Almanya’da geçtiğimiz hafta dört kişilik Bulgar göçmeni Türk aile sessiz sedasız katledildi. Sessiz sedasız diyorum çünkü nedenleri ve sonuçları bakımından alarm zillerini çaldıracak bir olay olması gereken bu “münferit kundaklama” hadisesi ne Almanya kamuoyunda ne de Türkiye kamuoyunda ufak haberler ve kınamalar dışında yer bulmadı.
25 Mart’ta Almanya’nın Solingen kentinde dört katlı bir evde çıkan yangında Türk asıllı Bulgaristan vatandaşı 28 yaşındaki Kiymet Katya Zhilov ve 29 yaşındaki Ismail Kuncho Zhilov ile iki küçük kızları iki yaşındaki Gizem Galia ve üç aylık Elis Emily hayatını kaybetti. Binadan 21 kişi kurtarıldı, ikisi kritik durumda olmak üzere dokuz kişi ağır yaralı olarak hastaneye kaldırıldı.
Yetkililer başlatılan soruşturma kapsamında yaptıkları ilk açıklamada ahşap evin merdiven boşluğunda yanıcı madde tespit ettiklerini, savcıların yangının kundaklama olduğunu doğruladığını belirtiyordu. Ancak bu kundaklama eyleminin kasıtlı bir eylem ya da “ırkçılık veya yabancı karşıtlığı motivasyonu ile yapıldığı” ile ilgili bir işarete rastlamadıklarını söylemekte gecikmediler.
Açıklamalarda konunun “araştırıldığı” vurgusundan çok “ırkçılık motivasyonuyla yapılmadığı” vurgusu öne çıkıyordu.
Solingen’de 31 yıl sonra yeniden
31 yıl önce, 1993 yılında, aynı şehirde, yine kundaklama sonucunda Türk bir ailenin beş üyesinin hayatını kaybettiği ırkçı saldırı hafızalarda canlılığını sürdürürken yetkililerin temkinli açıklamalarda bulunmaları ilk başta makul bulunabilir.
Ancak, Almanya’da ırkçılık karşıtı çalışmalar yürüten analistler, temkinli açıklamaların tam tersi etki yarattığı, halen hatıralarında bu vahim saldırıların bulunduğu göçmen toplulukların bu yaklaşımla tedirginliklerinin arttığı görüşünde.
Nitekim TRTWorld’e konuşan ve 1993 yılında Solingen’deki saldırıyı birinci elden yaşayan bir Türk, halen göçmenlerin evlerinde olası bir saldırıya karşı yangın söndürücü bulunduğunu, “başka bir kundakçılık veya acil durum karşısında pencereden çıkabilmek için pencerelere kalıcı halatlar” takıldığını söylüyordu.
1993 yılında Solingen’de dört kişilik bir neo-Nazi topluluk tarafından bir Türk ailenin evinin yakılması da “münferit” bir olay değildi.O dönemde de artmakta olan ve yetkililerin önlem almakta geciktikleri ırkçı ve göçmen karşıtı sosyal durumun sonucunda gerçekleşmişti.
Bu saldırının henüz bir yıl öncesinde 1992 yılında Almanya’nın Rostock, Lichtenhagen bölgesinde savaş sonrası dönemde göçmenlere yönelik en büyük saldırılardan biri yaşanmıştı. Sayıları yüzlerle ifade edilen saldırganlar sığınmacıların yaşadığı apartman kompleksine taş ve monotof kokteyleri atarken 3 bini aşkın mahalleli de onlara destek veriyor ve saldırıları izliyordu. Günlerce süren eylemler “geliyorum” demişti ve yıllarca yetkililerin bu uyarıları görmemesi hatta teşvik edecek davranışları tartışıldı.
Irkçılık ve yabancı karşıtlığı yükseliyor
Bugünün Almanya’sına gelindiğinde ırkçılık ve yabancı karşıtlığının tekrar yükseldiği ve toplumda yer bulmaya başladığı artık çok kolayca dillendirilebilen bir hadise.
Tıpkı 1992’de sığınmacı sayısındaki artış ve toplumsal dinamiklerin özellikleri gibi bugün de Almanya’da özellikle Suriye savaşının ardından artan göç yeni bir dinamik yarattı. Bu dinamik siyasette de karşılığını buldu.
2013 yılında kurulan aşırı sağ Almanya için Alternatif Partisi, (AfD) göçmenlerin sınır dışı edilmesi önerileri ve vatandaşların “asimile edildiği” fikirleri ile ülkede tabanını genişletiyor. Hali hazırda ülkede yapılan anketlerde AfD yüzde 23 destekle ikinci sırada yer alıyor. Berlin hariç eski Doğu Almanya’nın tüm eyaletlerinde şu anda anketlerde önde. Önümüzde Avrupa Parlamentosu seçimleri ve Eylül ayında da Doğu Almanya’da üç eyalet seçimleri var. Bu seçimlerde de AfD’nin etkinliğini artırması bekleniyor.
Daha geçtiğimiz aylarda AfD üyelerinin aralarında eski parlamenterlerin de bulunduğı aşırı sağcılarla birlikte milyonlarca insanı sınır dışı etme planının tartışıldığı gizli bir toplantıya katıldığı ortaya çıkmıştı. Bu yükselişe Almanya sosyal demokratik partilerinin cevabı ise partinin kapatılması istemi.
Toplumsal dinamikler ise tedirginlik yaratacak bu kundaklama olayının “ırkçı motif taşımadığı” açıklamalarını normalleştiriyor. Oysa ki daha dört yıl önce Frankfut’ta Hanau’da iki nargile barını hedef alan bir saldırı gerçekleşmiş, başta Türk ve Kürt kökenli göçmenler olmak üzere dokuz kişi hayatını kaybetmişti. Gençler arasında ise ırkçılık fikirlerinin karışılığı gittikçe artıyor.
Almanya Cumhurbaşkanı Türkiye’ye gelecek
Siyasetin ve diplomasinin bu olaya yaklaşımı da dikkat çektici bir sakinlikte. Solingen’de olaydan ancak dört gün sonra Türkiye’nin Berlin Büyükelçisi Ahmet Başar Sen, Türkiye’nin Düsseldorf Başkonsolosu Ayşegül Gökçen Karaarslan, ölen ve yaralanan ailelerin yakınları ve Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) ve STK temsilcilerinin katıldığı bir basin toplantısı düzenlendi.
TRT’nin haberine göre ise saldırıdan etkilenen aileler ise henüz barınma ve maddi koşulları ile ilgili yeterli yardımı alamadıkları görüşünde.
Türkiye’de ise bu olayın kamuoyunda ve diplomatik seviyede bir karşılığı olmadı. Henüz devlet kademesinden konu ile ilgili bir açıklama ya da girişim olmamış gibi görünüyor.
Tüm bunların ardından, Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier’in 22-24 Nisan tarihlerinde Türkiye’yi ziyaret edeceği açıklandı. Cumhurbaşkanı Steinmeier’in İstanbul ve Ankara’nın yanı sıra Gaziantep’i de ziyaret edeceği belirtildi.
Sizce bu toplantıda konuşulacak konular arasında Gazze ya da Solingen olabilecek mi?
Peki Türkiye’de artan ırkçı ve yabancı karşıtı hissiyat ile ilgili siyasiler ne yapıyor? Almanya gibi parti kapatmak ile ırkçı partilerin yükselmesi arasında mı gidip geliyor yoksa bir politika üretebiliyor mu?