iş var. Hızlı çalışan adil bir hukuk sisteminden tutun da daha eğitimli bir nüfusa sahip olmaya kadar bir dolu alanı kapsıyor bu yapılacak işler listesi. Bunlara ilişki bir adım atılacağına ilişkin benim bir beklentim yok.
Ama hiç olmazsa ikinci ligdeki günlerimizi daha az kalp çarpıntısıyla geçirip, daha alt liglerde olmamamızın keyfini çıkarabiliriz. Bunun olmazsa olmaz bir koşulu var: İstikrarlı bir ekonomiye sahip olmak.
İstikrarlı ekonomi deyince kısacası şunları anlıyoruz: Düşük enflasyon, düşük faiz, sorunları uluslararası normlara göre ‘normal’ sınırlar içinde kalan şirket ve banka bilançoları, fiyat istikrarına odaklanan bir para politikası, fazla açılmayan bir bütçe, düşük kamu borcu, düşük özel kesim borcu, mümkün olduğunca düşük bir cari işlemler açığı, fazla dalgalanmayan bir büyüme, düşük işsizlik…
Şu anda bunların hangisi var? Banka bilançoları sağlıklıydı; son iki yılda bozucu işler yaptık, hala fena değiller. Bir de kamunun borcu –koşullu garantilerden doğabilecek borç artışını dikkate almazsak- yüksek değil. Geriye kalan alanların hepsi sorunlu. En yakıcı olanlar hangileri?
Merkez Bankası verisine göre Nisan ayı itibarıyla on iki aylık bir dönemde Türkiye’nin ödemesi gereken dış borç tutarı 203 milyar dolar. Bunun bir kısmı ihracat ve ithalat kredilerinden kaynaklanıyor; yeniden borçlanarak vadesi gelenler rahatlıkla ödenebilir. Yani, ek bir döviz ihtiyacı çıkmaz. Keza şirketler ve bankalar vadesi gelen borçlarının büyük kısmını yeniden borçlanarak ödeyebilirler. Ancak yüksek risk ortamında dış borçlanma faizi de tefeci faizi oluyor. O düzeyde bir faizden bazı kurumlar yeniden borçlanmak istemeyebilirler. Ek olarak uluslararası finans kurumları kredi musluklarını bir miktar kısabilirler. Diyelim ki bu nedenle, 40-50 milyar dolar finansman bulmamız gerekiyor.
Bir de cari açıktan doğan finansman ihtiyacı var. Hem seçim öncesi uygulanan politikalar nedeniyle ithalat yükseldi hem de düşük faizin bir sonucu olarak artan altın ithalatı nedeniyle cari açığımız çok yükseldi. İlk dört ayda ulaştığı düzey 29,7 milyar dolar. Net hata noksandan da 6,7 milyar dolarlık çıkış oldu. Dolayısıyla, toplam 36,4 milyar dolarlık finansman ihtiyacı ortaya çıktı. Bunun ancak 14 milyar dolarlık kısmını finans hesabından (borçlanarak da diyebiliriz) karşılayabildik. Kalanı Merkez Bankası rezervlerinden karşılandı.
Dolayısıyla, an itibarıyla ‘yakıcı’ ilk sorunumuz ortaya çıktı: Cari işlemler açığı ve vadesi gelen dış borç ödemeleri için finansman bulmakta çok zorlanmaya başladık. Bu, döviz talebini sıçratıyor. O da kura sürekli yukarıya doğru baskı yapıyor. Üstelik yurtiçinde yaşayanların döviz talebi, kur korumalı mevduat ile büyük ölçüde kontrol altına alınmışken oluyor bunlar. Ya, cari işlemler açığını keskin biçimde düşüreceğiz –ki büyümeyi düşürüp işsizliği artıracağız anlamına geliyor, ya da ne yapıp edip finansman bulacağız. Muhtemelen ikisi birden.
İkinci yakıcı sorunumuz ise giderek artma eğilimi gösteren bütçe açığı. Bu yıl için programlanmış bütçe açığı GSYH’nin yüzde 3,5 kadardı; belirgin biçimde yükselecek. Deprem bölgesinde yapılacak çok iş var. Bu işlerin bir kısmı bütçeden karşılanacak. EYT nedeniyle bütçeye gelen bir yük var. Kur artışları kur korumalı mevduattan bütçeye belirgin bir yük getirmeye aday. Bir de seçim öncesinde verilen sözler var. Bunları topladığınızda GSYH’nin yüzde 10’una varabilir bütçe açığı.
Bu çok ama çok yüksek bir değer. Deprem harcamalarının ne kadarının bütçeden karşılanacağı bilinmiyor. Yüzde 10’luk açık hesabı içinde GSYH’nin yüzde 3’ü kadar bir kaynak ayrılacağı varsayımı var. Bu 1 de olabilir 4 de. Hadi bütçe açığı GSYH’nin yüzde 10’una çıkmasın, yüzde 8’i olsun. Yine çok yüksek bir bütçe açığı bu. Ayrıca deprem harcamaları gelecek yıl da sürecek. Tıpkı EYT gibi. Hem bu yılın hem de gelecek yılın bütçe açıklarını azaltıcı ne gibi önlemler alınacak?
Bu iki sorunun yanıtı henüz yok. Çünkü açıklanmış bir ekonomi programı yok. Oysa rasyonele (akla uygun) politikalara dönüleceği söylenmişti. Demek ki eski program rasyonel bulunmuyordu. Nerede akla uygun yeni program?
Bitmedi: Nasıl bir ekonomi ekibi olacak? Hazine ve Maliye Bakanı değişti. 22 Haziran günü dört bakan yardımcısı atandı. Merkez Bankası Başkanı değişti. Ama enflasyonu patlatan faiz kararlarına imza atan Para Politikası Kurulu üyeleri (yeni başkan dışında) orada duruyorlar. Ya BDDK? Yeni başkanı Merkez Bankası’nın eski başkanı. Yeni ekip?
Diyelim ki iki yakıcı sorunu çözmek üzere yeni bir program açıklandı, yeni ekip de fena bulunmadı. Peki, yeni ekip yeni programı ne kadar uygulayabilecek? Üç ay? Yedi ay? Seçime kadar? Beş yıl? Bilmiyoruz. Bildiğimiz iki yıl önce bir Ağbal-Elvan sendromu yaşandığı.
21 Haziran günü Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz ile Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in Birleşik Arap Emirlikleri’ne yaptıkları ani ziyaretin ana nedenlerinden biri de çok ama çok muhtemelen iki yakıcı sorunun, ağırlıklı olarak da ilkinin, yani finansman ihtiyacının ürkütücü boyutlara çıkması. Finansman gerekiyor. Düzgün bir program ve ekip açıklanıp, uygulamalarına güven artana kadar ‘can suyu’ gerekiyor. Zira hemen normal yollardan dış finansman akmayacak. Düzgün bir program açıklanmazsa da haydi haydi finansmana ihtiyaç var.
Ahval ve şerait böyleyken, düzgün bir istikrar programının olmazsa olmazı para politikasına ilişkin rasyonele dönüş beklentilerini hiç mi hiç karşılamayan yüzde 15 faiz kararı çıkınca, döviz kurunun sıçramasına şaşmamalı. Tamam; yeni açıklamada eski açıklamalardaki ‘liralaşma’ komedisi yer almıyor. Tamam; enflasyona bayağı bir vurgu var. Tamam; faiz artışı sürecinin başladığı söyleniyor. Tamam; süreç içinde kademeli artışlar yapılabileceği de belirtiliyor.
Ama rasyonele geçilmeyi beklediğimiz süreçte enflasyonun nereye yönleneceğine ve enflasyon hedefinin ne olduğuna dair bir bilgi bizle paylaşılmıyor. Nasıl değerlendireceğiz yüzde 15 faiz oranının az mı çok mu olduğunu? Çok muallak, hiç inandırıcılığı olmayan “orta vadede yüzde 5 enflasyon hedefine ulaşılacağı” mealindeki açıklamaya mı bakıp değerlendireceğiz? Bu durumda geriye iki ölçüt kalıyor.
Birincisi yüzde 25 civarında yoğunlaşan politika faizi beklentisi. İkincisi Mayıs ayında yüzde 39,6 olan ve kur artışları nedeniyle bu yıl sonunda ‘yüzde 45 düzeyinde kalsa fena olmayacak’ dediğimiz enflasyon. Yüzde 15 düzeyindeki politika faizi nerede yüzde 25 nerede ya yüzde 45?
O zaman da tepki sert oluyor: Kur sıçrıyor. Sıçrama eğilimi gösterince –belki sıçramasaydı da- Hazine ve Maliye Bakanı olumlu ilkeleri içeren bir dizi tweet mesajı atıyor.
Ama tweet değil, somut bir program –ki tek başına o da yetmez- ve o programın ilk somut kararlarının alınması bekleniyor.
Üç MHP milletvekilinin istifası haberi 20 Kasım akşam saatlerinde siyaset kulisine bomba gibi düştü. Beklenen…
Ankara’nın Nallıhan ilçesinde bulunan Çayırhan Termik Santrali’nde yaklaşık 500 madenci özelleştirme kararına karşı kendilerini maden…
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın üç MHP milletvekilinin istifasının istendiğini, istifa…
Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanı İbrahim Kalın beraberindeki heyet ile birlikte CHP Genel Merkezi'ne gitti,…
Almanya, Fransa, İtalya, İspanya ve İngiltere dışişleri bakanları Polonya Dışişleri Bakanının ev sahipliğinde 19 Kasım’da…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in yeni bir nükleer doktrin imzalamasıyla ilgili…