Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve AK Parti yönetiminde geçen son 21 yılın, bugün 100. Yılını kutladığımız Türkiye Cumhuriyeti’ne en önemli kazancı belki de Atatürk’ün geniş kitleler tarafından tabandan yükselen sivil bir dalgayla yeniden keşfidir. Ve aynı halk kitlelerinin, Anayasanın ikinci maddesinde yer alan laik, demokratik, sosyal hukuk devletinin önem ve anlamının ayrımına varmaları.
Bunun Erdoğan yönetiminin amaçladığı bir durum olduğunu söylemek zor; hatta bu büyük oranda Erdoğan yönetimine tepki olarak gelişti. Başka açıdan bakıldığında, Erdoğan döneminde Atatürk’ün bağımsızlık önderi algısı geniş halk kitleleri tarafından daha yaygın kabul görmeye başladı; bir anlamda Atatürk etkisi geleneksel tabanının ötesine geçti Erdoğan döneminde.
Örnek mi istiyorsunuz? Şurada birkaç yıl öncesine dek insanlar birbirlerinin yalnızca dini bayramlarını, kandil gibi dinsel günlerini, yılbaşını kutlarlardı. Birkaç yıldır, Atatürk’ü, Cumhuriyet’in kadın-erkek eşitliği gibi ilkelerini ve laik, demokratik sosyal hukuk devletinin kıymetini yeniden keşfeden insanlar birbirlerinin Cumhuriyet Bayramı’nı, 30 Ağustos’unu 19 Mayıs’ını da kutlar oldu. Bayrağını kapanın çoluk çocuğuyla her milli bayramda sokağa indiğinin farkında değil misiniz?
Bu, Atatürk ve Cumhuriyeti zorla sevdirmeye çalışan askeri darbe rejimlerinin ikiyüzlü tepeden inmeciliğinin gölgesinde değil, mevcut siyasi ortamda bedel ödemeyi göze alarak kendiliğinden ortaya çıkan bir duruştur.
Örnek mi istiyorsunuz? Erdoğan’ın 100. Yılı layık olduğu gibi kutlamayacağı belli olduktan sonra bu insanlar balkonlarına, pencerelerine, binalarına günler öncesinden ay-yıldızlı bayrağı asmaya başladı. Erdoğan günler sonra “bayrak asın” deyip sahiplenerek kervana katıldı.
Erdoğan, 28 Mayıs’ta Cumhurbaşkanlığı seçildiğinde iki-üç gün içinde dünya liderlerine davet çıkararak Beştepe’de yaptığı uluslararası kutlamayı Cumhuriyetimizin 100. Yılı için yapmadı. Gazze’de Filistin halkına İsrail hükümetince reva görülen zulmün davetin iptal gerekçesi olmadığını açıkladı Cumhurbaşkanlığı. Doğruydu, çünkü Hamas’ın İsrail’e saldırısı öncesinde yapılmış bir planlama yoktu ki iptal edilmiş olsun.
Türkiye’ye dostane ya da hasmane yaklaşan, ama Türkiye’yi ciddiye alan bütün ülkeler böyle bir davet gelse, hangi devlet temsilcilerini göndereceklerini bile belirlemişlerdi. Aslında ülkeler bu tür önemli yıldönümlerini kutlama programlarını, tüm yıla yayılacak şekilde çok önceden ilan eder. Ankara’daki büyükelçilikler yine de son güne dek bekledi.
Cumhuriyetin 100. Yılını önemsedikleri şekilde kutlamak isteyen halk ne yaptı? Özellikle büyük şehirlerde kendiliğinden sokaklara döküldü elinde bayraklar, dillerinde “Yaşasın Cumhuriyet” sloganlarıyla.
Çünkü sadece halkın kendi seçtiği temsilciler eliyle yönetilmesi demek değildir Cumhuriyet.
Cumhuriyet artık çoğulcu demokrasi ve hukuk devleti de demektir, evet din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması demek olan laiklik de demektir. Özellikle Müslüman bir toplumda laiklik olmadan ne Cumhuriyet ne demokrasi gelişebilir; Atatürksüz Cumhuriyet kutlaması gibidir.
Cumhuriyet aynı zamanda o genç öğretmenin, Mehmet Akif Ortaokulu Sosyal Bilgiler Öğretmeni Mustafa Öznay’ın söylediği gibi, derste “Söz hakkı almak için parmak kaldıran bir kız çocuğudur“. Kadınların Cumhuriyete ve Atatürk’e erkeklerden çok sahip çıkması boşuna değildir.
“Atatürk mecbur tutmasaydı babam beni okula göndermezdi” bilinciyle her duasında ona yer veren annenin duyduğu şükran ve minnettir cumhuriyet.
Kimilerinin hastalıklı bir nostaljiyle hâlâ kutsadıkları saltanat ve hilafet rejiminde asla böyle bir şeyi aklından geçiremeyecek olan emekçi mahallesi Kasımpaşa’da büyümüş bir işçi çocuğu, Recep Tayyip Erdoğan, o koltuğun ilk sahibi Atatürk’ün ilan ettiği Cumhuriyet sayesinde ülkeyi yönetiyor.
Cumhuriyet’le taçlandırılan İstiklâl Savaşı bir devrimdir. Ezilen dünya halklarına örnek olmuş bir devrimdir. Sömürgeci dönemin sonunu getirmiş bir devrimdir.
İstiklâl Savaşının ruhunu özetleyen cümleler arasında, 1918 Mondros Mütarekesi ardından İstanbul’a gelen Mustafa Kemal’in, 1915’te Çanakkale’yi geçemeyen işgalci güçlerin savaş gemileri arasından tekneyle geçerken söylediği kayda geçen “Geldikleri gibi giderler” sözü vardır. Anadolu’da milli direniş hareketi yükselirken işgalcilerle işbirliği içinde İstiklâl Savaşını terörist bir kalkışma olarak gösterip savaş açansa, İstiklâl Savaşının sonunda bir İngiliz savaş gemisiyle Türkiye’yi terk edecek olan son Osmanlı Sultanı Vahdettin idi.
Vahdettin’in giderken Zehra isimli bir cariyesine bağışladığı Çengelköy sırtlarındaki Boğaz’a nazır Vahdettin Köşkü, Erdoğan’ın ilk kez Cumhurbaşkanı seçildiği 2014 yılından bu yana İstanbul’daki çalışma makamı olarak kullanılıyor.
Erdoğan Cumhuriyet’in 100. yılında 100 parça gemiden oluşan Türk donanmasını zaman zaman yapılan şekilde Dolmabahçe Sarayından değil, Vahdettin Köşkünden selamlamaya karar verdi. Cumhuriyetin Yüzüncü yılında Türk Donanması da Vahdettin Köşkündeki Cumhurbaşkanını selamlayacaktı.
Erdoğan’ın ne yapmak, nereye varmak istediğini uzun uzun tartışmak da mümkün ama şu noktada gereksiz. Halkın Atatürk ve Cumhuriyetin idrakine yeniden varan kesiminin artık giderek Erdoğan’dan bu yöndeki beklentilerini de bir yana bırakmaya başladığı da görünüyor.
Adeta bir “kendi cumhuriyetini kendin kutla” kampanyası açılmış gibi. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş, “Cumhuriyeti kutlamayanlara inat, daha fazla kutlayacağız” diyor. Muhalif belediyeleri gecikmeyle de olsa Cumhuriyetin 100. Yılında canlı kutlamalar düzenlemeye zorlayan da tabandan gelen baskıdır.
Bu manzarayı aktarırken amaç Cumhuriyetle birlikte laik, demokratik, sosyal hukuk devleti ve Atatürk saygı ve sevgisinin geleceği üzerine umutsuzluğu körüklemek asla değil. Tam tersine ümidin canlı olduğunu vurgulamaktır. Cumhuriyetin 100. Yılında, 100 yıl önce geri bırakılmış, fakir, cahil ve ulus olma, hak ve özgürlüklerinin ayrımında olmaktan çok uzak, Osmanlı Sarayının kulu sayılan bir toplumun en az yarısı bugün tepeden inme değil, tabandan yükselen tercihlerle ilerlemeden yanadır.
Bu, Cumhuriyetin en büyük başarısı sayılmalıdır. Bardağımızın dolu tarafı, 100 yılda halkın en az yarısının bilinçli bir tercihle Cumhuriyet, Atatürk ve laik, demokratik, sosyal hukuk devletinden yana durmasıdır.
100 yıl önce savaşlarla harap olmuş, fakir düşmüş, enerji kaynaklarından yoksun Türkiye’nin son derece kısıtlı insan kaynaklarını eğitim reformuyla harekete geçiren ve Müslüman ülkeler arasında öne çıkması, dünyanın en büyük ekonomileri arasına girmesi Atatürk, Cumhuriyet ve onu tamamlayan demokratik rejim sayesinde olmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti nasıl onu tarih ve coğrafyadan silmek isteyen Batılı emperyalist güçlere ve onların yerli işbirlikçilerine karşı bir direniş ve devrim olmuşsa, gelişmesini de Batının hukuk ve ekonomi standartlarına ve siyasi sistemiyle bütünleşme hedefiyle sağlamıştır.
100. yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin bilançosu pozitiftir. Umutsuzluğa yer olmamalıdır.
Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun!
Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (TCMB) 26 Aralık’ta gerçekleştirilen Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında, 22 ay…
İneği sürekli sağarsan yeterince ve kaliteli süt alman zorlaşır. Bir süre sonra inek rahatsızlanır, hiç…
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 25 Aralık’ta AK Parti grubunda “Suriye fatihi” sloganları eşliğinde Kuran’ın Fetih Suresinin…
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, asgari ücretin 22 bin TL olarak açıklanmasının ardından iktidarı erken…
2024’ü geride bırakmak üzereyiz. 2025’e girerken ekonomimiz ne durumda? Doğru yolda mıyız? Kısa bir değerlendirme…
“Milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde” diye başlayan bir cümleye hazır…