11 – 12 Temmuz 2023 tarihlerinde Vilnius’ta yapılan NATO Zirvesinden beri Türkiye – Avrupa Birliği ilişkileri yeniden tartışılmaya başlandı. Ancak bu tartışmanın içeriğinin olup olmadığına bakmak lazım.
Türkiye-AB ilişkileri özellikle yedinci yılını idrak ettiğimiz 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsünden bu yana tepe taklak geri gitti. Yasadışı göçü önlemek için Eylül 2015 – Haziran 2016 tarihleri arasında Türkiye – AB arasında üç Zirve yapılıp, ilişkilerin düzelme yoluna girdiği bir dönemden sonra temel haklar ve hukuk alanlarında hızla gerileme görüldü. Daha sonra bir ara “değerli yalnızlık” olarak adlandırılan dönemde Türkiye’nin yalnızlığından yararlanan Yunanistan, Güney Kıbrıs ve Mısır’ın Doğu Akdeniz’deki girişimlerine karşılık attığımız adımlar da AB ile ayrı bir siyasi gerilim yarattı.
Bunların sonucunda AB ile olan ilişkilerimizde bizim için temel unsurlar olan üyelik müzakereleri, Gümrük Birliği’nin güncellenmesi ve vize muafiyetinin sağlanması için önümüze yeni koşullar kondu. Haliyle ilişkiler gelişemediği gibi iyice geriye gitti ve adeta dondu. Bu durumdan Batı karşıtı bir politika izleyen iktidarın hoşnutsuz olduğunu söylemek pek mümkün değildi. Ta ki ekonomi çıkmaza girene kadar.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın NATO Zirvesindeki AB çıkışyla, AKP iktidarının üçüncü on yılına girerken ikinci on yılındaki hatalardan ders alındığı ve ilk on yılına dönüleceği gibi bir algı var.
Bu algının gerçek olup olmadığını kısa bir süre sonra anlayacağız. AKP’nin ilk yıllarında AB üyeliğini sağlamak için samimi bir çabası vardı. Her alanda reformlar yapılıyor ve bu çerçevede uluslararası alandaki itibarımız yükseliyor, yabancı yatırımlar akıyordu. Çeşitli denetleyici kurumlar oluşturuluyor ve bağımsızlıkları vurgulanıyordu. Ekonomimiz o haldeydi ki gelişme yolundaki ülkelere en çok yardım yapan ülkelerin başında geliyor ve bununla övünüyorduk. Bundan bahseden kaldı mı?
AKP’nin ikinci on yılında AB ile olan ilişkilerin durgunlaşmasının nedenini sadece iktidara bağlayamayız.
2005 yılında üyelik müzakerelerine başlamışken, Almanya’da Şansölye Angela Merkel ve Fransa’da Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy dışlayıcı çıkışlarıyla Türkiye’yi uzaklaştırmayı becerdiler. AKP de ilk yıllarındaki başarıların özgüvenine kapılarak birden Arap halk hareketlerinin etkisi içinde ideolojik ve daha da fazla kişisel dış politika üretmeye başladı. Neticesini hep beraber gördük.
Bu dönemde sadece Batı ile değil, Katar hariç Orta Doğu ülkeleri ile aramız ciddi bir şekilde bozuldu. Suudi Arabistan ile olduğu gibi kimi zaman haklı olsak da özgüvenimiz tavan yaptı ve herkese “hava” attık. Sonuçta dost sayabileceklerimiz iyice azaldı.
Ancak özellikle ekonomik açıdan başlayan sıkıntılar iktidar tarafından önceden görüldü ki 2020’nin sonundan itibaren o bozulan ilişkileri düzeltme girişimleri başladı. Bu girişimlerin kimisi kısa sürdü, Mısır’la olduğu gibi kimisi de uzun zaman aldı. Ama bir kere güven bozuldu mu geri gelmesi kolay olmuyor. Türkiye’nin zaafı belli oldu. Katar’dan alınabilecek mali imkanlar bir sınıra ulaştığında Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’a yönelindi ama esas kaynaklar Batıda olduğundan bir değişim gerekiyordu. Ancak Batıya yönelik sövgülerimiz ve AB’nin de katı tutumu neticesinde karşılıklı güvensizlik pekişti.
İlginçtir, Rusya ile bilhassa Devlet Başkanları seviyesindeki yakınlık Batıyla aramızda sıkıntılara yol açarken, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısının Batıyla ilişkilerimizi düzeltme yolunu açacağını kimse tahmin edemezdi. Kabul etmek gerekir ki Ankara Osmanlı’dan kalan klasik bir politika yürüterek dengeli bir süreç izlemeye çalıştı. Bunda da başarılı oldu. Türkiye Rusya’nın saldırısını uluslararası toplantılarda kınar ve Ukrayna’ya silah yardımında bulunurken Moskova ile çatışılmadı ve tahıl anlaşması bile ülkemizde imzalandı.
Rusya’nın saldırısı neticesinde bir başka beklenmedik gelişme Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya üyelik için başvuruları oldu. Bu da Türkiye için fırsat yarattı. Bu iki ülkenin Türkiye’ye yönelik silah ambargoları ve terörizmle mücadelede zayıf kalmaları bir bakıma Türkiye’nin itiraz etmesini haklı kıldı. Ancak konu uzadıkça algı aleyhimize dönmeye başladı.
Amerika Birleşik Devletleri F-16’lara olan talebimizi gündeme getirdi. Vaşington ve Ankara İsveç’in NATO üyeliği ile F-16’lar arasında herhangi bir bağlantı olmadığını öne sürse dahi böyle bir ilişkinin varlığı ortadaydı.
Zirve’de İsveç’e verdiğimiz onay karşılığında F-16’lar konusunda kazançlı çıktığımızı sananlar bunun esasında bir teselli mükâfatı olduğunu hatırlamalıdır. Türkiye kullan(a)madığı S-400 füzelerini Rusya’dan almasaydı şu anda en ileri teknolojiyi içeren F-35’leri sahiplenme sürecindeydi. Üstelik bu uçakların yapımında birçok parça Türkiye’de üretiliyordu.
Hem bu uçağın gerisinde kalan bir uçak modeline kaldık, hem de Türk şirketleri zarar gördü. Artık F-35’lere ulaşamadığımız gibi bunları komşularımız sahiplenecek.
Konuyu takip edenler Vilnius Zirvesinde bu işin bir şekilde çözümleneceğini biliyordu. Ama Ankara yine de şaşırttı ve birden AB ile üyelik sürecimizi bir koşul gibi öne sürdü.
İki konu arasında herhangi bir bağ olmadığı aşikâr iken bu neden bu yapıldı?
Bunu Cumhurbaşkanının danışmanlarına sormak lazım. Yirmi dört saat kadar sürmeyen bu “koşul” ile ilgili olarak AB’nin olumsuz cevabı gecikmedi. İsveç’ten AB süreci için destek istemek Stockholm’ün en kolay kabul edeceği husustur. Nasılsa kararlar AB içinde topluca alınıyor ve Türkiye’nin yerine getirmesi gereken bir sürü koşul var.
NATO Genel Sekreterinin de bizi desteklediğini açıklaması ise ayrı bir komedi olarak görülmeli. NATO’nun bu konuda hiçbir etkisi olmaz. Genel Sekreterin ayrıca AB üyeliğini iki kez reddeden Norveç’ten gelmesi de cabası.
Zirve’de Cumhurbaşkanı Erdoğan AB’li muhatapları ile yaptığı konuşmalarda AB ile olan ilişkileri de gündeme getirdi. AB de Türkiye ile olan durumu düzeltmek istiyor ama tarafların çıkarları ve beklentileri o kadar farklı ki.
Cumhurbaşkanının bu konuda Baş danışmanı Akif Çağatay Kılıç’ı Brüksel’e göndereceği açıklandı. Kanımca çok iyi bir karar. Böylece güvenmekte zorlandığı Dışişlerinden ziyade, kendi danışmanından Türkiye’nin atması gereken adımları duyacak.
Vatandaşlarımız için en somut mesele olan vize muafiyeti ile ilgili olarak yedi yıldır çeşitli vaatlerimize rağmen bir türlü yerine getirilemeyen altı koşul anlatılacak. Bunların arasında terörle mücadele yasasının değişmesi gerektiği hatırlatılacaktır. Yedi yıl önce göç akımı nedeniyle sıkışan AB yasada en ufak bir değişikliği kabul edecekken acaba şimdi aynı durumda mı, onu da duyacak.
Gümrük Birliği’nin güncellenmesi konusunda ise AB’nin gereksiz bir şekilde koyduğu yeni koşullar gündeme gelecek. Sadece reformlardaki gerilemenin düzeltilmesi değil Doğu Akdeniz’deki gerilimin azaltılması gibi istekler tekrarlanacak. Hâlbuki iki tarafın da yararına olacak bu güncellemeye dijital ekonomi ile yeşil dönüşüm gibi unsurların da eklenmesi gerekiyor. AB’nin bu konuda müzakerelerin başlaması için dahi ön koşullar koyması ilerleme imkânı tanımıyor.
Üyelik müzakereleri ise zaten donmuş durumda. Herhalde bununla ilgili bir beklenti içinde değiliz. Ankara da zaten bunu bilerek sadece vize ve Gümrük Birliği’ni gündeme getirdi.
Bir diğer konu diyaloğun azalmış olması. Esas bu konuda AB’nin adım atmasını istemeliyiz. Türkiye’nin sadece G-20, Birleşmiş Milletler veya NATO Zirveleri vesileleri çerçevesinde AB’li muhatapları ile temas etmesi yerine daha sık ve doğrudan temaslarda bulunulması uygun olacaktır. 2004’den sonra 2015 yılındaki göç krizine kadar üst düzey temaslar kesilmişti. Bundan iki taraf da olumsuz etkilendi. Bakalım AB, 30 Ağustos’ta İspanya’nın Toledo şehrinde yapılacak ve Gymnich olarak adlandırılan ve en son Şubat 2019’da çağrıldığımız gayri resmi Dışişleri Bakanları toplantısına Türkiye’yi davet edecek mi? İsveç bu fırsatı kaçırmıştı.
AB’nin bizden istedikleri ise öncelikle Batıdan çok uzaklaşmamasıdır. Bir şekilde kendine yine yakın olmasını ister ama bu konuda da kolaylaştırıcı adımları atamaz. Yasadışı göç, çevre, iklim değişikliği, enerji gibi konularda işbirliğini tercih edecektir. Zaten artık ilişkilerimiz başka bir çerçevede yürüyecektir. Ne istediğimizi gerçekçi bir biçimde bizim ortaya koymamız lazım. Ama bunun için ciddi bir çalışma yapmak gerekir.
Ukrayna’nın NATO üyeliğini destekleyen ve İsveç’in NATO’ya girmesine yeşil ışık yakan Ankara ile Moskova’nın arasının eskisi gibi sürmesi beklenmemeli. Belki Rusya’nın başarısız Ukrayna işgal girişimi ile Wagner grubunun tuhaf isyanının Putin’i zayıflattığı düşünülüyor. Ama tahıl anlaşmasının devamına Rusya’nın karşı çıkması da Rusya’ya sırt çevirmenin ilk neticesini oluşturduğu görülüyor. Bakalım Putin önümüzdeki günlerde beklendiği gibi gerçekten Türkiye’ye gelecek mi?
Evet, Türkiye son zamanlarda birçok konuda U- dönüşü yaptı. Yunanistan ile bir daha konuşmayacağımız açıklandı ama NATO Zirvesinde bir araya gelindi. Suudi Arabistan Veliaht Prensi katil ilan edildi, Birleşik Arap Emirlikleri FETÖ’yü desteklemekle suçlandı, İsrail’i eleştirmek için fırsat hep vardı. Mısır’ı darbeci yönetiyor diye sevmedik, Şam ise zaten kötüydü. Hepsi ile ya barışıldı veya bir araya gelme çabaları sürüyor.
U-dönüşün yapılmadığı, yapılmayacağı veya yapılamayacağı tek bir alan kaldı. O da temek haklar, ifade özgürlüğü ve hukukun üstünlüğü konuları. Vilnius Zirvesi sonrasındaki basın toplantısında Cumhurbaşkanına bu konuda soru yöneltildiğinde, gazetecinin Türkiye’yi tanımadığı, bu alanlarda “Türkiye’nin demokrasi, hak ve özgürlükler konusunda bir sıkıntısı yok” denildi.
Bu bakış açısının Brüksel’de farklı değerlendirildiğini sanırım Cumhurbaşkanının danışmanına söylenmiştir. Bakalım bu hususları Cumhurbaşkanına anlatabilecek mi? Türkiye yeni yüzyılda ekonomisi ve siyasetiyle kendine yaraşır bir noktaya gelmek istiyorsa esas U-dönüşünü hak ve özgürlüklerde yapmalı. Aksi takdirde hiçbir konuda ilerleme beklenmemeli.
Mehmet Öğütçü ve Rainer Geiger Ortadoğu, yıllardır süregelen siyasi istikrarsızlık ve ekonomik çalkantıların izlerini taşıyan…
Yeni yıla girmemize sayılı gün kala, Milli Eğitim Bakanlığı sayesinde çocuklarımızı ve gençlerimizi maazallah kazara…
ABD ordusu bir kez daha Donald Trump’a Suriye resti çekiyor. Başkanlık görevini 20 Ocak’ta devralacak…
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, ABD'nin Gazprombank için uyguladığı yaptırımlardan Türkiye'yi muaf tutacağını…
Milli Savunma Bakanlığı (MSB) ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller'ın Suriye'de Türkiye destekli Suriye Milli…
Esad gitti ama bence Suriye için en çetin meydan okuma yeni başlıyor. İsrail, ülkenin tüm…