Türkiye’de asgari ücret uzunca bir süredir Aralık aylarının en önemli gündem maddesi. Ancak son yıllarda, özellikle yüksek enflasyonlu bir döneme geçmemizle birlikte asgari ücret yılın sadece son aylarında değil yıl boyunca süren bir tartışma haline geldi. Bunun nedeni asgari ücrete dair hükümet çevrelerinin bile kabul ettiği acı bir gerçeğe dayanıyor. Bir istisna olması gereken asgari ücret ülkemizde maalesef ortalama ücret haline geldi. Bugün asgari ücret meselesi sadece ekonomik bir mesele değil, politik bir meseledir.
Asgari ücret memleket meselesidir
Asgari ücrete ve genel olarak ücretlere dair tarafların yaklaşımı nasıl bir ülke hayal ettiklerinin göstergesidir. Aslında karşı karşıya kaldığımız soru şudur: Sendikal haklarla ve toplu sözleşme kapsamının genişletilmesiyle tüm emekçilerin hakkını aldığı, emeği, ekmeği ve geleceği hakkında söz sahibi olduğu “Emeğin Türkiyesi” mi; uluslararası piyasalarda ucuz ve güvencesiz işçi cenneti olarak pazarlanacak bir ülke mi? Bizler aralık ayında sadece asgari ücretin miktarını değil, esasen ülkeyi yönetenlerin bu sorulara verdiği yanıtını alacağız.
Bugün Türkiye’de her üç işçiden ikisi asgari ücretin sadece yüzde 20 fazlası ve altında bir ücret ile çalışmaktadır. Kadın işçilerde bu oran daha da yüksek. Bu ülke, bu halk, Türkiye işçi sınıfı bunu hak etmemektedir. Ülkeyi yönetenler hepimizi yoksullukta eşitleyen, bütün ücretleri aşağıya doğru baskılayan politikalarını devam ettirerek işçisi, emekçisi, emeklisi hepimizi asgari bir yaşama mahkûm etmektedir. Bu nedenle, 2024’ün aralık ayında asgari ücretle ilgili söyleyeceğimiz en temel mesele, Türkiye’nin bir asgari ücretler ülkesi olmaktan kurtarılmasıdır. Bunun da yolu bellidir.
Sadece rakamlar duymak istemiyoruz
Bir ülkede sendikalı işçi sayısı ne kadar azsa, toplu sözleşme kapsamı ne kadar sınırlıysa o ülkede asgari ücretle çalışanların oranı artar. O nedenle bugün sendikalaşmanın önündeki yasal, fiili, mevzuattan kaynaklanan tüm engellerin kaldırılması ve Türkiye işçi sınıfının özgür sendikalaşmasının sağlanması hem ülkeyi asgari ücrete mahkûmiyetten kurtarmak için, hem de ülkemizin demokrasisi ve geleceği için son derece önemlidir. Bu nedenle bizler geçtiğimiz günlerde açıkladığımız asgari ücrete dair taleplerimizin başına bu meseleyi koyduk.
2025 Asgari Ücreti açıklanırken sadece rakamlar duymak istemiyoruz. Asgari ücreti açıklayan hükümet yetkilisi, aynı gün, aynı açıklamada, sendikal hakların kullanımının önündeki engellerin kaldırıldığını da duyurmalı; toplu iş sözleşmesi hakkına ulaşmanın önündeki yasal ve fiili engellerin kaldırıldığı da ilan edilmelidir. Örneğin işverenlerin açtığı ve yıllar süren yetki tespit ve itiraz davalarının toplu iş sözleşmesi sürecini durdurmayacağı, bekletici sebep olmayacağı açıklanmalıdır.
Teşmil mekanizması uygulanmalı
Başka bir örnek olarak yasalarımızda var olan “teşmil” mekanizmasının hayata geçirilmesine yönelik somut adımlar da atılmalıdır. İlk adım olarak teşmil mekanizmalarının uygulamaya geçeceği, yani toplu iş sözleşmelerinin sendikasız işyerlerine de uygulanacağı “iş kolları” duyurulmalıdır. Tüm bunları yapmadan açıklayacakları asgari ücret kaç TL olursa olsun, Türkiye işçi sınıfını asgari yaşamaya mahkûm etme niyetinin devam ettiğini gösterecektir.
Öte yandan siyasi iktidar 2024 asgari ücretini ilan ederken bu ücretin şu an fiilen sembolik değil ortalama bir ücret olduğu gerçeğini inkâr etmeden, insanca yaşanacak bir ücret belirlemelidir. Çalışanların yarısından fazlasının hayatını sürdürmek zorunda olduğu asgari ücret, açlık sınırının bile altına gerilemiş durumdadır. Son 24 ay boyunca asgari ücret sadece 4 ay açlık sınırının üzerine çıkabilmiştir. “Asgari ücreti enflasyona ezdirmedik” söylemlerine rağmen asgari ücretle çalışanların 2024 yılı boyunca enflasyon karşısında toplam kaybı ise 55 bin TL’ye yaklaşmıştır. Bu asgari ücretli tüm çalışanlar açısından bir yılda 550 milyar liranın işçilerden sermayeye aktarıldığını göstermektedir. Asgari ücretteki bu kayıp, en yoksuldan alıp en zengine kaynak aktaran bu düzenin en adaletsiz yüzüdür.
Enflasyonun çok alatında asgari ücret dayatılıyor
Tüm bu gerçeklere rağmen hükümet ve sermaye çevreleri gerçekleşen enflasyonun çok altında bir asgari ücreti işçi sınıfına dayatmaya çalışmaktadır. Oysa 2025 yılı asgari ücret ücreti belirlenirken kesinlikle göz ardı edilmemesi gereken üç kriteri biz DİSK olarak şu şekilde formüle ettik:
1. Asla tutmayan ve sürekli revize edilen afaki enflasyon hedeflerine göre bir artış asla kabul edilemez. Bir yandan geçtiğimiz yıl işçiler için, dar gelirliler için gerçekleşen enflasyon karşısındaki kayıplar giderilmeli, bunun yanı sıra büyümeden ve milli gelir artışından hak ettikleri pay çalışanlara mutlaka verilmelidir.
2. Asgari ücret bir işçinin değil, uluslararası standartlara uygun olarak işçinin bakmakla yükümlü olduğu hane halkı ile birlikte geçinebileceği bir ücret olarak belirlenmelidir.
3. Açlık ve yoksulluk sınırları göz ardı edilmemeli; bir evde iki kişi çalıştığı zaman o eve bir yoksulluk sınırı kadar gelir girebilmesi asgari ücretlea garanti altına alınmalıdır.
“Enflasyonla mücadele” ne kadar gerçek bir gerekçe?
Asgari ücret belirlenirken göz ardı edilmek istenen bu üç temel kritere uyulmaması için hiçbir haklı, hukuki, vicdani ve adaletli bir gerekçe bulunmamaktadır. Asgari ücreti ortalama ücret haline getirip, onu da açlık sınırının altında tutanların tutundukları tek bahane “enflasyonla mücadele”dir. Oysa bu tamamen gerçek dışı bir gerekçedir. Ücret artışlarının yaşadığımız yüksek enflasyon üzerindeki etkisinin oldukça minimal olduğu kanıtlanmış bilimsel bir gerçektir.
Son dönemlerde yayımlanan çok sayıda araştırma göstermektedir ki aşırı kârların enflasyon üzerinde çok daha fazla etkilidir. Dolayısıyla ücretleri baskılayarak enflasyonu düşüreceklerini iddia edenler yanlış bir teşhis ile yanlış bir tedavi uygulamaktadır. Nitekim 2024 ortasında asgari ücretler artmazken, Merkez Bankası yılsonu enflasyon hedefini arttırmıştır. Kısacası bu yanlış teşhis ve tedavinin faturasını ise Türkiye işçi sınıfı ödemektedir.
Türkiye asgari ücretliler ülkesi olmasın
Sonuç olarak hepimizin çalışarak ürettiği toplam değer bu ülkenin 85 milyon insanını, işçileri, emekçileri, emeklileri, kadınları, gençleri, çocuklarımızı insanca yaşatmaya yeter de artar bile. Yeter ki adaletli bir bölüşüm olsun, tercihler değişsin.
Bu noktada neyin üretileceği, nasıl üretileceği ve nasıl bölüşüleceğine karar verme süreci aslında gerçek anlamda bir demokrasi tartışmasıdır. Ülkemizde işçilerin, emekçilerin ekmeği, geleceği patronların insafına bırakılmak istenirken, asgari ücret de tek bir kişinin iradesine teslim edilmiştir. Zaten işverenler ile hükümetin tek taraflı karar alabildiği, işçilerin ve konfederasyonların temsilinin sınırlandırıldığı ve bu nedenle demokratikleştirilmesi gereken Asgari Ücret Tespit Komisyonu dahi Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile beraber devre dışı bırakılmıştır. Bu açıdan asgari ücret ve genel olarak ücret meselesi, ülkemizdeki demokrasi krizinden doğrudan etkilenmektedir. Her zaman söylediğimiz gibi “demokrasi işçini ekmeğidir.”
DİSK olarak asgari ücretin tespit sürecinde masada olmamamıza rağmen, karşı karşıya olduğumuz baskılara rağmen, Genel Başkan Yardımcımız Remzi Çalışkan ve Çukurova Bölge Temsilcimiz Kemal Göksoy’un haksız hukuksuz yere tutuklanmalarına rağmen mücadeleye devam edeceğiz, hatta mücadelemize daha sıkı sarılacağız. Türkiye’nin asgari ücretliler ülkesi olmaktan kurtulması için, insanca yaşanacak bir ücret için, gelirde adaletin, vergide adaletin, ülkede adaletin sağlandığı Emeğin Türkiye’si için işyerlerinden meydanlara emeğimize, ekmeğimize, memleketimize sahip çıkmaya devam edeceğiz.
NOT:
9 Aralık 2024’te açıkladığımız “DİSK-AR Asgari Ücret Araştırması” ve taleplerimize erişmek için: Asgari Ücret Araştırması 2025