Siyaset

Avrupa Birliği’nin genişlemesinde Rusya etkisi

“Avrupa Komisyonu Raporlarında Rusya’nın etkisi hissediliyor. Fark etmemiş olabiliriz ama Rusya aslında NATO ve Avrupa Birliği’nin genişlemesinin başlıca teşvikçisidir. Son kanıt, Avrupa Komisyonu’nun Ukrayna ve Moldova ile katılım müzakerelerinin başlatılmasını ve Gürcistan’a adaylık verilmesini önermesi oldu.”

Avrupa Komisyonu 9 Kasım’da Arnavutluk, Bosna Hersek, Kosova, Karadağ, Kuzey Makedonya, Sırbistan, Türkiye ve ilk kez Ukrayna, Moldova Cumhuriyeti ve Gürcistan’ın Avrupa Birliği’ne katılım yolunda kaydettikleri ilerleme ve mevcut durumun ayrıntılı bir değerlendirmesini sunan 2023 Genişleme Paketi’ni kabul etti. 

Paket, Rusya’nın doğrudan ya da dolaylı etkisinin bir kanıtıdır. Birkaç on yıl içinde Avrupa haritasına dönüp baktığımızda Rusya’nın ülkelerin hizalanmasını nasıl etkilediğini görebiliriz. Fark etmemiş olabiliriz ama Rusya aslında NATO ve Avrupa Birliği genişlemesinin başlıca teşvikçisidir. Son kanıt, Avrupa Komisyonu’nun Ukrayna ve Moldova ile katılım müzakerelerinin başlatılmasını ve Gürcistan’a adaylık verilmesini önermesi oldu.

Avrupa Birliği’nin genişlemesinde Rusya’nın etkisi

2004 yılında AB büyük patlama olarak adlandırılan genişleme sürecinde üç aday ülke (Estonya, Letonya, Litvanya) Sovyetler Birliği’nin bir parçasıydı, dört aday ülke ise (Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya, Slovakya) Sovyetler Birliği’nin kontrolü altındaydı. Bir zamanlar Yugoslavya’nın bir parçası olan Slovenya da komünist gömleğini çıkararak AB’ye katıldı. Sovyetlerin etkisi altındaki diğer iki ülke olan Bulgaristan ve Romanya da 2007 yılında AB’ye katıldı. AB’ye en son 2013 yılında eski Yugoslavya’nın bir başka kalıntısı olan Hırvatistan katıldı.

Şimdi de diğer adaylara bakalım. Karadağ, Kuzey Makedonya ve Sırbistan yine Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’ni oluşturuyordu. Bir diğer aday Arnavutluk ise katı komünist bir ülkeydi. Eski Yugoslavya’nın bir diğer parçası olan Bosna-Hersek, aday olmasına rağmen üyelik müzakerelerine başlayıp başlaması hala tartışılıyor. Kosova beş AB üyesi tarafından tanınmıyor, ancak aynı zamanda zımni bir aday ve Sırbistan ile olan sorunları çözmek için yakın tutuluyor.

Ukrayna ve Gürcistan Rusya tarafından işgal edildi. Moldova ise Rusya tarafından gayri resmi olarak bölündü. Dolayısıyla, hem AB’nin hem de NATO’nun son genişleme neticelerine bakarsanız, hepsi olmasa da çoğu ya Sovyetler Birliği’nin parçası ya da açıkça Sovyet Rusya tarafından şekillendirilen komünist ülkelerdir. İsveç ve Finlandiya onlarca yıllık tarafsızlıklarının ardından Rusya’nın Ukrayna’yı işgali nedeniyle NATO’nun kapısını çalmıştır. Bu durum maalesef 1995’ten beri AB üyesi olan bu iki ülkenin Brüksel şemsiyesi altında kendilerini yeterince güvende hissetmediklerini de göstermektedir. Dolayısıyla bu kurumlara katılmanın ana giriş bileti, Rusya tarafından şu ya da bu şekilde tehdit edilmektir.

Moskova’ya karşı durmanın ters bir etkisi var

İronik bir şekilde, eğer komünizme ve Sovyet tehdidine karşı bir “siper” olarak adlandırıldıysanız ve on yıllar boyunca Batılı müttefiklerinizle birlikte dimdik durduysanız, artık bunun bir önemi kalmadığı görülmektedir. Moskova’dan gelen tehdit o yıllarda azaldığında, Türkiye’ye duyulan ihtiyaç da azalmıştı.

Adil olmak gerekir. Türkiye AB üyeliği yolunda kesinlikle birçok fırsatı kaçırdı. Birçokları 1963 yılında Ankara Anlaşması’nı imzaladıktan sonra altmış yıldır Avrupa’nın kapısında beklediğimizi iddia etse de, katılım için resmi başvurumuzu ancak 1987 yılında yaptık. Yine de otuz altı yıl hala uzun bir süre. Türkiye 1989 yılında Brüksel’den, ne o zamanki adıyla Avrupa Topluluğu’nun, ne de Türkiye’nin böyle bir katılıma hazır olmadığı yönünde tipik bir oyalama cevabı aldı. Komisyon, Topluluğun Tek Pazar’ı tamamlama aşamasında olduğunu, dolayısıyla genişlemeyi bu sırada düşünemeyeceğini ileri sürdü. Tek Pazar iki yıl sonra gerçekleşti.

Türkiye Gümrük Birliği’ni tamamlamakla meşgulken, eski komünist ülkeler siyasi olarak ilerliyordu. 1993 yılı, eski komünist ülkelerin “Avrupa ailesine” geri dönmeleri için Kopenhag Kriterlerinin geliştirildiği yıl oldu. Bu ülkeler 1997’de aday, yedi yıl sonra da üye oldular.

Türkiye’nin Rusya’ya yakınlaşması

Türkiye de 1999’da birçok güçlüğün aşılmasının ardından aday olduktan sonra birkaç yıl boyunca siyasi ve ekonomik reformlar konusunda ilerleme kaydetti. Ancak bazı vahim olayların ardından Komisyon’un deyimiyle gerileme başladı. Özellikle Temmuz 2016’daki darbe girişiminden bu yana ifade özgürlüğü ve hukukun üstünlüğü alanlarında alınan kararlarla geriye gidildi. Ancak Türkiye’ye hiçbir zaman diğer adaylara gösterilen muamele, yardım ya da hoşgörü gösterilmedi.

Yetmişli ve seksenli yıllara dönüp baktığınızda Yunanistan, Portekiz ve İspanya’nın diktatörlüklerden çıkarken AB’den yardım aldıklarını görürsünüz. Türkiye gibi yıllardır Batı’nın bir parçası olmak için çabalayan ve üyelik koşullarını kabul eden bir ülke ise küçük politikalar nedeniyle engellenmiştir.

Ankara 2005 yılında katılım müzakerelerine başladığında beklenti Türkiye’nin belli bir zaman içinde AB’ye üye olabileceği yönündeydi. İki tarafın yakınlaşmasını engelleyen sadece Yunanistan ve Kıbrıs meselesi değil, Fransa ve Almanya’nın olumsuz tutumuydu. Diğer bir ironi ise Türkiye’nin son on yılda Rusya’ya tarihinde hiç olmadığı kadar yakınlaşmış olması.

Türkiye için yeni bir şey yok

Rapor, unutulmuş olması ihtimaline karşı Türkiye’nin Avrupa Birliği için kilit bir ortak ve aday ülke olmaya devam ettiğini herkese hatırlatıyor. Bununla birlikte, katılım müzakerelerini resmen durduran Haziran 2018 tarihli Avrupa Konseyi kararına da değiniyor. Gümrük Birliği’nin modernizasyonu ya da vize kolaylığı konusunda herhangi bir adım atılmamış olsa da, rapor terörle mücadele, ekonomi, enerji, gıda güvenliği, göç ve ulaştırma gibi ortak çıkar alanlarında işbirliğinin altını çiziyor. Raporda Türkiye’nin AB’ye ulaşan enerji için “önemli ve güvenilir bir transit ülke” haline geldiği ve göç, terörle mücadele ve ticaret gibi ortak çıkar alanlarında Brüksel için hayati önem taşıdığı belirtilirken, bu gerçekten ortak çıkar mı yoksa sadece AB için önem taşıyan konular mı?

Bu raporların en zayıf noktası, sadece verileri veya durumu aktarması ve nedenlerine hiç girmemesidir. Örneğin Türkiye’nin “AB’nin Ortak Dış ve Güvenlik Politikalarına uyumu önemli ölçüde iyileştirmek için kararlı adımlar atması ve kısıtlayıcı tedbirlerin delinmesini önleme ve tespit etme konusunda işbirliğini arttırması” gerektiğinden bahsedilmektedir. Komisyon her yıl Türkiye’nin AB’nin ortak dış ve güvenlik politikasına uyum oranının ne kadar düşük olduğuna dikkat çekmeye devam etmektedir. AB’nin dış politika kararlarına uyumumuz ilişkilerimizin durumuna paralel olarak şekillenmiştir. Bu husus göz ardı ediliyor. İlk yıllarda yüzde 90 civarında olan uyum, 2007’den itibaren düşüşe geçmiş, 2011-2016 yılları arasında yüzde 40 civarından yüzde 7’ye gerilemiştir. Geçen yıl bu oran yüzde 8 iken şimdi yüzde 10’dur.

AB, “Türkiye’nin dış politika alanında önemli bir bölgesel aktör olduğunu ve bazı dış politika konularında farklı görüşler devam etse de AB-Türkiye ilişkileri bağlamında önemli bir unsur teşkil ettiğini” kabul etmektedir. Buna karşılık AB, Türkiye ile ilişkilerinde seçici davranmaktadır. AB, Türkiye’yi Rusya’ya yönelik kısıtlayıcı tedbirlerine uyum sağlamaya çağırmaktadır. Ancak Türkiye için hayati önem taşıyan bu tür konularda Türkiye ile anlamlı bir diyalog kurmaktan kaçınmaktadır. AB, geçmişte yaptığı gibi Ankara’yı gayrı resmi Gymnich dışişleri toplantılarına bile davet etmiyor. Görüşmeler genellikle G20 ya da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu gibi uluslararası toplantılarda yapılıyor. Diyalog eksikliği kulakları sağır ediyor.

Coğrafya değişiyor

İlginç olan bir diğer husus da Komisyon’un önerileri doğrultusunda Avrupa Birliği’nin sınırlarının yakında daha da genişleyebilecek olmasıdır. Türkiye’nin adaylığı, belki resmi olarak değil ama özel olarak birçok çevrede coğrafi açıdan sorgulanmıştır.

Kıbrıs’ın Asya’ya Avrupa’dan daha yakın olmasına rağmen, Türkiye’nin konumu yıllarca tartışıldı. Şimdi, Gürcistan’ın yakında açıklanması beklenen adaylığıyla birlikte bu tartışma sona ermelidir. Kim bilir belki de AB daha da genişlemek istiyordur?

Geçtiğimiz Haziran ayında AB Konseyi, Yüksek Temsilci ve Komisyon’dan bu ay içinde Türkiye – AB ilişkilerinin son durumu hakkında Konsey’e bir rapor sunmalarını istedi. Başka bir deyişle, ilişkiler zarar görmeye devam ederken bunun nasıl yönetileceği ve düzeltilmesi için öneriler getirmesi istendi. Başlamanın yolu gerçek bir diyalogdan geçiyor. Aksi takdirde Rusya tekrar sahnede rol alabilir ve o zaman da çok geç olacaktır.

Selim Yenel

(E) Büyükelçi, Global İlişkiler Forumu İcra Komitesi Başkanı

Recent Posts

Tunceli ve Ovacık Belediyelerine kayyum, muhalefet ayakta

İçişleri Bakanlığı'nın tartışmalı bir kararla Tunceli ve Ovacık belediye başkanlarını görevden alarak yerlerine kayyum ataması,…

17 saat ago

Yargı reformu için tek hedef: Tek celse yargılama hem âdil hem kolay

Kendimden korkuyorum artık. Bıkkınlık gelip Stockholm Sendromuna yenik düşmekten, sahte mutluluk yaşayıp adalet mücadelesini bırakmaktan…

2 gün ago

Netanyahu ve Gallant’a Uluslararası Ceza Mahkemesi’nden tutuklama emri

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında…

2 gün ago

Kılıçdaroğlu davası, siyasete yargı baskısı ve CHP’nin durum

CHP’nin önceki Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun bugün 22 Kasım'da Ankara’da yargılanmaya başlaması Türkiye’de siyaset üzerindeki…

2 gün ago

MHP’lilere dair kaçakçılık zannını Bahçeli’ye Erdoğan mı söyledi?

Üç MHP milletvekilinin istifası haberi 20 Kasım akşam saatlerinde siyaset kulisine bomba gibi düştü. Beklenen…

2 gün ago

Ankara’da 500 madenci özelleştirmeye karşı kendini madene kapattı

Ankara’nın Nallıhan ilçesinde bulunan Çayırhan Termik Santrali’nde yaklaşık 500 madenci özelleştirme kararına karşı kendilerini maden…

3 gün ago