Siyaset

Steinmeier ve Almanya’nın Türk aşırı sağına destek dosyaları

 

Almanya bugün Ülkücüleri ve İslamcıları tehdit olarak görüyor, oysa geçmişte yükselmelerinde Almanya’nın etkisi vardı. Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier’in 22-24 Nisan’da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın davetlisi olarak Türkiye ziyareti vesilesiyle geçmişte üstü örtülen dosyalar da açılabilir mi?

2020’li yıllar itibariyle Avrupa’da siyasal ve toplumsal anlamda ciddi krizler ve sorunlar var ve Avrupalı liderler bunların üstesinden gelmeye çalışıyor. Son yerel seçimlerin de gösterdiği üzere Türkiye’de de değişim rüzgârları oldukça güçlü esiyor. Almanya’nın da aşırı sağ parti ve gruplarınının yükselişte olduğu bir dönemde sosyal demokrat bir siyasetçi olan Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier 22-24 Nisan tarihlerinde Türkiye’de. Üstelik ziyaretinin ilk durağı Ekrem İmamoğlu’nun farklı şekilde seçimleri kazandığı İstanbul.
Yıllardır bu tarz ikili temaslar öncesinde Almanya basınında Türkiye’deki demokrasi ve insan hakları konularındaki ciddi sorunlar gündeme gelir. Alman devlet adamlarına bu sorunların çözümü hakkında Türk muhataplarına neler diyecekleri sorulur.

Türkiye’deki kutuplaşma ve Almanya

Cumhurbaşkanı Steinmeier’ın ülkemizi ziyaretine dair kendisine, Türkiye’deki vahim demokrasi ve insan hakları eksiklikleriyle ilgili bazı konuları gündeme getirecekse eğer, bu yazıda biraz da yakın tarihte Alman devletinin demokrasi ve insan hakları açısından ciddi sorunlar yaratmış politika ve uygulamalarını hatırlatmak istedim. 60 yılı aşkın bir süredir Türkiye kökenli milyonlarca kişi Almanya’da yaşıyor ve bu dönemde neler yaşandığına dair akademik araştırmalar çok kısıtlı, bildiklerimiz oldukça sınırlı. Türkiye-Almanya ilişkilerinin yakın tarihini günahıyla sevabıyla değerlendirmek ve geleceğini sağlam temellere dayandırmak için Alman devletinin en üst makamında oturan Steinmeier’ın ziyaretini bir fırsat olarak görmek mümkün. Dolayısıyla sosyal demokrat Cumhurbaşkanı Steinmeier’a bu konularda bazı sorular yöneltmek istedim. Bu sorular Almanya’da bulunan aşırı sağ Türk örgütlerinin güçlenmesinde Almanya’nın devlet olarak nasıl bir sorumluluğu olduğunu öğrenmeyi hedefliyor.

Almanya’nın İslam Politikası

Başlığı okuyunca Alman İmparatoru 2. Wilhelm’in 1890’lardan itibaren İngiliz Kolonyalizmine karşı İslam Dünyasını kullanma politikasını kastettiğimi sanmayın. İkinci Dünya Savaşında Hitler’in Sovyetler Birliğine karşı Müslümanlardan ordular oluşturup Nazi Almanya’sı Silahlı Kuvvetleri Wehrmacht ile omuz omuza çarpıştırması da değil dikkat çekmek istediğim. Bahsini açmak istediğim, bunların yanında çok daha az bilinen bir konu: Soğuk Savaşta Batı Almanya’nın komünizme karşı İslam’ı kullanması.
Son yıllarda Alman devlet görevlileri ve siyasetçilerinin ülkelerinde yaşayan Türkler üzerinde İslamcılığın etkisinden şikâyet etmediği bir gün geçmiyor neredeyse. Bugün Almanya’da 900’e yakın cami ve derneği kontrol eden, kadrosunda yüzlerce imam bulunan Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) Alman makamlarının eleştirilerinin merkezinde yer alan kurum. DİTİB’e bağlı imamların bazılarının “casusluk” yaptığına dair iddialar ve açılan soruşturmalar yanında, Almanya’nın iç istihbarat birimi sayılan Anayasa’yı Koruma Teşkilatı (BfV) Başkanı Hans-Georg Maaßen 2017’de DİTİB’i kast ederek; Türkiye’nin Almanya’daki istihbarat faaliyetlerinde çarpıcı bir artış olduğunu iddia etmişti. Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığının bir şubesi olarak görülen DİTİB’in imam ve çalışanlarının maaşları Ankara’dan gönderiliyor. Berlin’in başka bir ülkenin dini kurumunun kendi sınırları içinde faaliyet göstermesine göz yumması; ancak buna karşılık zaman zaman DİTİB’i casuslukla itham etmesi uluslararası ilişkilerde örneğine az rastlanır bir durum. Dahası Alman makamları bu durumun Türklerin entegrasyonunu engellediğini, DİTİB’in özgürlükçü ve demokratik bir din anlayışını savunmadığını iddia ediyor.

Kendim etti, kendim buldu

O zaman henüz Doğuyla birleşmemiş Batı Almanya İçişleri Bakanı Friedrich Zimmermann’ı taşıyan uçak 18 Temmuz 1983’ta Ankara’ya indi. İktidarda 12 Eylül 1980 darbesinin generalleri vardı. Soğuk Savaşın en keskin antikomünistlerinden Franz Josef Strauss’un (bu ismi hatırınızda tutun) lideri olduğu Bavyera Hristiyan Sosyal Birlik (CSU) Partisinden Bakan olan Zimmermann Türkiye’ye kucağında ciddi bir sorunla geldi. İnsan hakları ihlalleri, idamlar ve işkencelerden bahsetmiyorum; bu konular o dönem Alman İçişleri Bakanının umurunda değildi. Zimmerman Almanya’daki İslamcı örgütlerin kontrolden çıktığını generallere iletti.
Batı Almanya 1960’lardan beri Türk işçileri arasında güçlenen sendikal hareketlere ve sol akımlara karşı İslamcı örgütlere kapıyı açmış, neredeyse kırmızı halı sermişti. Batı Almanya’ya göre solun panzehiri ülkedeki Türkleri İslamileştirmekti. Zaten Suriye Müslüman Kardeşlerinin Aachen’da, Mısır Müslüman Kardeşlerinin Münih’te merkezleri vardı.

Almanya’da İslamcılığı yükselişi

1970’lerde Süleymancılar, Nurcular, Millî Görüşçüler Türk işçileri arasında ciddi şekilde güçlendi. 1979 İran İslam Devrimi ve Afganistan’daki cihatla birlikte artan radikalleşmenin Almanya’daki Türkleri etkilemesiyle işler değişmeye başladı. Batı Almanya sola karşı kullandığı İslamcıların artık kontrolden çıktığını düşünüyordu. Farklı cemaatler ve İslamcı yapılar camileri ve Kur’an kurslarını kontrol ediyor, Türk işçilerinden para toplayarak ciddi bir sermayeyi yönetiyordu.
Zimmerman Ankara’daki temaslarında Diyanet İşlerini Almanya’ya davet etti. NATO üyesi bir devletin dini kurumu olarak Diyanet duruma el koymalıydı. Türk generaller tamam dedi, DİTİB kuruldu. Gerçekten de kısa zaman içinde camilerin önemli kısmı DİTİB’in kontrolüne geçti. Türkiye’den Almanya’ya imamlar ve istihbaratçılar gönderildi, İslamcı örgütler arasında sorun çıkaranlar Türkiye’ye geldiklerinde tutuklandılar. Hepsi Almanların gözü önünde oldu, sesleri bile çıkmadı. Bugün Almanların sürekli yakındıkları DİTİB’in kurulmasına vesile olan kişi Hristiyan Sosyal Birlik Partisinin İçişleri Bakanı Zimmermann’dır.

Alman istihbaratı ve odanın ortasındaki fil

Ocak 2023’te Anayasayı Koruma Örgütü (BfV) Almanya’daki Türk Aşırı Sağı ve Ülkücü Hareket üzerinde bir rapor yayımladı: Özgürlükçü ve demokratik düzene en büyük tehditlerden biri Almanya’daki ülkücülerdi. Aşırı milliyetçi Türk gruplar kendilerinden olmayan kesimlere karşı düşmanca ve ırkçı şekilde davranıyordu. Ancak Almanya’nın iç istihbarat örgütünün detaylı raporunda 2023’te tehdit olarak görülen ülkücülerin, geçmişte Almanya’da nasıl kollanıp korunduğuna dair tek kelime yoktu. Gelin BfV’nin tanımını yapmaktan ısrarla kaçındığı odadaki file yakından bakalım.

Strauss-Türkeş buluşması

10 Haziran 1975 yılında Doğu Almanya Dışişleri Bakanlığına Ankara’dan gönderilen bir raporda MHP ile Bavyera’da CSU arasındaki ilişkilere dikkat çekiliyordu. Partinin lideri azılı bir antikomünistti ve Almanya’daki Türkler arasında solun ezilmesi için MHP’yi ve lideri Alparslan Türkeş’i müttefik olarak görüyordu.
Strauss ve Türkeş 1 Mayıs 1978’de Münih’te buluştular. Görüşmede Almancayı anadili gibi konuşan Murat Bayrak da vardı. Bayrak İkinci Dünya Savaşı sırasında Yugoslavya’da Naziler için savaşmış, savaş kaybedilince Türkiye’ye kaçan Bayrak 1950’lerde Almanya ile bağlantılarını da kullanarak Türkiye’nin önde gelen tül/perde fabrikasının sahibi oldu. 1960’ların sonundan itibaren solla mücadele için silahlı eğitim verilen komando kamplarının kurulmasına öncülük etti. 1973’te AP’den meclise milletvekili olarak girdi, sonra da MHP’ye geçti.
Strauss ve Türkeş komünizme karşı mücadelede birlikte savaşılması gerektiğinde görüş birliğine vardılar.

SS sabıkalı Alman Büyükelçisi

1971’den 1977’ye kadar Türkiye’de Batı Alman Büyükelçisi olarak bulunan Gustav Adolf Sonnenhol daha lise yıllarında Nazi Partisinin Hitler Gençliği örgütüne girmiş, 1931’de Hitler iktidara gelmeden önce Nazi Partisi üyesi olmuştu. İkinci Dünya Savaşı başlar başlamaz paramiliter örgüt SS’e katıldı. Tüm bu karanlık geçmişi Sonnenhol’un 1945 sonrasında Batı Alman Dışişleri Bakanlığında yükselmesine engel olmasa da dönemin Alman Cumhurbaşkanı Gustav Heinemann, Nazi geçmişi dolayısıyla Dışişleri Müsteşarı olmasını kabul etmedi. Sonnenhol rahat çalışabileceğinden olsa gerek, 1971’de Türkiye’ye büyükelçi olarak gönderildi. Almanya ve Türkiye arasında solla mücadele için kurulan örtülü ilişkilerin onun büyükelçiliği döneminde zirveye çıkması rastlantı olmasa gerektir.
1970’lerin ikinci yarısında aşırı milliyetçiler, Türk ve Alman istihbaratı arasındaki ilişkilerde etkili olan diğer iki isim Hans-Eckhardt Kannapin ve Enver Altaylı’dır. 1960’larda Türkiye-Sovyetler Birliği İlişkileri üzerine makaleler kaleme alan Kannapin, Ankara’daki Alman Büyükelçiliğinin 1971’de Bonn’a gönderdiği raporlara göre hem “Türk ordusunun tepesiyle” hem de Süleyman Demirel hükümetiyle yakın ilişkileri olan Batı Alman diplomatlarının yakından tanıdığı bir Türkiye uzmanıydı.

Kannapin ve Altaylı

Alman dış istihbarat örgütü BND belgesine göre Hessen eyaletinde yer alan Schwalmstadt’ta Hristiyan Demokrat Partiden (CDU) belediye meclis üyesi de olan Kannapin; 1979’da ülkücülerin faaliyetleri için salon kiralamıştı. 1980 darbesi sonrasında askeri savcılığın hazırladığı “MHP ve Ülkücü Kuruluşlar” iddianamesinde MHP’nin Almanya Genel Müfettişi Enver Altaylı’nın Türkeş’e gönderdiği 1976 tarihli raporlarda Kannapin’in adı ülkücülerin Batı Almanya’daki “antikomünist” mücadelesinde kilit rol oynayan kişi olarak geçmektedir:
“4 Mayıs 1976 günü Dr. Kannapin Köln’e gelecek, burada beni Alman iç istihbarat teşkilatı Türkiye masası başkanı ile tanıştıracak. Dr. Kannapin’in verdiği bilgiye göre bu şahıs CDU ve eski bir Alman subayı imiş. Şuurlu bir antikomünistmiş… Dr. Kannapin’le ilişkilerimiz: Alman güvenlik kuruluşları nezdinde bizleri himaye etmekte ve bu kuruluşları çalışmalarımıza engel değil destek olması için teşebbüslerde bulunmaktadır.”

Almanya’daki ülkücülerin işleri

Kannapin’in bu karanlık bağlantılarını Türkiye’de yıllar önce gündeme getiren kişi Uğur Mumcu’dur. Papa Mafya Ağca kitabında Avrupa Ülkücü Dernekler Federasyonu’nun ilk Genel Başkanı Lokman Kundakçı’nın, CHP hükümetinin İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş’e 30 Mart 1979’da dediklerini yazmıştı:
“Güneş: Genel Başkanın [Türkeş] Kannapin ile ilişkisi nedir?
Kondakçı: Kannapin’’e para verirdi, o da bizim ayak işlerimizi hallediyordu… Anayasayı koruma teşkilâtının Almanya’’daki ülkücü teşkilâtlarla ilgili işlerini yapardı, Türkeş’’in hesabından ona para verirdik.”
1979’da ülkücüleri koruyup kollayan Almanya Anayasayı Koruma Teşkilatı, 2023’te ülkücüleri özgürlük ve demokrasiye en büyük tehditlerden biri olarak görüyor.
Enver Altaylı MİT Başkanı Fuat Doğu’nun isteğiyle 1967-1974 arasında MİT için çalıştıktan sonra buradan ayrılıp, MHP’nin Batı Almanya’daki faaliyetlerinin başına geçti. Bu karmaşık ilişkiler ağını daha da çarpıcı hale getiren, 1959-1971 yılları arasında CIA elemanı olarak Ankara’da bulunan Özbekistan doğumlu Ruzi Nazar’ın Altaylı’yı koruyup kollayan kişi olmasıdır.

CIA bağlantısı Ruzi Nazar

CIA görevlisi Nazar 1971’de Ankara’dan ayrıldıktan sonra, 1983’e kadar Bonn’da yaşadı. BND’nin 29 Mayıs 1981’de Alman Dışişlerine gönderdiği belgeye göre Altaylı 1967’de dönemin İstihbarat Başkanının talebiyle Köln’e doktorasını yapmak üzere geldi. 1973 sonrasında kısa bir süre Deutsche Welle’de çalıştı. Aynı BND belgesi Altaylı’nın ABD elçiliğindeki bir çalışanla bağlantısı olduğunu yazmaktadır. Bu kişi, o dönem Bonn’da bulunan CIA istihbarat elemanı Ruzi Nazar’dır.
İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanya’sı saflarında savaşmış Ruzi Nazar ve Murat Bayrak, Türkeş’in lideri olduğu MHP’ye bağlı aşırı milliyetçi gruplar ve eski MİT görevlisi Enver Altaylı Batı Almanya’da komünizmle mücadele için 1970’lerden itibaren bir araya geldiler.
Doğu Alman İstihbarat Bakanlığı STASI’nin 1 Kasım 1978 tarihli raporu da ülkücülere Bonn’un verdiği desteği doğrulamaktadır: “Batı Almanya ve Batı Berlin yetkilileri çoğu zaman bu grupların çalışmalarını pasif bir tutumla desteklemektedir. Federal Alman ve Batı Berlin makamları kendi sorumluluk alanlarında radikal sağcı Türk partilerinin ve örgütlerinin kamuoyu önündeki faaliyetlerine izin vermektedir.” STASI’nin 1988 tarihli belgesine göre Enver Altaylı’yı “NATO devletlerinin İstihbarat servisleri terörizm için kullanıyordu”.

Soru önergeleri cevapsız

Tüm bu ilişkiler ağının içinde yer alan Almanya vatandaşı Hans Eckhardt-Kannapin’in faaliyetlerine dair 14 Temmuz 2016’da milletvekilleri Ulla Jelpke, Sevim Dağdelen, Annette Groth, Andrej Hunko, Martine Renner bir soru önergesi verdiler. 5 Ağustos 2016’da Alman Federal Hükümetinin verdiği yazılı cevapta Kannapin ile ilgili sorulmuş soruların tamamına bilgimiz yok cevabı verildi. Verilen tek bilgi şuydu: Kannapin BND için çalışmamıştır. Yani 1971’de Almanya’nın Ankara’daki Büyükelçiliğinin yakından tanıdığı, Başbakan Demirel başta olmak üzere Türk generalleriyle görüştüğünü Büyükelçiliğin bildiği Kannapin’e dair yarım asır sonra Alman Hükümeti neredeyse biz bu kişiyi tanımıyoruz diyordu. Ya Almanya hükümetinin Kannapin’e dair kendi arşivlerinden benim bulup çıkardığım belge ve enformasyondan haberi yoktu, ya da Alman milletvekillerine doğruyu söylemiyordu.

Steinmeier bu geçmişten habersiz midir?

Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier hafta başı Türkiye’de; bu ziyaretle iki ülke arasında yeni bir sayfa açılması bekleniyor. Ancak Almanya’nın yarım asırdır Türkiye ve ülkesinde yaşayan Türklere karşı uyguladığı siyasette karanlık birçok nokta var.
Almanya bugün Türkiye tarafından PKK, FETÖ, DHKP-C gibi örgütlere yardımla suçlanıyor. Oysa ortaya koyduğumuz gibi, Soğuk Savaş sırasında da Türkiye’deki radikal İslamcı ve aşırı sağ hareketlere destek verdiği anlaşılıyor. Şimdi Almanya kendisi Türkiye kaynaklı İslamcı ve Ülkücü oluşumlardan şikâyet eder oldu.
O nedenle bu karanlık noktaların aydınlatılması, sadece Soğuk Savaşın karanlık dehlizlerine ışık tutmakla kalmayacak. Türkiye ve Almanya ilişkilerinin sağlıklı bir zemine oturması, iki ülkenin demokrasisinin geçmişi ve geleceği için de önem taşıyor.

Geçmişi aydınlatacak sorular

1960’lı yıllardan itibaren Almanya komünizmle, solla mücadele adına İslamcı ve aşırı milliyetçi örgütlere nasıl destek verdi?
Bu ilişkiler ağında yer alan Alman devlet görevlileri kimlerdir? Almanya vatandaşı olan ve karanlık bir geçmişe sahip Enver Altaylı “askeri ve siyasi casusluk” ve “FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyeliği” nedeniyle 23 yıl hapis cezası almıştı. Altaylı’nın Alman makamlarıyla 1960’ların sonundan itibaren ilişkisi nasıldı? Altaylı istisnai bir kişi midir?
Eğer değilse Almanya’nın Türkiye’ye yönelik kullandığı benzer kişiler ve örgütler kimlerdir? Alman Devlet Sisteminin zirvesinde bulunan ve sosyal demokrat bir siyasetçi olan Steinmeier’in de bu soruların cevaplarının bulunmasına dair bir girişim yapmasını beklemek hakkımız değil midir?

Behlül Özkan

Doç. Dr. Behlül Özkan, Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümü öğretim üyesidir. Türkiye dış politikası, Soğuk Savaş ve siyasal İslam üzerine çalışmaktadır.

Recent Posts

Sinan Ateş dosyasında bir kilit soru: 06 AT 5021 plaka kime ait?

Gazeteci Asuman Aranca’nın T24’te yayınladığı bir haber, Sinan Ateş cinayeti davasında iddianamesindeki önemli bir eksiği…

1 saat ago

Eğitim ve Sağlık alarm veriyor: 68 bin öğretmen açığı, 2 dakikalık hasta randevusu

Türkiye'de eğitim ve sağlık sistemindeki sorunlar alarm verici boyutlara ulaştı. Milli Eğitim Bakanlığı 68 bin…

22 saat ago

Özgürlükler kalesi Türkiye’den ABD’deki üniversitelere üzülmek

Üniversite fikrinin temelinde aramak, araştırmak yatar. Bunun yapılabilmesi için soru sormak gerekir, hoşa gitmeyen aykırı…

24 saat ago

DEM Parti’nin üç “normalleşme” ölçüsü: ilki Kobani davası

AK Parti’nin başlattığı yeni Anayasa girişimine muhalefetten en açık desteği veren Halkların Eşitlik ve Demokrasi…

2 gün ago

Çiğdem Toker: TÜİK yargı kararına rağmen bilgi karartmayı sürdürüyor

Hayat pahalılığı ve enflasyon ülkenin bir numaralı sorunu. Enflasyon oranlarını açıklamakla görevli Türkiye İstatistik Kurumu…

2 gün ago

Diyalog sürecini her iki taraf da baltalamaya çalışıyor: Ne yapmalı?

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in önce Cumhurbaşkanı Erdoğan, ardından da iktidarın gayrıresmi koalisyon ortağı MHP…

2 gün ago