Siyasetten, ekonomiden, hayatımızın gidişatından duyduğumuz memnuniyetsizlik giderek artıyor. Bunu en yakın çevremizden aşağı yukarı hepimizin gözlemleyebildiğini düşünüyorum. Bu memnuniyetsizliğin kaynağından bir tanesi çaresizlik hissi: yönetime, siyasete, hayatımızı belirleyen kararlara etkimiz olamıyor.
Örgütlenme özgürlüğümüzü kullanalım, gündelik hayatımızın her başlığında bir araya gelebilme, fikir ve ses üretme, bu mekanizmalara katkıda bulunma ve hatta etki etme hakkımızdan faydalanalım dersek de bir başka çaresizlik hissi çevreliyor: Dernekler, vakıflar, sivil toplum örgütleri can çekişiyor. Kendi sorunları bir yana karar alma mekanizmalarında artık yerleri yok.
“Foncu” ve “yandaş” sözcükleri aklınıza geldi değil mi, hak temelli yaklaşımın suçla ilişkilendirildiği, kaynak bulamayan, üye edinemeyen, çalışanı olmayan, olan çalışanına ücret ödeyemeyen, aldığı üye ücretlerini idari cezalara ayırmaya çalışan, mevzuata sıkışmış dernekler, siyasi bağlantıları ile bir servet aktarma mekanizmasına dönüşmüş vakıflar…
Bunları kendi gözlemimizden fark ediyorduk ancak Sivil Toplum Geliştirme Merkezi’nin geniş saha araştırması sonucunda yayımladığı iki rapor sorunların net bir haritasını çıkardı.
STGM Raporu: Sivil toplum mevzuat altında eziliyor, örgütlenemiyor
STGM’nin Türkiye’deki sivil toplumun durumunu örgütlenme özgürlüğü ve katılım hakkı bağlamında değerlendirdiği rapor, yasal düzenlemelerin sivil toplumun hareket alanını kısıtladığını, devletin kapılarının sivil topluma kapalı olduğunu gösteriyor.
Rapora göre Türkiye’de 5 sivil toplum örgütünden biri yasal düzenlemelerden kaynaklı sorun yaşıyor. Mevzuatta orantısız verilen yükümlülükler, derneklere hapise varan, büyük küçük dernek olduğuna bakmadan verilen ağır idari cezalar yüklüyor. Örneğin, üye bildirim zorunluluğu getirildiği günden bu yana dernek üyeliklerinde 4 milyona yakın düşüş olmuş.
Sayılar ise hiç iç açıcı değil. Türkiye’deki STÖ sayısı, 101 bin, bu sayı Almanya’da 620 bin, Fransa’da ise 1 milyon 500 bin. Nüfusa oranla bakıldığında durum daha da vahim bir tablo karşımıza çıkıyor, Danimarka’da nüfusa oranla dernek sayısı Türkiye’den 100 kat fazla.
Kaynağa ulaşamıyor, çalışanı yok
Raporlara göre derneklerin mali kaynakları da sınırlı. Çalışmaya katılan örgütlerin yarısına yakınının geliri 10.000 TL’nin altında. Kaynak yaratma olanakları ise çok sınırlı. STÖ’ler büyük ölçüde üyelerinin aidatlarıyla ayakta kalmaya çalışıyor, mevzuattan kaynaklı sorunların etkisiyle yardım ve bağış toplamakta zorlanıyor.
Sivil toplum bir sektör haline gelebilecek bir büyüklükte de değil. STÖ’lerin yüzde 77’sinde tam zamanlı ücretli çalışan yok. İstihdamın yalnızca binde üçü sivil toplumda çalışıyor. Örgütler profesyonelleşmeden uzak, gönüllü katkılarla var olmaya çalışıyor. Bu da beraberinde çalışma şartları, elden verilen ücretler, kaytısızlık gibi bambaşka ve köklü sorunları getiriyor.
Gelelim herkesin dilindeki “fon” meselesine.
Raporun ortaya koyduğu çarpıcı bir nokta da kamu kaynaklarından çok az sayıda sivil toplum örgütünün faydalandığı. Uluslararası kaynaklara erişebilen örgüt çok az, erişebilenler ise hedef gösteriliyor.
Araştırmaya katılan her dört Sivil Toplum Örgütünden biri kamu kaynaklarının dağıtımında alınan kararların adil olmadığını söylüyor. Bu, kamunun yanlı davrandığını, kaynak aktarımının politize olduğunu gösteriyor.
29 bin sivil toplum örgütü denetlendi
Bununla da kalmıyor, karalama kampanyalarının konusu olan vakıflardan destek alınmışsa, denetlemeye tabi oluyorsunuz.
Sivil Toplumla İlişkiler Genel Müdürlüğü verilerine göre İçişleri Bakanlığı 2022’de 29 bin 987 derneği denetlenmiş, 2021 yılında bu sayı 18 bin. Bu denetlemeler sonucunda 10 dernekten biri adli ve idari ceza almış.
Çarpıcı olan bir nokta ise, İçişleri Bakanlığı “Kamu Yararına Dernek Statüsüne” sahip derneklere yapılan denetimlerin sayıları çok daha düşük: 2020’de 100, 2021’de 68 ve 2022 yılında 110.
Araştırma hak temelli çalışan STÖ’lerin siyasetçiler, kamu görevlileri tarafından tehdit edilme veya hedef gösterilme gibi bir durumla daha sık karşılaştığını ortaya koyarken, aynı grup kamu kurumları tarafından çat kapı yapılan denetimleri de sıkça yaşadığını belirtmiş.
Yine hak temelli yaklaşımı güçlü olan kuruluşlar açıklamaları ve çalışmaları nedeniyle diğer örgütlere göre daha fazla baskı ile karşılaşırkan, araştırmaya katılan örgütler çalışmalarına otosansür uyguladığını da söylemiş.
Özellikle 2016 15 Temmuz darbe girişimi sonrası kapatılan dernek sayısı 1598, vakıf sayısı ise 129.
Denetlemeyle de sınırlı değil, araştırmaya göre sözlü ve fiziki baskılara da özellikle hak temelli çalışan STÖ’ler sıklıkla maruz kalıyor.
Üye edinemiyorsunuz, kaynak bulamıyorsunuz, bulduğunuz kaynağı mevzuata boğulmuş halde idari cezalara aktarıyorsunuz, çalışanınız yok, varsa gönüllülük esası sömürü esasına dönüşmüş. Tablo bu.
“Devletin ördüğü bir duvar var”
STGM’nin yayınladığı ikinci rapor çok detaylı bir şekilde sivil toplum örgütlerinin yasama yürütme faaliyetlerine ne kadar katılabildiğini de ortaya koymuş.
Görüşülen derneklerin deneyimleri çarpıcı.
Türkiye’de sivil toplum politika geliştirme ve karar verme süreçlerine yerel ve ulusal düzeyde ne kadar dahil olabiliyor? Ne kadar dahil ediliyor? Sorularına cevap veren bir dernek katılımcısı şöyle demiş:
“2010’dan sonra devletin ördüğü bir duvar var. Yani devlet artık sivil toplumdan görüş alışverişi yapmaktan daha uzak duruyor, daha mesafeli duruyor.”
Bir başka katılımcı:
“Dahil değil. (…) Hatta şöyle bir şeye dönüştü. Biz “bu düzenleme antidemokratik, yasaya da uygun değil, yapmayın” deyince onun yasasını çıkarmaya başladılar. Yani maalesef bizde şu an çok moral bozucu da oluyor çalışan arkadaşlarımız açısından.”
Ankara’da hak temelli çalışan bir derneğin çalışanlarının aralarında konuştuğunu hatırlıyorum, araştırma sonucunda geliştirdikleri bir politika önerisini siyasi partilere sunup sunmama konusundaki kararsızlıklarından bahsediyorlardı: “ya bunu alır yasaklamak için kullanırlarsa.”
Tablo vahim. Ama çözümsüz de değil. STGM, mevzuatla ilgili sıkıntıların, örgütlenme önündeki engellerin kaldırılması için önerilerini de sıralıyor raporlarında. Eğer detaylı incelemek isterseniz buradan edinebilirsiniz.
Grafikler: Özlem Tuzcuoğlu