Bugün dünyada nüfusu yaklaşık 250 milyonu bulan Türk kökenli insanların çoğunluğunun dini İslam. Kimi Sünni, kimi Şii, kimi Alevi inancını taşıyor ama Türklerin tarihine baktığımızda İslam’dan önceki en eski dönemlerden günümüze kadar Tengricilik, Şamanizm, Budizm, Maniheizm, Anımizm, Totemizm, Hıristiyanlık ve Yahudilik de var benimsedikleri din ve inançlar arasında.
Hatta son yıllarda özellikle gençler arasında farklı nedenlerle dinden soğuyan, uzaklaşan ateistler de çoğalıyor.
Lakin, İslam’ın 8. yüzyıldan bu yana Türk dünyasında belirleyici din olduğu konusunda şüpheye yer yok. Dahası, 1517’de Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethedip Memlûk Devleti’ne son vermesiyle birlikte tüm İslam dünyasının halifelik makamı Osmanlı Hanedanı’nın elinde idi, 1924’e kadar.
Bugün dünyada bağımsız Türk devleti olarak varlığını sürdüren yedi devlet var: Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan ve “de facto” statüsüyle Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti.
Ayrıca, bunların dışında Rusya, İran (Doğu Azerbaycan, Batı Azerbaycan, Erdebil, Zencan, Hamedan ve Fars eyaletleri ile Türkmensahra bölgesi), Çin (Sincan Uygur Özerk Bölgesi, Kansu), Tacikistan ve Afganistan (Mezar-ı Şerif çevresi), Gürcistan (Ahiska, Ahilkelek, Borçalı bölgeleri) ‘da Türk dilleri konuşan azınlıklar yaşıyor.
Yunanistan (Trakya Bölgesi), Bulgaristan (Rodop ve Deliorman bölgeleri), Romanya (Dobruca’nın batısında), Kosova, Kuzey Makedonya, Suriye, Mısır ve Irak (Musul, Kerkük, Erbil bölgeleri) ‘ta da Türkler var. Ayni zamanda, işçi ve siyasi/ekonomik mülteci göçleri sonucunda, Almanya, Hollanda, Fransa, Belçika, Avusturya, İsviçre, İsveç, Danimarka, Norveç, Büyük Britanya, ABD, Kanada, Avustralya, Libya, Suudi Arabistan ve Yeni Zelanda gibi birçok ülkede de önemli Türk toplulukları oluştu.
Yani, günümüzde Çin Seddi’nden başlayıp Adriyatik kıyılarına kadar Türkçe konuşarak seyahat bir fantazi değil. Aynı zamanda akıllıca kullanılırsa dünya jeopolitiği, kültürü ve ekonomisinde muazzam bir “yumuşak güç” kaldiracı bu.
Pek iyi bilinmez ama şunu kafalara yerleştirmemiz lazım: Daha Yahudilik, Hırisyanlık ve İslam ortaya çıkmadan asırlar önce Türkler arasında tek Tanrılı ilk din olan Tengricilik yaygın idi.
Tarihi yazıtlar incelenirse, bundan tam 1273 yıl önce, yani atalarımız İslam’ı benimsemeden çok önce, geleneksel Türk dininin temelini Gök Tanrı inancı oluşturuyordu. M.Ö. 2inci yüzyılda Çin vakanuvisleri tarafından Hunlar’da varlığı tespit edilen “Gök Tanrı”, “Güneş”, “Ay”, “Yer-Su”, “Ata” ve “Ölüler” gibi Şamanizm’e (aslında orijinal söyleyişle Kamanizme) ait çeşitli kültlerin bir kısmı bugün bile sürdürülüyor.
Hatta ekolojik, sürdürülebilir yaşam politikalarının da temelini oluşturuyor.
Şamanizm, diğer dinlerin etkilerine açık olduğu için Türkler, yayıldıkları ya da ilişkide bulundukları ülkelerde tanıdıkları tüm dinleri de kabullenebildiler. Dini taassuptan uzak yaşayan Türkler özellikle İslamiyet’e kadar diğer toplumlara nazaran daha kolay din değiştiriyorlardı. Gerçekten de Şamanizm Türk toplumunu ve devlet yapısını o kadar derinden etkiledi ki, Türkler İslâm dinini benimsedikten sonra bile devlet ve toplum yapılarında eski kültür ve geleneklerini uygulamaya devam ettiler.
İslam diniyle ilk temas, Şii ve Alevilerin dördüncü İmam olarak kabul ettikleri İmam Zeynel Abidin’in Türkler tarafından Kerbela’dan koruma amaçlı Horasan’a götürülmesi idi. 700’lu yılların başında cihat ilan ederek Türklerin yaşadığı şehirlere giren Arap-İslam devleti Emevîlerin komutanlarından Kuteybe bin Müslim, Müslüman olmayan Türklere karşı oldukça sert ve kanlı mücadelelere girişti. İzleyen dönemde Türkler, Çinliler ve Müslüman Araplar ilk kez 751’de Talas Irmağı kenarında göğüs göğüse çarpıştılar.
Ve Talas Muharebesi, yaklaşık 70 yıl Araplar ile savaştıktan sonra Türklerin Müslümanlaştırılmasında önemli bir dönüm noktası oldu.
Yalnız şunu unutmayalım ki o dönemde Türklerin hepsi Müslüman olmadı. Aynı ağırlıkta olmasa da başka coğrafi alanlara dağılan Türklerin bir kısmı birçok farklı dini benimsediler. O yüzden Noel, Paskalya, Hamursuz, Hanukah gibi bayram ve gelenekleri bugün yadsımıyoruz, Şaman gelenek ve törelerini de.
Aradan geçen sürede Gagavuz, Çuvas, Yakut gibi bazı Türk etnik grupların Hıristiyanlaştıkları görüleceği gibi Hazar Türkleri gibi Musevilesenler de oldu. Museviliği kabul eden Hazar Türkleri tarihsel süreç içinde Musevileşmekle kalmadılar Yahudileştiler. Yani, Yahudileşen bir Türkmen boyu söz konusu burada.
Günümüzden 5-6 bin yıllık bir geçmişe gittiğimizde, bugünkü ulus devletlerin egemen unsurlarının bir tekinin bile saflığından söz etmek olası değil. Dün, Bizans, Roma, Hitit, Hun gibi yapıların saflığından nasıl söz edilemezse, bugün de İngiliz’in, Alman’ın, Fransız’ın, İtalya’nın, Arab’ın saflığından söz edilemez. O zamandan bugüne, birçok başka toplumda olduğu gibi, Türkler de ilk ortaya çıkmalarından günümüze dek aynı dili, aynı inancı hatta aynı etnik kimliği izlemediler.
Orta Asya’dan yola çıkıp dünyanın dört bir yanına yayılan Hunlar, Peçenekler, Uzlar, Bulgarlar buhar olmadıklarına göre hangi halkla karışıp asimile oldular? Tarihin tanıdığı ilk Türklerin, bu adı taşımamakla beraber, Hunlar olduğu hemen hemen kesin.
Çin kayıtlarında M.Ö. 3. yüzyılda onlardan söz edildiğini görüyoruz. Hunlar, bir göçler dizisi sonunda M.S. 5. yüzyılda Avrupa’nın göbeğinde Attila İmparatorluğu’nu kurdular. Budapeşte, Paris ve Roma kapılarında at koşturan Attila’dan bugüne ne iz kaldı?
Macaristan’ın eski halkı Türklerin Macarlaşmadığını söyleyebilir miyiz? O günkü Türkler yani Hunlar büyük olasılıkla bugünkü Türklerin ne dilini, ne de dinini tanıyabilir.
9. yüzyılda Selçukluların Bizans’a karşı savaşlarından önce, Peçenekler Bizanslılar ile müttefikti, hatta Ruslara ve Macarlara karşı paralı asker olarak kullanılıyorlardı. 12. yüzyılda “Kanglılar” Türk boyu Peçenek kabile siyasetinde egemen güç haline geldi; liderleri Kurya Kaan çok önemli bir karara imza atarak Bizans’ın Ortodoks Hıristiyanlığını benimsedi.
Çin ve Orta Asya’daki eski Türk medeniyetlerini incelediğim gezilerim dışında beni en çok Ortodoks Hristiyan kökenli etnik Türk Gagavuzlar, ya da Gökoğuzlar, etkiledi, heyecanlandırdı.
Gagavuzların bir kısmı Protestan ve Katolik. Bugünlerde nüfusları 300 bini bulan bu insanların11uncu yüzyıl civarında Asya’dan göç ettikleri, Peçenek, Oğuz, Kıpçak Türkleri ile aynı soydan geldikleri biliniyor. Gagavuzlar, Bizans yazılı kaynaklarında Oğuzlar 11inci yüzyılda Tuna nehrini geçip Balkanlardaki Makedonya, Paristrione, Yunanistan ve Bulgaristan’da yerleşen göçebe boyları olarak geçiyor.
Şu an yaklaşık 250 bin Gagavuz, eski SSCB topraklarında yerleşik. Büyük bir kısmı Moldova güneyindeki Bucak yöresinde yaşıyor. Ukrayna’daki Odesa ve Zaporojye illerinde, Romanya, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Kabardey’da Gagavuz köyleri var.
Moldova’da “Gagavuz Özerk Cumhuriyeti” dışında, Kişinev’de 8.000, Bender’de 1.600 ve Dinyester nehrinin kuzey yakasında 3.300, Balkanlar’daki Bulgaristan ve Yunanistan’da yaklaşık 20 bin Gagavuz yaşadığı biliniyor.
Osmanlı döneminden beri devlet politikası gereği Müslüman olmayan Türkler genellikle görmezden gelindi, hatta yok sayıldılar.
İlk kez Atatürk döneminde, Hamdullah Suphi Tanriover’in Bükreş Büyükelçisi olduğu sırada (1931-1944) Türkiye’nin gündemine girdiler. Atatürk, Gagavuzlara büyük ilgi gösterdi, Romanya’nın da onayı alınarak onlar için Türkçe kurslar açtırdı, öğretmen ve Türkçe kitaplar gönderdi. Bazı öğrencilerin Türkiye’de yüksek öğrenim görmesini sağladı.
20. yüzyılın başlarında Gagavuzların Türk ulusunun bir parçası olduğu savını ortaya atan halk kahramanı Başpapaz Mihail Çakır, Romen harfleriyle bir alfabe oluşturarak 1907’de ilk Gagavuzca gazeteyi çıkardı.
Gagavuzya, 1995’ten bu yana Türkiye ile aynı alfabeyi kullanıyor. 1991’de Komrat’ı ziyaretim sırasında bir Pazar ayınını izlemek için gittiğim Gagavuz kilisesinde rahibin konuştuğu Türkçe tam bir duru İstanbul Türkçesi idi, kulaklarıma inanamamıştım.
Bizimkilerin bölgeye her gidişlerinde – sanki kötü yola düşmüşler gibi – onları sürekli doğru yola, İslam’a, dönmeye davet etmeleri sıkıntı yaratıyor, bundan hiç hoşlanmıyorlar.
Bugün onlar için en önemli konu din değil.
Kuzey komşuları Ukrayna’daki tehlikeli gelişmeler, Dinyester’in Rusya’ya ilhaki, Romanya ile birleştirme çabaları ve dış politikada bağlı oldukları Moldova’nın AB’ye girip girmemesi asıl sıcak gündemleri şu sıralar.
Bundan bir yüzyıl öncesine kadar Anadolu’da birçok il, kasaba ve köyde inançları koruyan, tatbik eden Hıristiyan Türkleri görmek mümkündü. Konya, Niğde, Nevşehir, Kayseri, Ankara çevrelerinde yaşayan Karamanlılar en göze çarpanlardan birisi idi.
Osmanlı döneminde Karamanlılar, her ne kadar etnik olarak Türk soyundan geliyor olsalar da, aynı dinden oldukları için Rum Ortodoks Patriği’ne tabi tutuluyorlardı. Bunun en önemli sebebi Osmanlı döneminde millet ayrımının etnik kökenden çok dini kimliğe göre yapılıyor olması idi.
Yunanistan’ın 15 Mayıs 1919’da İzmir’e asker çıkartarak Anadolu’yu işgale başlamasıyla Fener Rum Patrikhanesi, ülkedeki tüm Hıristiyanları Yunan ordusunu desteklemeye davet edince tüm dinamikler değişti.
Seçim yapma zamanı gelmişti.
Türk Ortodoks Hristiyanları, bu durum karşısında, hiç tereddütsüz hemen yeni kurulan Ankara Hükümetine başvurarak Fener Patrikhanesi’nden bağımsız bir Türk kilisesi kurmak için izin talep ettiler.
TBMM ve Adalet Bakanlığından onay alındıktan sonra Kayseri’de 21 Eylül 1922’de toplanan kongrede bağımsız Türk Ortodoks Patrikliğinin kurulması kararlaştırıldı. Kongre’ye, Türk Hristiyanların Genel Başkanı Papa Eftim, Gümüşhane Episkoposu Yervasyos, Konya Metropoliti Prokobios, Antalya Episkoposu Meletios ile Anadolu ve Trakya’nın diğer bölgelerinden gelen 72 Hiristiyan temsilci katıldı. Atatürk bizzat Eftim’i Sivas’a davet ederek onunla görüştü, hatta ona hizmetlerinden dolayı İstiklal Madalyası verdi.
Lakin, gelin görün ki, trajik bir talihsizlik yaşandı izleyen dönemde.
Kurtuluş Savaşı sonrasında 30 Ocak 1923 tarihli Lozan Antlaşması tüm Ortodoksları terazinin aynı kefesine koyuyordu. Sayıları 1.200.000’u bulan Anadolu’daki tüm Ortodokslar karşılıklı değişime tabi tutuldu. Hepsinin Yunanistan’a gönderilmesi kararlaştırıldı. Yani, Rum Ortodoksların yanısıra Kayseri, Karaman, Trabzon, Sivas, Konya, Yozgat ve Ankara’dan toplanan çoğu Karamanlı Türk Ortodokslar da trenlerle apar topar Yunanistan’a yolcu edildi.
Mübadele dönemi herkes için büyük dramalar yarattı.
Rum sayılarak zorunlu nüfus değişimine tabi tutulunca büyük bir bölümü Rumca bile bilmeyen yaklaşık 193.000 Karamanlı, Yunanistan’daki yaşama uyum sağlamakta çok zorluk çekti.
Karaman Türkleri kendi ülkelerinde “Rum” olarak damgalanıp sınırdışı edilirken, Yunanistan’da da “Türko Sporos” (“Türk Tohumu”) diye aşağılandılar. Türk Ortodoksların çoğunun daha sonra Avrupa’nın çeşitli ülkelerine dağıldığı biliniyor.
Lakin, ileriki yıllarda Yunan siyasetinde öne çıktıklarını da gördük. Konstantinos G. Karamanlis’i hatırlıyorsunuzdur. 1907’de Osmanlı topraklarında doğdu, dört kez başbakan, iki kez cumhurbaşkanı olarak 70 yıl boyunca Yunan siyasetine damgasını vurdu. Yeğeni Kostas Karamanlis de iki kez başbakanlık yaptı.
Çuvasistan, yine çoğunluğu Ortodoks Çuvas Türklerinden oluşan Rusya Federasyonu içindeki federe bir devlet. Nüfusu yaklaşık 1.350.000. Çuvasların yaşadığı bölge 16. yüzyılda Rusların eline geçmiş, 1920’de Sovyet yönetim birimi oluşmuş, SSCB’nin dağılmasından sonra da 1991’de Çuvasistan Özerk Cumhuriyeti kurulmuş.
Resmi dil Çuvasca’yı biraz gayret gösterirseniz anlamak zor değil. Türk dillerinin Oğur-Bölgar öbeğinden, Moğolca, Çince, Farsça, Arapça ve İbranicenin bütün lehçelerinden sözcükler içeriyor. İbranice sözcüklerin Yahudi Hazar Türklerinden geçmiş olması büyük ihtimal. Nüfusun yüzde 92’sı Çuvas, yüzde 60’i Hıristiyan, yüzde 25’i dinsiz, yüzde 8’i ateist. Müslümanların oranı sadece yüzde 3.
Hıristiyan Ortodoks olmalarına rağmen kültürlerinde eski Türk inançlarını hala koruyorlar. Uzun süre kendi aralarında evlenerek başka uluslara karışmamak için de özel itina gösteriyorlar.
Kuşkusuz, Kızılderililer’in soy-kokleriyle ilgili çeşitli görüşler öne sürülüyor. Bunlardan birisi, binlerce yıl önce Asya’dan Bering Boğazı’nı geçerek Alaska’ya geldikleri; oradan 2500 yıl önce Amerika kıtasına geçmiş oldukları yönünde. Bir kısmı Kanada’ya yerleşirken, diğerlerinin ABD, Meksika, Orta ve Güney Amerika’ya dağıldıkları belirtiliyor.
Kimi bilim adamları onların Moğol ırkından geldiklerini, fiziki ve karakter özellikleri bakımından Çin ve Japonlara benzediklerini yazdılar, ancak bugün bile çok sayıda Türkçe kelimeyi kullanmaları (Meksika’nın A.B.D. sınırına yakın bir bölgesinde yaşayan “Tarahumara” kabilesinin konuştuğu dilde 400 kadar Türkçe kelimenin varlığını tesbit edildi), ayrıca, bazı gelenek ve göreneklerinin eski Türk kültürüyle benzeşmesi Kızılderililerin, Türk kökenli olduklarının kanıtı olarak gösteriliyor.
Burada da tüm işaretler Yakut Türklerini gösteriyor.
Yakut Türkleri ile Kuzey Amerika Kızılderilileri arasında genetik bağlar, benzerlikler olduğu saptanmış. Yakutların, Bering Boğazı’nı sal veya kayıkla veya deniz döndüğü vakit (-60’de) yürüyerek Alaska’ya ulaşması, oradan Kanada ve Kuzey Amerika’ya geçmeleri pek akıldışı görünmüyor.
Yakut Türkleri, bugün Rusya Federasyonu’na bağlı dünyadaki en büyük araziye sahip Yakutistan’da yaşıyorlar. Bugün Rusya Federasyonu topraklarının beşte birine sahipler. Yüzölçümü neredeyse toplam Avrupa kıtasına yakın.
Dünyanın en soğuk ülkelerinden birisi: Kış mevsiminde isi -60/70 derecelere düşüyor.
Yakutça, Türk dilleri’nin kuzey öbeğine bağlı bir dil. Çoğunluğu Yakutistan’da olmak üzere, bu dili Magadan, Sahalin, Taymır ve Evenk bölgelerinde yaklaşık 456.000 kişi konuşuyor. Yakutça, aynı zamanda kuzey Sibirya’nın ticârî dillerinden birisi.
Moğol kökenli Buryatların akınlarından sonra Sibirya’nın Baykal Golü bölgesinden kuzeye göçen ve Türkçe konuşan insanların torunları. Toplam nüfusları 1 milyon kadar; bunun yüzde 50’sı Yakut, yüzde 40’i Rus ve gerisi Tatar, Ukrayna gibi çeşitli uluslardan. Ortodoks Kilisesi’ne bağlılar ama Yakutların inançlarında da eski Türk ve Saman geleneklerinin izlerine rastlanıyor.
Batılı kaynaklarda ilk kez 448’de Priscus, Hazarlardan Akatzirler adıyla bahsediyor. Ona göre Akatzirler, Atilla’nın ordusunda savaşan bir Hun topluluğu. Çin kaynaklarında ise 7. yüzyıl başlarında adları geçmeye başlıyor. Hazarya’da iktidarın Musevi dinine geçmesinden sonra, hiçbir Türk devletinde görülmeyen bir ikili yönetim sistemi uygulanmıştı.
Karadeniz’den Çin’e kadar uzanan büyük bir imparatorluk kurmuş olan Göktürklerin batı kanadını oluşturan Hazarlar, 7. yüzyılın başlarında ilk Göktürk İmparatorluğu yıkılınca, 628’de Bulan Han önderliğinde özgürlüklerine kavuştular. Halife Ömer yönetimindeki Arap-İslam yayılmacılığına ve saldırılarına karşı uzun yıllar direndilerse de 737’de Müslümanlığı kabul etmek zorunda kalarak Araplarla barış yaptılar. Ancak, Araplar çekildikten sonra 740’da eski dinleri olan Gök Tengri (Tanrı) dinini döndüler.
Bir süre sonra da 799’da Yahudilik resmi devlet dini olarak kabul edildi. Birçok tarih kitabında bu seçimin yalnızca Hıristiyanlığı kabul ettirmeye çalışan Bizans’a ve doğudan saldıran Müslüman Araplara karşı bir strateji olarak belirtiliyor.
Hazar Türkleri Doğu Avrupa’da 8-9. yüzyıllar arasında “Hazar Barışı” diye anılan bir çağın öncülüğünü üstlendiler. Bu dönem süresince dinsel hoşgörü gelişmiş, halkın büyük çoğunluğu Türk dinine bağlı kalırken kağan ve yönetici sınıf Yahudiliğe, tüccar sınıf ise Müslümanlığa geçmiş. Bugün Kafkasya, Ukrayna ve Polonya’da yaşayan Karaylar (Karayım Türkleri) bu soydan.
Kökenlerinin Hazar boyuna dayandığı düşünülen Karaylar Türklerinin en çok bulundukları Litvanya’daki geçmişleri 14uncu yüzyıla kadar gidiyor.
10. yüzyılda Hazar Kralı Joseph’in Cordobalı Yahudi devlet adamı Hasdai İbn Saprut’a yazdığı mektupta, Endülüs Halifesinin vezirine, ‘Türk Kral Aaron’un (Harun) oğlu Kral Yosef’ olarak kendinden bahseden Kağan, kendini ‘Yafes’in soyundan Togarma’nın torunları’ olarak tanıtıyordu.
Hazarların küçük bir bölümü Kafkasya’yı terk etmediler. Orada hala ‘Dağ Yahudileri’ adı altında yaşıyorlar. Kırım ve Litvanya’daki Karaitlerin de Hazarların soyundan geldiği kabul edilmekte. Hazarların büyük çoğunluğunun Doğu Avrupa’ya göç ettiği ve oradaki Yahudilerle kaynaştığı sanılıyor.
Bugün, ABD ve Avrupa’nın çeşitli ülkeleri, Türkiye, İsrail ve eski Sovyet coğrafyasında 50 binin üzerinde Karaylı yaşamaktadır.
Günümüzde İstanbul’da az sayıda Karay Türkü halen yaşıyor. “Karaköy” isminin “Karay-köy “den geldiği açık. Hasköy’de Doğu Roma döneminden kalma “Kal Ha Kados Be Kuşta Bene Mikra” adında çok eski bir Sinagogları var. Çıksalın’da Sefarad mezarlığının yanında Karay mezarlığı da bulunmaktadır. İstanbul’daki Karaylar genelde kendi aralarında Bizans-Rumcası, Kırım Karaycası ve İbranice sözcüklerden oluşan “Karaitika” adını verdikleri Judeo-Yevanıt bir dil konuşuyorlar.
Nüfusları Müslümanlar kadar olmasa da Saman, Tengrist, Yahudi ve Hıristiyan Türklerin günümüzde hala varlıklarını, kültürel ve etnik bağlılıklarını sürdürmelerini bir zenginlik olarak görmeliyiz.
Son yüzyıldaki Türk-İslam sentezi hareketlerinin Türklerin başka din ve inançları seçmesini Türk kimliğine, dinine bir ihanet olarak algılaması, hatta hala kendi öz Gök Tanrı dinini sürdüren Türklere bile “kafir ve putperest” suçlaması yapmalarını anlamak güç geliyor.
Daha da ileri gidip Gagavuzların, Çuvasların ve diğerlerinin zorla Hristiyanlaştırıldıkları, Slavlaştırılıp, Ruslaştırıldığı, Yahudiliği seçmekle “Karay Türkleri de kimliklerini kaybettiler” diyerek onları İslam’a döndürmek için misyoner çaba göstermeleri ters tepiyor.
Son çeyrek yüzyıl boyunca Türklerin İslami karakterini daha fazla ortaya çıkartma, nüfusu 2 milyarın üzerindeki ümmeti esas alarak dünya Müslümanlarının yüzde 4’unun yaşamakta olduğu Türkiye’de Türk etnisitesini gerilere itekleme yönünde sistemli bir çaba var.
Etnik, kültürel ve dil bakımından eski geleneklerini sürdüren, bize yakın bu insanlara sadece din faktöründen yola çıkarak bakarsak çok yanlış sonuçlara varırız, onları kendimizden uzaklaştırırız.
Türkiye ve yurt dışındaki Hıristiyan, Yahudi, Budist, Saman ya da ateist kim olursa olsun farklı inançlardan tüm Türkler gözbebeğimiz olmalı.
Aslında çoğunda ne şeriat, ne fanatik Hıristiyan, ne aşırı Yahudi gibi özlem ve saplantılar, bizim yaşadığımız cinsten dinsel, mezhepsel, etnik kaos görülmüyor. Bizim onlardan, onların da bizden öğrenecekleri çok şey var.
Aramızdaki dini perdeyi de kaldırıp, küresel jeopolitika, ekonomi ve değerler sisteminde Türk dünyasının dinden arındırılmış dayanışmasını, işbirliğini daha da güçlendirmek hepimizin menfatine.
Mehmet Öğütçü ve Rainer Geiger Ortadoğu, yıllardır süregelen siyasi istikrarsızlık ve ekonomik çalkantıların izlerini taşıyan…
Yeni yıla girmemize sayılı gün kala, Milli Eğitim Bakanlığı sayesinde çocuklarımızı ve gençlerimizi maazallah kazara…
ABD ordusu bir kez daha Donald Trump’a Suriye resti çekiyor. Başkanlık görevini 20 Ocak’ta devralacak…
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, ABD'nin Gazprombank için uyguladığı yaptırımlardan Türkiye'yi muaf tutacağını…
Milli Savunma Bakanlığı (MSB) ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller'ın Suriye'de Türkiye destekli Suriye Milli…
Esad gitti ama bence Suriye için en çetin meydan okuma yeni başlıyor. İsrail, ülkenin tüm…