Categories: Siyaset

“Üniversite okuyacağına usta ol”: Becerilerin kayboluşu ve geleceğin bilinmezliği

Analog beceriler, yani elimizle yaptığımız ve pratik deneyimle öğrendiğimiz temel beceriler hızla kayboluyor. Evde bir musluk tamir edemeyen, kendi bisikletinin zincirini düzeltemeyen bir nesil yetişiyor. Peki bu toplumlar için ne anlama geliyor? Ülkemizde durum nasıl?

Gelecek senaryoları genellikle yapay zeka, dijitalleşme ve otomasyon gibi kavramlarla doludur. Geleceği hayal ettiğimizde aklımıza genellikle uçan arabalar, insansı robotlar ve tamamen otomatikleşmiş iş yerleri gelir. Ancak geleceği anlamak için yalnızca dijital sinyallere bakmak yanıltıcı olabilir. “Futures of Youth Work” araştırmamızda üzerinde durduğumuz önemli bulgulardan biri de analog becerilerin hızla yok olması. Basit tamiratlar, el işçiliği, gündelik yaşamda kendi kendine yetebilme gibi beceriler artık hızla kayboluyor.

Teknolojik ilerleme ile birlikte meslekler ve ekonomik yapı büyük bir dönüşümden geçiyor. İş gücü piyasası belirsiz, kırılgan ve hızla değişen profesyonel beceriler gerektiriyor. Yeni yetkinlikler kazanmak ve sık sık kariyer rotasını değiştirmek artık bir norm haline gelmiş durumda. Bu dönüşüm sürecinde, gençlerin geleneksel eğitim yerine uzmanlaşmış sertifikalara yönlendirildiği bir döneme giriyoruz. Üniversite diplomasının eskisi kadar kıymetli olmadığı, büyük şirketlerin belirli becerilere sahip adayları tercih ettiği yeni bir istihdam paradigması oluşuyor.

Ancak tüm bu süreç içinde gözden kaçan bir nokta var: Analog beceriler, yani elimizle yaptığımız ve pratik deneyimle öğrendiğimiz temel beceriler hızla kayboluyor. Gündelik tamiratları yapabilmek, eskiyen bir eşyayı onarmak, marangozluk, dikiş dikmek, ayakkabı tamiri yapmak gibi beceriler toplumdan siliniyor. Dijitalleşen iş gücü piyasasında artık ellerimizle bir şeyler üretmekten uzaklaşıyoruz.

Usta bulmak neden bu kadar zor?

“Futures of Youth Work” araştırmamızda topladığımız sinyallerden biri de giderek büyüyen bu analog beceri kaybına işaret ediyordu. Örneğin Almanya’da küçük kasabalarda ayakkabı tamircisi bulmak artık neredeyse imkansız. Ya yeni bir ayakkabı almak zorundasınız ya da tamirat için başka bir kasabaya 40 dakika araba sürmek zorundasınız. Bir başka sinyal ise tamirat ustalarının uzun bekleme süreleri. Eskiden mahallede herkesin tanıdığı bir tesisatçı, marangoz ya da elektronik tamircisi varken, şimdi çamaşır makinesi bozulduğunda bir ustanın gelmesi için haftalarca bekleniyor.

Gelişmiş toplumlarda giderek daha fazla insan en ufak bir tamirat işinde bile profesyonel hizmet almak zorunda kalıyor. Evde bir musluk tamir edemeyen, kendi bisikletinin zincirini düzeltemeyen bir nesil yetişiyor. Bu sadece teknik beceri kaybı değil, aynı zamanda ekonomik ve ekolojik bir sorun. Çünkü tamir edemeyen, onaramayan bir toplum, her şeyi daha sık değiştirmek ve tüketmek zorunda kalıyor.

Bu noktada Avrupa’da gelişen Onarım Hareketi (Repair Movement) önemli bir örnek sunuyor. Repair.eu tarafından yürütülen Right to Repair (Tamir Hakkı) girişimi, tüketicilerin ürünlerini kolayca tamir ettirebilmeleri ve gereksiz atık üretimini önlemek amacıyla politikalar geliştirilmesini savunuyor. Hareketin temel talepleri arasında ürünlerin daha uzun ömürlü tasarlanması, yedek parçalara erişimin artırılması ve tamiratın daha ekonomik hale getirilmesi bulunuyor. Avrupa Birliği içinde geniş destek gören bu girişim, dijitalleşen dünyada kaybolan analog becerilerin ne kadar kritik olduğunu gözler önüne seriyor.

İnşaat sektörü ve demografik gerçeklik

Türkiye’de analog becerilerin kayboluşuna dair önemli bir sinyal de inşaat sektörü ve iş gücü dinamiklerinde yaşanan değişimdir.

Türkiye’de son yirmi yılda inşaat sektörü ekonominin lokomotifi oldu. Yeni mahalleler kuruldu, mega projeler hayata geçti ve sektör siyasetten sosyal yapıya kadar her alanda belirleyici bir rol oynadı. Ancak bu büyüme sürdürülebilir mi? 2023 Şubat ayında yaşadığımız büyük deprem, inşaat sektörüne dair ciddi sorular sormamızı sağladı. Üstelik uzmanların uyardığı İstanbul depremi giderek daha yakın bir gerçeklik olarak önümüzde duruyor.

Bu bağlamda Gayrimenkul Yatırımcıları Derneği (GYODER) tarafından hazırlanan ve Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi (BETAM) tarafından yürütülen “İnşaat Sektörü ve İş Gücü Dinamikleri: Türkiye’24” başlıklı rapor, önemli bulgular sunuyor. Research Istanbul’un da katkı sunduğu bu çalışma, Türkiye genelinde 100’e yakın sektör katılımcısıyla yapılan birebir görüşmelerin yanı sıra 12.000 kişi ile gerçekleştirilen anketin sonuçlarını içeriyor.

Bu raporun en önemli çıktılarından biri, inşaat sektöründeki iş gücü dinamiklerinin büyük bir dönüşüm içinde olduğunu göstermesi. İnşaatta çalışan vasıflı işçi bulmak giderek zorlaşıyor. Yeterli bilgiye ve el becerisine sahip ustalar emekli olurken, yeni nesil bu alanlara ilgi göstermiyor. Üstelik sektördeki iş güvenliği problemleri ve düşük ücretler, gençleri inşaat sektöründen uzaklaştırıyor. Eğer bu eğilim devam ederse, gelecekte Türkiye’de inşaat sektörünün ciddi bir iş gücü krizi ile karşı karşıya kalması kaçınılmaz görünüyor.

Rapora göre inşaat sektörü ağır çalışma koşulları, düşük iş tatmini ve düzensiz gelir yapısıyla çalışanlar açısından çekici olmaktan uzak. Maaşlı çalışanlara kıyasla yevmiyeli çalışanların memnuniyetsizlik oranı çok daha yüksek. Özellikle genç iş gücü, daha iyi ücretler ve daha düzenli çalışma saatleri sunan sektörlere yöneliyor.

Küresel bir gerçeklik: İş gücü hareketliliği

Bu analog anlamda iş gücü krizi yalnızca Türkiye’ye özgü değil. 1990’larda Doğu Avrupa’dan, özellikle Romanya ve Bulgaristan’dan gelen işçiler Türkiye’de inşaat sektöründe çalışırken, bugün tam tersi bir tablo ile karşı karşıyayız. Romanya Avrupa Birliği’ne katıldıktan sonra iş gücünü serbest dolaşım sayesinde Batı Avrupa’ya yönlendirdi. 2023 yılı itibariyle Romanya hükümeti, ülkenin iş gücü açığını kapatmak için yarım milyon yabancı işçiye ihtiyacı olduğunu duyurdu. 2023’te sadece Güney Asya’dan 42.000 işçiye çalışma vizesi verildi.

Bu durum küresel ekonomilerde yeni bir iş gücü dalgasının başladığını gösteriyor. Artık geleneksel analog işlerde çalışacak insan bulmak giderek zorlaşıyor. Türkiye’de de benzer bir tablo söz konusu. Mülteci akınıyla birlikte, Suriye’nin Halep kentinden gelen birçok kişi tarımda uzmanlaşmıştı, ancak bu insanlar İstanbul’da AVM’lerde veya fason atölyelerde düşük ücretli işlerde çalıştırılıyor.

Peki Türkiye’nin böyle bir iş gücü planlaması var mı? Gençleri hangi mesleklere yönlendiriyoruz?

Mesleki-teknik eğitim ve üniversiteler: Ne vaat ediyoruz?

Mesleki ve teknik eğitim, Türkiye’de onlarca yıldır üzerine raporlar yazılan, eksiklikleri tespit edilen ancak kronik olarak çözüm üretilmeyen bir alan. Planlı bir stratejinin parçası olarak ekonomiye ve topluma entegre edilmesi gereken bir yapı olması gerekirken, halen daha düşük statülü, zorunluluktan gidilen bir eğitim yolu olarak görülüyor. Oysa gelecek garantisi sunan mesleklerin birçoğu teknik bilgi ve beceri gerektiriyor. Öte yandan, her yıl eğitim kalitesi tartışmalı özel okullara milyonlarca lira harcayan aileler, mesleki eğitimi ciddi bir seçenek olarak değerlendirmiyor. Peki size sorsam, bu yazıyı okuyan kaç ebeveyn çocuğunu mesleki ve teknik eğitime yönlendirmeyi düşündü, düşünüyor?

Bu noktada üniversite eğitim sistemine dair de büyük bir soru sormamız gerekiyor. 20 yılı aşkın süredir akademisyen olarak çalışıyorum ve özellikle idari bilimler fakültelerinde eğitim gören gençlere dair ciddi endişelerim var. Türkiye’de uluslararası ilişkiler, sosyoloji ve benzeri bölümler hızla artarken, bu bölümlerden mezun olan gençlere nasıl bir gelecek sunduğumuzu sorgulamak zorundayız.

Tamamen Türkçe eğitim veren, hiçbir yabancı dil eğitimi sunmayan bir uluslararası ilişkiler bölümü mezunu genç bir insana, diplomasıyla ne vaat ediyoruz? Onun için ne tür bir kariyer yolu öngörüyoruz? Okuduğu şehirde sosyal, kültürel ve entelektüel olanakların son derece sınırlı olduğu bir üniversiteden mezun olan bir gencin geleceği nasıl şekillenecek?

Öte yandan Türkiye’de ciddi bir zanaatkar açığı var. Saat ustası, doğal gaz teknisyeni ya da zanaatkâr yetiştirmek için bir planımız var mı? Tüm bu sorular, geleceği gerçekten planlayıp planlamadığımızı gösteren kritik meselelerdir. Eğer bu sorulara yanıtımız yoksa, geleceği gerçekten planlıyor muyuz? Geleceği şekillendirmek, yalnızca yeni teknolojilere yatırım yapmakla değil, aynı zamanda analog becerileri korumak ve iş gücü stratejilerini planlamakla mümkündür. Bir ülkenin geleceğini inşa etmek, yalnızca dijitalleşmeyi takip etmek değil, insan gücünü, emeği ve beceriyi de yönetmekten geçer.

Özgehan Şenyuva

Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ)

Recent Posts

Türkiye yol ayrımında mı?

Jeopolitik gelişmeler hızlanınca Türkiye’nin nasıl bir yolda ilerleyeceği sorusu gündeme yerleşti. Yaşanan son olaylar, bu…

2 saat ago

Maltepe İmamoğlu için doldu taştı. Özel: oyun bozuldu, sokağa devam

CHP lideri Özgür Özel’in İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasını protesto için 29 Mart’ta…

2 gün ago

Özel’in Maltepe mitingi ve Erdoğan’ın zor kararı: CHP’ye kayyım

Ankara “Yeni Bizans” taktiklerinde İstanbul’u solladı geçti. İmamoğlu Krizi olmasaydı, hafta içinden yalnızca 2 gün…

2 gün ago

CHP’li Tanrıkulu: “düşmanca işkence” var dedi, Emniyet yalanladı

CHP Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, İmamoğlu protestolarında gözaltına alınan öğrencilere “düşmanca” işkence yapıldığını öne sürerek…

3 gün ago

RTÜK basın özgürlüğüne en ağır darbesini vurdu. Nefes payı kalmıyor

Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) 27 Mart toplantısında hükümet çizgisinde olmayan televizyonlara tarihinin en ağır…

4 gün ago

12 Eylül denklemi gibi: ABD’ye jeopolitik destek ve işkence iddiaları

Dışişleri Bakanlığı 26 Mart’ta Boston’da İsrail’i protesto ettiği için 25 Mart’ta gözaltına alınan, Tufts Üniversitesi…

4 gün ago