Geçtiğimiz hafta sonu yayımlanan “Akademik İflas: Türkiye’de Yükseköğretimde Değer Erozyonu” başlıklı yazımın ardından, yurt içinden ve yurt dışından birçok mesaj aldım. Bu tepkiler bana, üniversitelerdeki değer erozyonu konusundaki endişelerimin, birçok akademisyenin de ortak kaygısı olduğunu düşündürdü.
Yurt içinden, yurt dışından, akademik erozyonun yansımaları
Yazdığım yazının, edebiyatçı ve yazar Buket Uzuner’in gözünden kısa bir özeti de şu şekildeydi: “Tarih boyunca, aklın, bilimin, sağduyunun ve mantığın baskı ve şiddetle ezildiği yerlerde, sadece insan aklını savunanların yenilgisi, cesur ve dürüst liderler ve kadrolar oluşturamamış olmalarına bağlıdır.” Bu ifadeyi çok anlamlı buldum.
Ayrıca, yazının İngilizce versiyonunu okuyan yurt dışından, Avrupadan yabancı bir akademisyen arkadaşım, sorunun küresel boyutta olduğunu belirtti. O da şu durumu vurguluyordu: “Ornitoloji uzmanları olarak gördüğümüz iş arkadaşlarımızın çoğu, üniversite kültürü ve hatta genel kültür konusunda daha geniş bir anlayışa sahip olmadan, kendi bilimsel baloncukları içinde yaşıyorlar.”
Bu durum, özellikle küçük üniversitelerde karar verici yönetici seviyesinde çalışan ve esasında evrensel anlamda akademik kültürü özümsemeyen birçok kişi için geçerli bir tespit.
Taşra üniversiteleri
Tuğba Tekerek’in “Taşra Üniversiteleri – AK Parti’nin Arka Kampüsü” kitabı şüphesiz çok değerli bir araştırma ve kitapta anlatılanlar ışığında Tekerek ile yaptığım söyleşi sonrası yazdığım yazı, Buket Hanım’ın notu ve yurt dışından gelen geri bildirim, bize açık bir şekilde bir dramı gösteriyor. Bu durum belki sadece Türkiye için değil, küresel anlamda akademinin nasıl yozlaştığını izlememize neden oluyor. Sanırım bu mücadele, çoktan kaybedilmiş bir dava uğruna verdiğimiz bir çaba, direniş ya da kavramsal bir mücadele.
Peki, kurtuluş nerede?
Ben, Türkiye’de büyük ölçüde siyasallaşan üniversite ortamının bilim icra etmenin önüne geçtiğine ve oldukça sıradanlaştığına inanıyorum. Siyasallaşan üniversite atmosferinin bileşenleri olan akademisyenler, gerçek bir rekabet ortamında değerlendirilmedikleri yerlere nitelikleri gereği gelmiyorlar. Bu da ülkemiz üniversitelerinde akademisyen sayısını artırmaktan öteye gitmeyen bir yüksek öğretim yöntemi.
Evet, belki de cesur ve tarafsız liderlerle doğru kadroları oluşturamadığımız için bugün bunları konuşuyor ve yazıyoruz. Ancak, söz konusu durumun maliyeti bugün yozlaşan çalışma ortamımızdır. “Kurtuluş nerede?” sorusu zor bir soru haline geldi. Bu cevabı ararken, akademik arenada traji-komik hikayelerin sayısının arttığını görmek de kaçınılmaz gibi ve korkarım ki değer erozyonu da düşündüğümün ötesinde küresel bir sorun olma yolunda yaygın ve hızlanarak devam edecek.