Türkiye’nin önünde tarihi bir fırsat var. Ama “Terörsüz Türkiye” hedefine ulaşmak için Suriye’de Kürt meselesinin çözüm yoluna girmesi de gerekiyor. ABD ve İsrail etkisi de var. Sorunlardan biri de Irak’ta silah bırakan PKK militanlarının Suriye’ye geçmesi senaryosu.
Türkiye’nin PKK ile yürüttüğü barış süreci, kırk yıllık yıkıcı çatışma döngüsünü sona erdirme potansiyeline sahip. Ancak kalıcı bir barış inşa edebilmek için göz ardı edilemeyecek bir gerçek var: Kuzey Suriye’deki Kürt meselesi çözülmeden, Türkiye’deki barış sürecinin sağlam bir zemine oturması mümkün değil.
Türkiye, Suriye’nin kuzeyinde hem sınır güvenliği gerekçesiyle hem de PKK’ya yakın yapıları dengelemek amacıyla askeri varlığını sürdürüyor. Ancak bu yaklaşım, kısa vadede güvenlik sağlarken uzun vadede Türkiye’deki Kürtlerin devlete güvenini aşındırıyor.
Bölgedeki temel aktör, YPG’nin omurgasını oluşturduğu ve ABD desteğiyle IŞİD’e karşı sahada güç kazanan SDG. Kürtler açısından bu yapı uluslararası tanınırlığın sembolüyken, Ankara açısından doğrudan güvenlik tehdidi. Yeni geçici yönetimin SDG unsurlarını orduya entegre etme çabası hem Kürtlerde kuşku yaratıyor hem de Türkiye’nin PKK bağlantılarına dair endişelerini gidermiyor.
ABD’nin sınırlı askeri varlığının yanı sıra İsrail’in Kürt grupları İran’a karşı stratejik tampon olarak görmesi, SDG’nin bölgesel meşruiyetini artırıyor. Bu gelişmeler Ankara’da “PKK’nın dolaylı uluslararası meşruiyet kazandığı” algısını güçlendiriyor.
Sonuçta, Türkiye’de Kürtlerin devlete, Türk kamuoyunun ise PKK’ya yönelik güvensizliği derinleşiyor. Bu çift taraflı güvensizlik barış sürecini hem iç hem dış cephede kırılgan kılıyor.
Barış süreçlerinde her zaman “bozguncu-spoiler” gruplar vardır. Ana hareketin siyasete yönelmesine rağmen, kopan fraksiyonların şiddeti sürdürdüğünü Kuzey İrlanda’da IRA’nın ayrılıkçı gruplarında, Filipinler’de Moro hareketinden kopan fraksiyonlarda gördük. PKK’nın da büyüklüğü ve bölgesel ağları düşünüldüğünde, Kuzey Suriye’deki belirsizlik ve çatışma ortamı bu tür gruplara adeta yeni bir nefes alanı açacaktır. Böylece barış sürecine yönelik güven daha başlamadan zedelenecektir.
Silah bırakan PKK militanlarının önemli bir kısmı, mevcut koşullarda Suriye’nin kuzeyindeki Kürt gruplara katılma eğilimi gösterebilir. Benzer örnekler Batı Afrika’da da yaşandı. Liberya ve Sierra Leone’de silahsızlanma süreçleri sonrasında bazı eski savaşçılar, komşu ülkelerdeki çatışma gruplarına kolayca entegre oldular. Bu durum, yalnızca şiddeti coğrafi olarak yeniden dağıtmakla kalmadı, aynı zamanda barış süreçlerinin meşruiyetini de aşındırdı. Türkiye’nin bugün karşı karşıya olduğu risk de benzer: Kuzey Suriye’de çözümsüzlük devam ettikçe, silah bırakmanın gerçek anlamda bir dönüşüm yaratması zor olacak.
Mülteci baskısı: Türkiye’de milyonlarca Suriyeli mülteci bulunuyor. Ekonomik sıkıntılar ve toplumsal gerilim, mültecilere karşı olumsuz algıları artırıyor. Bu atmosferde yürütülen bir barış süreci, geniş toplum desteği bulmakta zorlanabilir. Kamuoyunda “Suriye’deki Kürtlerle diyalog” ve “mülteci sorunu” çoğu zaman aynı pakette algılandığı için, süreç milliyetçi söylemlerin kolayca hedefi haline geliyor. Bu durum yalnızca siyasal aktörlerin değil, medyanın da sürece yaklaşımını etkiliyor. Lübnan’da Filistinli mülteciler etrafında gelişen krizlerde görüldüğü gibi, mülteci meselesi iç barışın kırılganlığını artıran çarpan etkisi yaratabilir.
Ekonomik maliyet: Süregelen askeri operasyonlar Türkiye’nin kaynaklarını tüketiyor. Savunmaya aktarılan bütçe, eğitim, sağlık ve kalkınma gibi barışı besleyecek alanlardan eksiliyor. Bu durum, halkın gözünde barışın maddi getirilerini gölgeleyebilir. Eğer vatandaşlar, süreçten ekonomik fayda görmezse, siyasal riskler karşısında sürece olan desteğini hızla çekebilir. Kolombiya’da olduğu gibi, barışın sahada tutunması için ekonomik ve sosyal kazanımların kısa sürede hissedilmesi gerekiyor. Türkiye’de de benzer biçimde, barış sürecinin siyasi değil toplumsal ve ekonomik bir proje olduğunun gösterilmesi, sürecin kalıcılığı açısından belirleyici olacak.
Türkiye’nin Kuzey Irak’taki Kürt Bölgesel Yönetimi (KBY) ile ilişkileri bu noktada önemli bir ders sunuyor. 1990’lı yıllarda Ankara, KBY’yi bir güvenlik tehdidi olarak görüyordu. Ancak zamanla ekonomik çıkarlar, enerji işbirlikleri ve ortak güvenlik kaygıları ilişkilerin yönünü değiştirdi. Bugün Türkiye, Erbil’i bir tehditten çok bir ortak olarak görüyor; KBY de PKK’dan uzaklaşarak kendi siyasi meşruiyetini güçlendirmeye çalışıyor. Bu dönüşüm, Kuzey Suriye’de de benzer bir yol haritasının mümkün olabileceğini gösteriyor: karşılıklı çıkarların ön plana çıkması, güvenlik temelli sıfır toplamlı yaklaşımın yerini işbirliğine bırakabilir. SDG/YPG’nin ise KBY’nin aksine PKK ile bağlarını net şekilde koparmamış olması, Ankara’daki güvensizliği derinleştirmeye devam ediyor.
Türkiye’de kalıcı barış yalnızca Ankara ile PKK arasındaki müzakerelerden geçmiyor. Kuzey Suriye’de çözümsüzlük sürdükçe, barış süreci tehdit altında kalacak. Eski militanların yeni çatışma alanlarına yönelmesi, spoiler grupların güçlenmesi, askeri müdahalelerin güven aşındırması ve bölgesel aktörlerin etkisi süreci sürekli zayıflatacaktır.
Kuzey Irak örneği umut verici: zamanında tehdit olarak görülen bir yapı ile zamanla karşılıklı çıkar temelinde işbirliği geliştirilebildi. Benzer bir yaklaşım Kuzey Suriye’de de mümkün. Ancak bunun için Türkiye’nin Suriye denklemini yönetmede yeni adımlar atması gerekiyor:
• Sadece güvenlik odaklı politikalardan çıkmak: Askeri operasyonlar kısa vadeli güvenlik sağlasa da, uzun vadeli barış için diplomatik ve siyasi kanalların da açılması şart. Türkiye, Suriye’nin yeni yönetimiyle, yerel aktörlerle ve uluslararası ortaklarla çok taraflı bir masaya oturmayı zorlamalı.
• Yerel Kürt aktörlerle dolaylı/çok katmanlı temas: Türkiye, SDG/YPG’yi tamamen dışlayıcı bir çizgiden, onları PKK’dan ayrıştırmaya yönelik pragmatik bir politikaya evrilebilir. Bu, Kuzey Irak’ta zamanla geliştirilen “düşmandan ortağa” dönüşümüne benzer bir süreç başlatabilir.
• Uluslararası aktörlerle işbirliğini çeşitlendirmek: ABD’nin sınırlı askeri varlığı ve İsrail’in bölgedeki etkisi Ankara’da kuşku yaratıyor. Türkiye, yalnızca Washington ve Moskova’ya değil, AB ülkelerine ve bölgesel Arap devletlerine de sürecin parçası olabilecek roller açmalı.
• Ekonomik entegrasyonu güvenlik stratejisinin parçası yapmak: Türkiye, Kuzey Suriye’de sınır ticaretini, altyapı yatırımlarını ve kalkınma projelerini destekleyerek hem bölgedeki Kürt nüfusa somut fayda sağlayabilir hem de olası militan devşirme alanlarını daraltabilir.
Türkiye’nin önünde tarihi bir fırsat var: Kuzey Suriye’deki denklemi yalnızca bir tehdit alanı değil, aynı zamanda bölgesel işbirliği için bir zemin haline getirmek. Bu yaklaşım hem Türkiye’nin iç barışını güçlendirecek hem de bölgenin geneli için daha istikrarlı bir gelecek sağlayacaktır.
TBMM Komisyonunun 4 Aralık toplantısı AK Parti-MHP ittifakının “Terörsüz Türkiye” sürecinin 2026 yılının ilk yarısındaki…
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Rusya-Ukrayna savaşının giderek daha geniş bir coğrafyaya yayıldığını, bunun “çok korkutucu…
İçişleri Bakanlığı 2 Aralık gecesi 22.15te Irak Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) lideri Mesud Barzani’nin 29…
Dün, 1 Aralık, Ankara’da “Ortak Geleceğe Birlikte Bakmak” başlıklı bir çalıştay vardı. Diyarbakır merkezli araştırma…
Barışın kaderi çoğu zaman masadaki teknik maddelerle, güç dengeleriyle ve takvimlerle açıklanır. Oysa eksik olan…
Avrupa’nın kuraklık haritası artık yalnızca meteoroloji raporlarında değil, uyduların yerçekimi ölçümlerinde de görünür durumda. Yirmi…