HTŞ lideri Ahmed el Şara (El Colani, ya da Golani) 12 Aralık’ta takım elbisesiyle direksiyona geçmiş MİT Başkanı İbrahim Kalın’ı Emevi Camii’ne götürdüğü sırada, ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken Ankara’da, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın yanındaydı. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da oradaydı. Kalın’ın Şara ile Beştepe’yi görüştürüp görüştürmediğini henüz bilmiyoruz. Ama daha önceden açıklandığı kadarıyla Blinken 13 Aralık Cuma günü Ankara’ya gelecekti. Bir gün önce gelmiş, Kalın da Şam’a gitmişti.
Dışişleri Bakanı Fidan, Blinken’a “Bu son ziyaretiniz olabilir” diye yolcu ettikten sonra çıktığı NTV yayınında “Dostlarımızdan aldığımız mesajları Şam’a iletiyoruz” dedi; “Bizim tanıdığımız kadar kimse tanımıyor bunları”.
Kalın’ın ziyaretini anlamlandırıp fırsat-risk analizi yapmadan önce Fidan’ın Beşar Esad’ın Moskova’ya kaçışının perde arkasına dair ifşaatını kayda geçmemiz gerekiyor.
7 Aralık’ta Doha’da Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ve İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçı ile buluşmuşlardı.
Fidan “Yatırım yaptığınız adam artık yatırım yapılacak bir adam değil” demişti. Lavrov ve Arakçı Şam’a telefon açmış, o akşam Esad gitmişti. Suriye’nin 13 yıllık kanlı iç savaşına rağmen Esad kansız bir şekilde, Rusya ve İran’ın “oyun bitti” demesi üzerine devrilmişti.
Gerek Kalın’ın ziyareti, gerekse Fidan’ın sözleri, Ankara’nın HTŞ’nin Halep hamlesinin başladığı sırada “İlgimiz yok” demesinin yalnızca bir diplomatik yanıltma taktiği olduğunu gösteriyordu.
Ama başka şeyleri de gösteriyordu.
Örneğin, Türkiye artık Suriye’nin geleceği masasının asli üyesiydi.
Rejim değişikliğinin hemen ardından Şam’a gönderip namaza durdurabilecek başka NATO üyesi yoktu.
Arap Baharı Mısır’ı vurduğunda, o zaman Başbakan olan Erdoğan zor bir iş üstlenmişti.
Bu zor iş, Müslüman Kardeşler’in Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’yi frenlemek, intikamcı ve aceleci davranmasına engel olmaktı. İşte Türkiye’de AK Parti iktidarını yavaş yavaş kurumsallaştırıyordu, örnek alabilirdi. Olmadı. Mursi’nin de acelesi vardı, onun güçlenmesini istemeyen Suudilerin de, İran’la temas kurmasından işkillenen İsrail’in de bölgede her ikisine de mecbur olan ABD’nin de. Devirdiler.
Şimdi Türkiye benzeri bir moderatörlüğü HTŞ ile yapabilir mi? Türkiye’nin güney sınırlarında yeni bir Afganistan önlenebilir mi?
Fidan, Türkiye’nin de terör örgütleri listesinde bulunan HTŞ’yi de diğer cihatçı örgütleri de Suriye gibi bir ülkeyi El Kaide ya da DEAŞ gibi “kafa keserek, kol keserek” yönetemeyeceklerini anlatmaya çalıştıklarını söylüyor.
Türkiye’nin ve NATO olarak ifade edebileceğimiz Batı ittifakının HTŞ’nin izlemesini istediği yol belli.
Öncelikle intikamcı olmaması. Bununla özellikle 61 yıllık Baas iktidarında yönetim oligarşisinde yer alan Alevi/Nusayri azınlığın kast edildiği açık.
ABD’nin Irak’ı işgalinde stratejik hatayla Baas Partili diye bütün devlet mekanizmasını bir günde felç ederek El Kaide, sonra IŞİD’e zemin verdiği örnek ortada. Suriye’de Esad’ın Başbakanı Gazi Celali’nin işbirliğine hazır olduğu beyanına HTŞ’nin olumlu yanıt vermesi bu bakımdan önemli.
Eğer Türkiye’nin de gayretleriyle “kapsayıcı” yani -Fidan’ın saydığı sırayla- Kürtleri, Alevileri, Türkmenleri ve Hristiyanlar dahil bütün kesimleri kapsayacak bir yönetimi kurulabilirse bu Erdoğan’ın uluslararası planda başarı hanesine yazılır. Tutmazsa da faturası… Fidan ve Kalın gibi özellikle işin NATO-askeri kanadıyla temasları üstlenen Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler’den oluşan üçlü dar çekirdek işi sıkı tutmuş görünüyorlar.
Sadece o da değil. İç savaş içinde şekillenip bilenmiş cihatçı bir örgütün iktidarı aldıktan sonra tercih edilmese de kabul edilebilir bir yönetimi “dostlarının” desteğiyle kurabileceği bir örnek oluşturulmuş olacak ki bu da az bir şey olmaz.
Ancak Türkiye açısından sorun üçüncü koşulda: Suriye’nin sınır aşan terör eylemlerinin kaynağı olmaktan çıkarılması.
“Terörsüz Suriye” tanımında herkes anlaşıyor da iş Türkiye’nin ABD’nin IŞİD (DEAŞ) ile mücadele ortağı PKK ile de aynı kolektif mücadelenin yapılması gerektiği talebine gelince ortalık karışıyor.
Fidan, NTV yayınında “YPG içindeki PKK’lılar Suriye’yi terk etmeli” gibi bir ifade kullandı. Eğer dil sürçmesiyle SDG yerine YPG demişse, bu -artık nasıl olacaksa- PKK’lılardan ayıklanmış bir SDG’nin muhatap alınacağını akla getirir. Aksi halde Ankara’nın YPG eşittir PKK tezini çürütür. Bir ihtimal de Amerikalıların yıllardır PYD/YPG ile PKK’yı ayırma söylemine yaklaşıldığı, bu durumda PYD’nin Suriye gerçeğinde -yeniden- muhatap alınacağını akla getirir. Bu da Türkiye’de MHP lideri Devlet Bahçeli’nin “Öcalan Açılımı” çıkışıyla paralel sayılır.
Her halükarda kapalı kapılar arkasında hızlı bir diplomatik faaliyetin sürdüğü MİT Başkanının Şam’da ortaya çıkıvermesi gibi durumlarda açığa çıkıyor.
Bugün (14 Aralık’ta) Ürdün’de ABD, AB, Arap Birliği ve Türkiye’nin katılımıyla Suriye’nin geleceği konuşulacak. İran ve Rusya şu anda denklemden düşmüş görünüyor ama bu yanıltıcı olmamalı. İsrail’i ise ABD’nin temsil edeceği bir gerçek.
Bütün bu gelişmeleri Türkiye’nin kuzeyinde devam eden Rusya’nın Ukrayna savaşından bağımsız düşünmek mümkün değil.
Zaten 20 Ocak’ta Beyaz Saray’ı devralacak Donald Trump’ın “Suriye’de ne işimiz var” diye ezber bozarken asıl sorunun Ukrayna olduğunu vurgulaması gözden kaçmamalı.
Önümüzdeki günler çok hızlı başka gelişmelere de gebe görünüyor.
Asgari ücret yine gündemimizde. Bu kez temel tartışma konusu asgari ücret ve enflasyon ilişkisi. Asgari…
Suriye’de gelişmeler baş döndürücü bir hız kazandı. Beşar Esad’ın 7 Aralık akşamı Moskova’ya kaçmasından yalnızca…
CHP’nin önceki Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, kendi dönemindeki Suriye politikası nedeniyle yeniden gündemde. Cumhurbaşkanı Tayyip…
Suriye'de Esad rejimini deviren harekatın hazırlığının bir yıldan fazla bir süredir yapıldığı, Türkiye’nin, ABD’nin ve…
Diplomat, işadamı ve seyyah olarak tam 135 ülkeye seyahat ettim. Bir kısmında görev yaptım, yaşadım;…
"Arap Baharı" başladığında baskı altındaki Arap ülkelerinde demokrasi benzeri bir rejimin ortaya çıkabileceği umudu yeşermişti.…