Yetkin Report

  • English
  • Siyaset
  • Ekonomi
  • Hafıza Kartı
  • Hayat
  • Yazarlar
  • Arşiv
  • İletişim

“Seçmeni yanıltmadım” diyen Serap Yazıcı Özbudun’a bir hafıza notu

Yazar: Filiz Pehlivan / 10 Temmuz 2025, Perşembe / Oda: Siyaset

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı “Tek adam” rejimi kurmakla suçlayan Serap Yazıcı Özbudun, Gelecek Partisi üyesiydi. Altılı Masa pazarlıklarıyla onu TBMM’ye taşıyan CHP oldu. Gelecek Partisine döndü, oradan AK Parti’ye geçerek Anayasa Komisyonu Başkanlığına getirildi. Şimdi AK Parti’nin Anayasa taslağı heyetinde.

Antalya Milletvekili Serap Yazıcı Özbudun’un ismi son olarak dokunulmazlık dosyalarıyla gündeme geldi. CHP’li 61 milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırılmasını talep eden 240 dosyanın Meclis’e sunulması ardından CHP Grubuna yapılan bildirimde onun imzası vardı. Yazıcı 2023 seçimlerinde Altılı masa pazarlıkları sonucu Cumhuriyet Halk Partisinden (CHP) milletvekili seçilmişti. Prof. Dr. Serap Yazıcı Özbudun, milletvekili yeminini ettikten sonra Gelecek Partisi’ne döndü. Ardından Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) saflarına katılarak TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı oldu. 8 Temmuz’da yaptığı basın toplantısında kendisini eleştiren CHP’lilere “seçmeni yanıltmadığını” söyledi ve CHP’lilerin eleştirilerine “ahlaklı ve vicdanlı siyaset yapmaları gerektiğini” söyleyerek yanıt verdi.
Oysa bu sözler, hem kendi kaleminden çıkan akademik tespitlerle hem de yıllarca savunduğu siyasi ilkelerle açık bir çelişki içindedir. Kamuoyu da bu tutarsızlığı kayda geçiriyor. Serap Yazıcı, bir hafıza notunu fazlasıyla hak ediyor.

Altılı masadan AKP Anayasasına

Serap Yazıcı, Altılı Masa’nın anayasa komisyonunda görev aldı. O dönemde hazırlanan taslakta:
• Güçlendirilmiş parlamenter sistem önerildi,
• Yargı bağımsızlığı ve basın özgürlüğü vurgulandı,
• Cumhurbaşkanının yetkilerinin sınırlandırılması savunuldu.
Bugün ise bu ilkelerin karşısında duran bir yapının içindedir. Üstelik bu yapının Anayasa Komisyonu Başkanlığını yürütmektedir.

“Tek adam” eleştirileri

Yazıcı, 2022’de Ankara Enstitüsü için hazırladığı “Türkiye’nin Başkanlık Sistemi Tecrübesi” başlıklı raporda 2017 Anayasa değişikliğini şöyle eleştiriyordu:
“Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, Cumhurbaşkanına yasama, yürütme ve yargı alanında geniş yetkiler sunmaktadır. Bu nedenle kuvvetler birliğine yol açmıştır. (…) Bu hükümet sisteminin Cumhurbaşkanına yürütme alanında sınırsız ve denetimsiz yetkiler sunması, yasamanın yetkilerini zayıflatması ve nihayet yargıyı yürütmenin kontrolüne sunması, otoriterleşmenin yolunu açmıştır.”
Bugün bu sistemin anayasal zeminini savunan bir komisyonun başında olması, kendisinin geçmişteki söylemleriyle tam anlamıyla çelişmektedir. Bu pozisyon değişikliği yalnızca kişisel değil, kamuoyunun güvenini de ilgilendiren bir tutarlılık sorunudur.

Eski eleştiriler, yeni sessizlik

Aynı raporda Yazıcı:
• HSK yapısı nedeniyle yargının siyasallaştığını,
• TBMM’nin KHK ve veto yetkileriyle işlemez hale geldiğini,
• Gensoru, soru ve araştırma komisyonları gibi denetim yollarının etkisizleştirildiğini belirtmişti.
Sistemin temel sorunu olarak da “denge ve denetim eksikliği”ni vurgulamıştı. Bugün bu sistemin savunucuları arasında yer alması, görüş değişikliğini aşan bir çizgi kopuşu olarak değerlendirilmektedir; hem anayasa hukukuna hem seçmene karşı.

İstanbul Sözleşmesi: hayal kırıklığı

Yazıcı, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararına Danıştay’da dava açan ve bu kararın hukuken geçersizliğini savunan isimlerdendi. Cumhurbaşkanının bu yetkisi olmadığını açıkça belirtmişti.
Bugünse bu sözleşmeyi fesheden yürütmenin parçasıdır. Ve sessizdir. Bir hukukçu olarak bu sessizlik, doğrudan değilse de dolaylı bir meşrulaştırmadır.

Yazıcı: Özbudun’un Mirası

Prof. Dr. Ergun Özbudun, 2022’de Denge Denetleme Ağı için kaleme aldığı yazıda 2017 Anayasa değişikliğini şöyle tanımlamıştı:
“Kesintili de olsa yaklaşık 150 yıllık bir maziye sahip olan parlamenter rejim deneyimi kesin olarak sonlandırılmış ve onun yerine dünyada emsali olmayan ‘ucube bir sistem’e geçilmiştir. (…) Bu sistem, denge ve denetim mekanizmalarından yoksun; yasama, yürütme ve yargı fonksiyonlarının çok büyük ölçüde halkça seçilmiş bir Cumhurbaşkanında toplandığı bir ‘tek adam rejimi’dir.”
“Otoriter gidiş (…) yarışmacılık unsurunun daha da sınırlandırıldığı bir rejimi güçlendirmiştir.”
Bu sert teşhisin karşısında, “Eşimin kemiklerini sızlatmam” diyen Yazıcı’nın, bugün bu sistemin en üst düzey anayasal temsilcilerinden biri olması, hem etik hem de akademik açıdan bir kırılma değil midir?

Aynı yazıda Özbudun ayrıca yargının siyasallaşmasına ve RTÜK’ün muhalif medyaya uyguladığı baskılara da dikkat çekmişti.
Bugün RTÜK ekran karartıyor, ceza yağmuru yağdırıyor. Yazıcı susuyor. Bu sessizlik, yürütmenin medya üzerindeki baskısına dolaylı bir onay anlamına mı geliyor?

Masumiyet karinesinin ihlali

Serap Yazıcı Özbudun’un bugünkü sessizliği yalnızca medya özgürlükleri alanında değil; hukukun en temel ilkeleri bakımından da ciddi bir çelişki yaratmaktadır.
Özbudun’un kamuya açık şekilde kullandığı ifadelerden biri, bir hukukçunun sorumluluğu ve diliyle bağdaşmayacak ölçüde sorunludur. Üstelik bu söz, daha birkaç ay önce kendi listesinden Meclis’e girdiği CHP’li siyasetçilere yöneliktir:
“Kendileriyle ilgili yürütülen rüşvet ve yolsuzluk skandallarıyla ilgili alın teri dökmelerini tavsiye ediyorum.”
Bu cümle, yalnızca siyasal bir polemik değil; hakkında kesinleşmiş hiçbir yargı kararı bulunmayan kişilere yönelik doğrudan bir suç isnadıdır.
“Skandal” sözcüğüyle yapılan ima, yargı süreci tamamlanmadan birilerini kamuoyu nezdinde suçlu ilan etmek anlamına gelir. Bu ise, masumiyet karinesinin açık bir ihlalidir.
Üstelik bu sözlerin sahibi, yıllarca “yargı bağımsızlığı” ve “hukuk devleti” ilkelerini savunmuş bir anayasa hukukçusudur. Bu nedenle ortaya çıkan durum, yalnızca siyasi bir tutum değişikliği değil; aynı zamanda ilkesel ve mesleki bir tutarlılık sorunu olarak da değerlendirilmeye açıktır.

Siyasi etik sorunu

Yazıcı’nın milletvekilliği süreci başlı başına sorunludur:
• Gelecek Partisi’nden siyasete girdi,
* CHP listesinden milletvekili seçildi.
• Bugün AKP’de, Anayasa Komisyonu Başkanı.
Bu tablo, sadece bir siyasi pozisyon değişikliğinden ibaret değildir. Aynı zamanda seçmenin iradesini araçsallaştıran, temsil sorumluluğuyla örtüşmeyen bir siyasetin örneğidir. Seçmenin güveni, bir seçimlik geçiş için kullanılacak bir basamak değildir. Hele hele seçildiği partiyi, destek veren seçmeni alenen “yalan dolan siyaset” le itham etmek, siyasi etik açısından son derece sorunlu bir tutumdur.

Her döneme bir Anayasa

Serap Yazıcı’nın anayasa tartışmalarındaki varlığı, yeni değildir. 2007–2008 yıllarında, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla oluşturulan ve Prof. Dr. Ergun Özbudun başkanlığındaki anayasa hazırlık heyetinde yer almıştır. Bu ekip, 1982 Anayasası’nı kaldırarak yerine “özgürlükçü ve sivil” bir anayasa yazma amacıyla çalışmış, ancak bu girişim o dönemde sonuçlanmamıştır.
Dolayısıyla Yazıcı, bugünkü “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”ne giden anayasal sürecin dolaylı olarak ön adımlarını şekillendiren isimlerden biridir. Bu yönüyle, hem 6’lı Masa içinde yer alması hem de AKP saflarına geri dönmesi, yalnızca bir yön değişimi değil, daha geniş bir süreklilik ve yönelim içinde değerlendirilmeyi hak etmektedir.
Peki, Serap Yazıcı her dönemin iktidar yapısına anayasal meşruiyet zemini sunan bir siyasi-akademik hatta mı sahiptir?
Bu soru yalnızca kişisel bir tercih meselesi değil; aynı zamanda Türkiye’de akademinin siyasetle kurduğu mesafeye, meşruiyet üretme pratiklerine ve eleştirel pozisyon alabilme yetisine dair daha kapsamlı bir sorgulamayı da beraberinde getirmektedir.

Meclis’e taşıyan CHP sorumlu

Bugün Serap Yazıcı Özbudun’un geldiği yer kamu vicdanında bir kırılma yaratıyorsa, bu yalnızca onun kişisel tercihiyle açıklanamaz. Onu CHP listelerinden Meclis’e taşıyanlar da bu tablonun sorumlularıdır. Seçmenle bağ kurmamış, yerel tabanda tanınmayan bir ismin Antalya’dan aday gösterilmesi, merkezde alınmış dar kadro kararlarının halkın iradesinin önüne konduğunu göstermektedir.
Üstelik bu tercih, Yazıcı’nın daha en baştan “otoriter” dediği ve dönüştürülmesi gerektiğini savunduğu bir rejime kısa sürede hizmet etmesiyle, siyasi öngörüsüzlüğün ve etik sorunların açık bir örneğine dönüşmüştür. Bugün CHP’ye yönelik suçlamalarda bulunan Yazıcı, aslında o listede yer almasına onay veren siyasi akla da ayna tutmaktadır.
Partide yıllarını vermiş, seçim bölgesinde mücadele etmiş, halkla bağ kurmuş emekçiler aday bile olamazken; tabanda hiçbir karşılığı olmayan bir ismin merkezden aday gösterilerek milletvekili yapılması, yalnızca seçmenin değil, partilinin de hafızasında derin izler bırakmıştır.

“Liberal aydınların” sessizliği

Serap Yazıcı’nın bugünkü pozisyonu sadece bireysel bir savrulma değil; aynı zamanda onu yıllarca “özgürlükçü hukukçu” olarak parlatan çevrelerin de sorumluluğudur. 2000’li yılların başında, yargıyı vesayet kurumu ilan eden ve anayasal denge-denetim mekanizmalarını zayıflatan reformlara destek veren sözde liberal aydınlar, Yazıcı gibi isimleri medya ve akademide ön plana çıkardı.
Bu isimler şimdi ya susuyor ya da otoriter sistemin yapı taşlarına katkı sunuyor. RTÜK baskısı artarken, kadın hakları budanırken, yargı keyfileşirken, bir zamanlar “demokrasi” adına konuşanlar ortada yok. Bu sessizlik, sadece Serap Yazıcı’ya değil, onu meşrulaştıran ideolojik zemine de bir not olarak düşülmelidir.

Vicdan mı, konum mu?

Evet, insanlar fikir değiştirebilir. Ama fikir değişikliği, ilke inkârına dönüşürse, bunun adı dönüşüm değil, tutarlılık sorunu olur.
Serap Yazıcı Özbudun’un “seçmeni yanıltmadım” savunması, bizzat kendi kaleminden çıkan cümlelerle çelişmektedir.
Bugün geldiği yer, sadece bir parti tercihi değildir; vicdan, ilke ve akademik sorumluluk açısından ciddi bir kırılmayı temsil eder.
Unutulmamalı: Seçmen yalnızca oy vermez. Hafıza tutar. Hafızanın sesi susmaz; günü geldiğinde konuşur. Ve bir gün, herkes kendi geçmişiyle yüzleşir.

Yeni yazılardan haberdar olun! Lütfen aboneliğinizi güncelleyin.

İstenmeyen posta göndermiyoruz! Daha fazla bilgi için gizlilik politikamızı okuyun.

Aboneliğinizi onaylamak için gelen veya istenmeyen posta kutunuzu kontrol edin.

Etiketler: Altılı masa, Anayasa, dokunulmazlık, Serap Yazıcı Özbudun

OKUMAYA DEVAM EDİN

Ankara: yeni soğuk savaş yeni ittifaklar getirebilir
TMMOB meslekleri için kampanya başlattı: “Boşuna mı okuduk”
“Ateş düştüğü yeri yakar; ateşin düştüğü yerdeyiz”
  • Yeni Anayasa’ya DEM Desteği İçin Üç Maddede Değişiklik Yeter mi?4 Aralık 2025
  • Fidan: Savaş Yayılıyor, Bu Korkunç Bir Şey, Ama AB Güney Kıbrıs’a Rehin3 Aralık 2025
  • Erdoğan, Bahçeli’nin “Rezalet” Çıkışını Üstüne Almadı Barzani’yi Suçladı3 Aralık 2025
  • CHP Operasyonları, Terörsüz Türkiye Sürecini Enfekte Ediyor2 Aralık 2025
  • Komisyonun Karar Toplantısı Öncesi: Barış Vicdanı Olmadan Barış Olmaz2 Aralık 2025
  • Avrupa Kururken: Su Krizinin Sessiz Siyaseti1 Aralık 2025
  • Askeri Havacılıkta Türkiye’den Bir İlk: Kızılelma Hava Hedefini Vurdu1 Aralık 2025
  • Özel CHP’ye Direniş ve İktidar Vadetti: Bu Yeninin Eskiyle Mücadelesi30 Kasım 2025
  • Karadeniz’deki Tanker Saldırılarını Ukrayna Üstlendi, Türkiye Tepkili30 Kasım 2025
  • DEM Konuştu, PKK Konuştu, AK Parti de MHP de Susuyor29 Kasım 2025
Haberler arşivinde arama yapın...

Siyaset

Ekonomi

Hafıza Kartı

Hayat

Arşiv

English

Hakkımızda

Künye

Yazarlar

Yardım

Reklam & İşbirliği

Bize Ulaşın

tbtcreative.com | UFKZDN © 2024 yetkinreport.com

Kurumsal Bilgiler     ·      Yardım     ·      Kullanıcı Sözleşmesi     ·      Yasal Çekince

TOP