7 Eylül’de Gezi Davasında en hafifi 18 yıl olan cezalarla cezalandırılmış altı kişinin tutukluluklarının 500. günü doluyor. Aynı davada ömür boyu hapis ile cezalandırılan Osman Kavala ise 2132 gündür hapiste.
2013’teki İstanbul Gezi Parkı protestolarını organize ettiği iddiasıyla yargılanan, önce beraat eden ardından tekrar açılan dava ile 18 yıllık hapis cezasına çarptırılan akademisyen ve sivil toplum aktörü Hakan Altınay, cezaevinden YetkinReport’a bir mektup gönderdi.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, 25 Nisan 2022 tarihindeki karar duruşmasında Osman Kavala hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası vermiş, Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Can Atalay, Mine Özerden, Yiğit Ali Ekmekçi, Tayfun Kahraman’ı yardım etme suçundan 18’er yıl hapis ile cezalandırmıştı. Osman Kavala cezaevindeydi, diğer sanıkların tutuklanmasına karar verildi.
2 Aralık’ta Bölge Adliye Mahkemesi cezaları onadı. Şimdi dosya Yargıtay’da.
Yapıcı, Mater, Altınay, Atalay, Özerden, Ekmekçi ve Kahraman’ın tutukluluğunun 500. günü dolayısıyla, Marmara Cezaevinde bir mektup kaleme alan Altınay, “500 gündür devam eden bu hukuksuzluğun Yargıtay’ın ivedilikle vereceği kararla biteceğini umuyoruz,” dedi.
Altınay, Cumhuriyet Başsavcılığının dava ile ilgili görüşüne cevaben sorularını YetkinReport aracılığıyla sizlere ulaştırdı.
Altınay’ın mektubunu kesintisiz yayınlıyoruz:
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Gezi Davasına Dair Görüşüne İlişkin Birkaç Soru
Yıllardır devam eden Gezi davasına dair Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın görüşünü 7 Temmuz 2023’te öğrendik. Bu yargılamadaki bir çok belge gibi savcılık tebliğnamesi de ibretlik bir metin. Bu iddiamı temellendirmek için kendi durumumdan örnekler vermek isterim:
Tebliğname benim bir zamanlar Açık Toplum Vakfı ile irtibatım olduğu için İsrail yanlısı ve Batı’nın etki ajanı olduğumu söylemekle suç ithamında bulunuyor ve suçlu olduğumun kanıtlanması için böyle söylemenin yeterli olduğu kanısında. Ben Batı’nın etki ajanıysam eğer niçin;
a) Mavi Marmara meselesinde Türkiye’nin tepkisi yerden göğe haklıdır diye yazı yazdım?
b) Türkiye’nin Brezilya ile birlikte İran’ın nükleer programına Batı yaptırımlarının gelmesini
engelleme çabalarını destekledim?c) Nasıl oldu da Financial Times gazetesine Obama insan hakları hukuku profesörü gibi konuşup Dick Cheney gibi davranıyor diyebildim?
d) Trump için “zır cahil bir şarlatan” diye yazabildim?
e) Amerikan petrol şirketlerinin insanlığa karşı suçtan yargılanmasını talep ettim?
f) “Gladstone ırkçılığı ile hala yüzleşemediniz” tespitini Avrupa’nın en önemli düşünce kuruluşunun yayınında yapabildim?
g) Amerika’da salgındaki sokağa çıkma yasağına “zayıfları feda edin, sokakları açın” diye itiraz eden çıkar ama Galip Erdem, Nazım Hikmet, Sezai Karakoç ve Ahmet Hamdi Tanpınar ile demlenmiş irfana sahip Türkiye’de böyle sosyal darwinist şeyler olmaz diye
yazdım?Başsavcılık veya Savcı Bey dosyaya sunduğumuz bu olguları araştırarak “suçu şahsileştirmek” ya da cevap vermek zorunda hissetmiyor. Savcı Bey olağanüstü bir kolaycılıkla benim AK Parti karşıtı olduğumu iddia ediyor. Muhalif olmanın kendi başına suç ithamı yapılmasının vahimliğini bir kenara koyalım, Savcı Bey şu soruları sorma ihtiyacı hissetmiyor:
a) Eğer AK Parti karşıtıysam, niçin 27 Nisan muhtırası, 367 kararı, kapatma davası gibi hamlelere itiraz ettim?
b) Rus jeti düşürüldüğünde Rusya’da öğrencim olmuş gazeteciler aracılığıyla Türkiye’nin Rusya ile bir husumet istemesinin mantıklı bir açıklama olmayacağını, Türkiye’nin AK Parti döneminde milli eğitim bütçesini milli savunma bütçesinin üzerine çıkardığını neden yayınlattım?
c) Eğer yeminli bir AK Parti muhalifiysem, son yıllarda derinleşen Türkiye-Azerbaycan işbirliğinin ve bunun Zengezur koridorunun açılmasını sağlamasının son 75 yılın en büyük dış politika başarısı olduğunu niçin yazdım?
d) Eğer ben AK Parti karşıtıysam, kurucusu ve yöneticisi olduğum Boğaziçi Avrupa Siyaset Okulu’na şimdiki Cumhurbaşkanı Yardımcısı Sayın Cevdet Yılmaz, Başbakan eski Yardımcısı Sayın Tuğrul Türkeş, eski ve güncel bakanlardan Sayın Mehmet Özhaseki, Sayın Nabi Avcı gibi isimleri neden çağırdım, onlar niye geldi? Okul’un AK Partili, IHHli, MHPli mezunları niçin bu davaya itiraz ediyor?
Bu soruların da hiçbir cevabı yok tebliğnamede. Tebliğnamenin en berbat iftiralarından bir tanesi ise benim ile FETÖ arasında bir ilişki olabileceği tezi. Tebliğnamede böyle bir ima var ama şunlar yok:
a) 2008’de Açık Toplum Vakfı’nın Mahalle Baskısı araştırması nedeniyle bu grubun medya organlarında günlerce birinci haber olarak şeytanlaştırılmam, baş yazarları tarafından “son yılların en vahim, en operasyonel araştırmasını” desteklemekle suçlanmamız yok;
b) FETÖ’nün Selam Tevhid dosyası aracılığıyla yasadışı dinlediği kişilerin başında benim geldiğimin mahkeme kararlarıyla sabit olduğu yok;
c) 17-25 Aralık sonrası New Yorker dergisine “hiçbir toplum böyle güçlü bir oluşumun bu kadar gayrisaydam olmasını kabul etmez” dediğim yok;
d) 15 Temmuz sonrası Türkiye’yi yalnız bıraktığınız ve üstelik Gülen’in Le Monde, Washington Post gibi gazetelere “Türk muhalif” nitelendirmesine ses çıkarmadınız eleştirisini The Economist’te yaptığım yok.
Gelelim Gezi’ye … Mahkemede defaten söyledim: Ben Gezi’ye katılmadım. Bu basit gerçeği kimseye duyuramadığım için, 4 ay önce şöyle bir davette bulunmuştum: Gezi’de bomba, mermi, taş ya da slogan attığımı veya başkalarına bunları atmayı telkin ettiğimi gösteren bir tek belge, fotoğraf ve tanık bulabilene istediği ödülü vereceğim. Tek bir kişi bile ortaya çıkmadı. Ben mizaç olarak talepkarlığı değil muhabbeti önemseyen birisiyim. Bunu sadece bu ülkede değil tüm dünya için de önermiş, Batılı dostlarımıza Türk’lerin can kulağıyla dinlemek dediği şeyi denemelerini, bunun Türkiye’de muhabbet diye bilinen bir pratik olduğunu yazmış birisiyim.
Gezi özelinde parti binalarına saldırının suç olduğunu, bazı muhafazakarların Gezi’den sahici, samimi bir endişe duymasına Gezi’ye taraftar olanların saygı duyması gereken bir olgu olduğunu, Gezi’yi fazla maksimalist bulmanın meşru ve makul bir görüş olduğunu yazdım.
Savcı Bey’in Gezi anlatımına konu ettiği Mi Minör, Occupy/İşgal, Otpor/Canvas, Beşiktaş Çarşı Grubu, Taksim Dayanışma, Taksim Platformu, Garaj İstanbul, mahalle forumları ile en küçük bir ilgimin olmaması da iddia makamını ilgilendirmiyor anlaşılan.
İddia makamının bu kadar sorumsuz davranmasının çeşitli sonuçları oluyor:
1) Ben 16 aydır, ya da neredeyse 500 gündür, ailemden, sevdiklerimden, işimden ayrı kalıyorum;
2) Hükümete darbe girişimi gibi yaşamsal konularda tespit ve cezalandırma görevi olan makamlara insanların güveni azalıyor;
3) Yargıya olan güven sadece yurt içinde değil, yurtdışında da yitiriliyor. 15 Temmuz’u çözümlemek ve cezalandırmak için gereken uluslararası adli dayanışma aksıyor;
4) Darbe denemeleri gibi yaşamsal tehditlere hayatları pahasına direnen Ömer Halisdemir ve benzerlerinin insanüstü fedakarlıklarına gölge düşüyor.
Son bir kez bütün bu yapılanların “Türk Milleti Adına” yani sizin de adınıza yapıldığını dikkatinize getirmek isterim.
Saygılarımla,
Ali Hakan Altınay
Marmara Cezaevi