Almanya Federal Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Franck- Walter Steinmeier’in üç günlük Türkiye ziyareti zamanlı ve yararlı oldu. Türkiye ile Almanya arasındaki diplomatik ilişkilerin başlamasının yüzüncü yılı vesilesiyle gerçekleşen bu ziyaretin sembolik boyutu doğal olarak öne çıktı. 31 Mart yerel seçim sonuçlarının beraberinde getirdiği ülkemizdeki siyasi dönüşüm ortamının ve doğurduğu “daha iyi bir gelecek, daha iyi bir yönetim” beklentilerinin yükseldiği bir zaman kesitine denk geldi bu ziyaret. İktidarın yanı sıra ana muhalefetin, yerel düzeyin de ziyaret fotoğrafına yerleştiği bir görüntü oluştu.
Almanya, AB’nin ağırlıklı ülkelerinden biri. Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin tarihinde sadece Almanya değil, Almanya-Fransa ekseni de önemli bir konuma sahip oldu.
Nasıl ki Weimar Üçgeni, Almanya-Fransa-Polonya arasındaki bağların daha geliştirilmesine imkân sağladıysa ve özellikle AB boyutunda güçlü bir dinamik oluşturabildiyse, ileride Türkiye-Almanya-Fransa arasındaki üçlü bir diyalogun da Avrupa’nın inşasının geleceği açısından önemli bir katma değer taşıyabileceği düşüncesindeyim.
Bugün elbette böyle bir zeminden uzaktayız. Fransa ile ikili ilişkilerimizde ciddi sorunlar var. Küresel ve bölgesel birçok başlıkta görüşler ayrı düşebiliyor. Karşılıklı demeçler bazen rencide edici nitelik taşıyabiliyor. Türkiye ile Fransa, tarihten gelen bağlarının gücüyle, yapıcı bir anlayışla, ortak noktaları öne çıkarabilmeli, özgün bakış açılarını sorunların çözümüne yöneltebilmeli.
Hem Almanya hem Fransa ile ikili ilişkilerimizi güçlendirmenin bu ülkelerle ortak çabası içinde olmalıyız. Üçlü bir diyalog çerçevesinin alt yapısının hazırlanması bakımından da çalışmaların şimdiden başlaması değerlendirilebilir.
Her halükârda Avrupa Birliği (AB) ülkeleri ile ikili düzeyde gerçekleştirilen bu tür üst düzey ziyaretler önümüzdeki dönemde ivme kazanmalı.
Fransa Cumhurbaşkanı 25 Nisan günü Paris Sorbonne Üniversitesi’nde Avrupa üzerine iki saate yakın süren bir konuşma yaptı. Birçok yeni öneri getirdi. AB’nin 2024-2029 Stratejik Gündeminin hazırlıklarında dikkat alınabilecek somut önerilerdi bunlar.
Örneğin AB bütçesinin iki katına çıkartılması ve Şengen bölgesi için bir “İç Güvenlik Konseyi” oluşturulması önerileri. Kilit kavramlar da kullandı. Güçlü, müreffeh ve egemen bir Avrupa Birliği hedefinin altını çizdi. Demokratik değerlere vurgu yaptı. Hümanizme, kültürel boyuta ağırlık verdi, gençlik programlarının güçlendirilmesini istedi. AB’nin 2030 yılında beş stratejik sektörde dünya lideri olması hedefini ortaya koydu: yapay zekâ, kuantum enformatiği, uzay, biyoteknolojiler ve yeni enerji kaynakları. AB’nin karşı karşıya bulunduğu sınamaları sıraladı. Tehditlere de dikkat çekti. Rusya’nın Ukrayna’ya karşı saldırısıyla başlayan savaşa önemli bir yer ayırdı. Rusya’nın galip gelmemesi gereğine bir kez daha işaret etti. AB’nin güvenlik ve savunma alanlarında daha da ileri giden yeni atılımlarının zorunlu olduğunu söyledi. Paradigma değişikliğinden söz etti.
Macron özetle bir bilanço ortaya çıkardı. Neler yapıldı, neler eksik kaldı, bunları sıraladı. Dış sınırlara atıf yaparken Ukrayna, Moldova ve Batı Balkanları Avrupa ailesi içinde saydı. Kıta düzeyinde dana geniş işbirlikleri bağlamında Avrupa Siyasi Topluluğuna işaret etti. Bu bağlamda İngiltere’nin konumunu özellikle zikretti.
Macron’un konuşmasındaki “Avrupa’mız bugün ölümlüdür. Ölebilir, bu yapacağımız tercihlere bağlıdır” ifadeleri Fransa ve dünya basınında yankı buldu. Haziran ayındaki Avrupa Parlamentosu seçimleri öncesinde partisinin kamuoyu yoklamalarında aşırı sağın (Bardella’nın (Ulusal Cephe- “Rassemblement National” adını aldı) oldukça gerisinde kalmasının da etkisiyle, önemli bir çıkış yapma çabası olarak görülen bu konuşma ile Macron, bundan yedi yıl önce – 26 Eylül 2017- aynı mekânda yaptığı ve etkili olduğu değerlendirilen konuşmasının bir benzerini hedefledi.
Emmanuel Macron’un 2017’deki konuşmasına yeniden bakmakta yarar var. Konuşma şu sözlerle başlamıştı:
“Buraya sizinle Avrupa hakkında konuşmak üzere geldim. “Yine mi?” diyecektir bazıları. Onlar alışacak, çünkü buna devam edeceğim. Mücadelemiz burada; tarihimiz, kimliğimiz, ufkumuz, bizi koruyan ve bize bir gelecek sağlayan. Diğerleri de “Hemen mi? Gerekli mi?” diyecekler. Onlar için Avrupa hakkında konuşmanın zaten iyi zamanı hiç yoktur. Ya çok erkendir ya da çok geçtir. Taktiğe alışmışlardır. Nereye doğru yol aldığımızı, halklarımızı hangi istikamete götürmeyi izah etmemek, hedefi şaşırdığımız için saklı argümanlarla kalmak ne de kolaydır (…)
Sorbonne Üniversitesi bir bina değildir. Öncelikle bir düşünce olmuştur. Eğer bugün hala yaşıyorsa bu hocalarının ve öğrencilerinin sahip oldukları bilgiyi nasıl değerlendirdiklerine bağlıdır. Avrupa da bir düşüncedir. Avrupa, öncülerinin, iyimserlerin, vizyon sahibi insanların yüzyıllardır taşıdığı ve sahiplenilmesi gereken bir düşüncedir (…) Avrupa’nın yaşaması onu nasıl düşündüğümüzle bağlantılıdır…”
Gerçekten de Avrupa sürekli bir inşa sürecinde olmuştur. Statik değil dinamik bir süreç Diyalektiğini iyi anlamak gerekir. “Avrupa’yı Düşünmek” kitabının yazarı Edgar Morin, bugün 103 yaşında ve hala Avrupa düşüncesini sürekli besleyen bir çabanın içinde.
Macron 2017 konuşmasında Türkiye’den tek bir yerde söz etmişti. Balkan ülkelerinin Avrupa’ya sırtlarını dönüp, Rusya’ya ya da Türkiye’ye ya da otoriter rejimlere doğru gitmemeleri için AB’ye bağlanmalarının önemine işaret etmişti. Türkiye de Macron’un bu sözlerine tepki göstermişti.
25 Nisan 2024 tarihli konuşmasında Türkiye’den hiç bahis yoktu. Tepkiye de herhalde gerek olmayacak… Zaten Avrupa konuları üzerinde ülkemizde olumlu bir ilgiyi tetiklemek de artık zor oluyor. Oysa, bir düşünce olarak Avrupa üzerinde durmak, felsefi, kültürel ve siyasi olarak kıtanın bütünleşme sürecini düşünmek, yüzyılların güzergahını çizmek anlamına geliyor. Türkiye’nin söyleyecek sözü hep olacak, vizyonu değer taşıyacak, yeter ki siyasi düzeyde bir vizyona yerleştirilsin.
Macron’un Avrupa’dan söz ederken AB’yi kastettiği kuşkusuz; son konuşmasında Kıta-Dünya (Continent-Monde) ifadesini de kullandı Macron. Avrupa’nın inşasında bizim de emeğimiz bulunan, her birinin içinde yer aldığımız ya da stratejik hedef olarak gördüğümüz birliktelikler var. Bunlardan biri de Avrupa Konseyi. 5 Mayıs’ta 75.Yıldönümünü kutlayacak. Merkezi Strazburg olması rastlantı değil. Tarih boyunca Fransa ile Almanya arasındaki savaşlardan en fazla etkilenen şehir. İngiltere Başbakanı Ernest Bevin’in önerisi ile Strazburg’da karar kılınmış. 9 Mayıs ise Avrupa Günü. Değişik düzeylerde Türkiye tarafından resmi düzeylerde yapılan açıklamaların gelenek haline geldiği bir gün.
Gelin biz de bu ölümlü dünyada Avrupa üzerine daha fazla konuşalım. Kalıplaşmış bakış açılarını aşarak, yeni öneriler getirerek, güçlükleri aşmanın pragmatik çözümlerini bularak, tepkisel olmayan, vizyon içeren ve Kıtamızın geleceğine bizim de herkes kadar sahip çıkacağımızı ortaya koyan tutarlı, inandırıcı adımlarla hareket edelim ve Cumhuriyetimizin kazanımları temelinde yolumuza devam edelim.
Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (TCMB) 26 Aralık’ta gerçekleştirilen Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında, 22 ay…
İneği sürekli sağarsan yeterince ve kaliteli süt alman zorlaşır. Bir süre sonra inek rahatsızlanır, hiç…
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 25 Aralık’ta AK Parti grubunda “Suriye fatihi” sloganları eşliğinde Kuran’ın Fetih Suresinin…
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, asgari ücretin 22 bin TL olarak açıklanmasının ardından iktidarı erken…
2024’ü geride bırakmak üzereyiz. 2025’e girerken ekonomimiz ne durumda? Doğru yolda mıyız? Kısa bir değerlendirme…
“Milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde” diye başlayan bir cümleye hazır…