Eğer bugün yan yana gelebiliyorsanız, onca bedel neden ödendi? Uzun yıllar şiddet ve çatışma yaşamış toplumların önündeki en çetin sınavlardan biri, barış sürecine güvenebilmek. (Foto: Cumhurbaşkanlığı)
Uzun yıllar şiddet ve çatışma yaşamış toplumların önündeki en çetin sınavlardan biri, barış sürecine güvenebilmek. Bu güvensizliğin başlıca nedenlerinden biri, siyasetçilerin yıllar boyunca toplumu kendi kısa vadeli çıkarları için kutuplaştırıcı dil, sembol ve stratejilerle bölmüş olmaları. Seçimi kazandıracak her şeyin mubah sayıldığı bu siyaset tarzı, yalnızca “öteki”ne değil, bizzat barış fikrine de güvensizlik üretiyor.
Meclis’in yeni yasama yılı açılışında kameralara yansıyan samimi el sıkışmalar ve “yumuşama” görüntüleri, birçok insanda aynı soruyu uyandırdı: Eğer bugün yan yana gelebiliyorsanız, onca bedel neden ödendi? Neden gençler garlarda bombalarla öldü; neden şehirler kana bulandı; neden öğretmenler hedef oldu; neden toplum bu denli keskin fay hatlarına mahkum edildi? Barış çalışmaları alanında bir akademisyen olarak benim de ilk refleksim, bu görüntülerin gerilimden diyaloga geçiş adına kıymetli olduğuydu. Ama görüntünün ötesine geçen ne var? Dün “yan yana gelmesi imkansız” görünenler bugün bir aradaysa, yarın aynı fotoğrafı görmeyeceğimizin güvencesi nedir?
Barışın sosyolojisi bize güven erozyonunun birbirini besleyen üç katmanda ilerlediğini gösterir. İlk katman dildir: “var olma–yok olma” ikilemine sıkıştırılan, sürekli tehdit ve ihanet imgeleriyle beslenen bir siyaset dili toplumsal dokuyu aşındırır; insanlar kendilerini korunması gereken bir kalenin içinde, karşısındakini ise sürekli teyakkuzda olunması gereken bir saldırgan gibi görmeye başlar.
İkinci katman semboller ve ritüellerdir. Bayraklar, anmalar, mekanlar ve liderlik imgeleri, “biz” ile “onlar” arasına duygusal barikatlar örer; gündelik hayatın sıradan karşılaşmalarını bile kimlik teyidine dönüştürerek ortak alanı daraltır.
Üçüncü katman kısa vadeli siyasi kazançtır: “seçim takvimi” ile “barış takvimi”nin çakıştığı yerde, barış çoğu zaman oy devşirmenin aracına indirgenir; verilen sözler kampanya mevsimi biter bitmez buharlaşır.
Böyle bir zeminde seçmen, siyasetçinin bugün söylediğinin yarın da geçerli olacağına inanmakta zorlanır. Güven, bir fotoğrafla ya da tek bir jestle değil, tutarlı dil, onarıcı semboller ve seçim döngülerine bağlanmayan bir barış mimarisiyle kurulabilir. Tam da bu nedenle, barış sürecinde güven üretmenin asıl yükü siyasetin omuzlarındadır.
Barış süreçleri doğası gereği siyasidir; karar vericiler, müzakere ve uzlaşma olmadan ilerlemez. Bunu, Prusyalı kuramcı Carl von Clausewitz’in meşhur sözünü hatırlatarak açıkça koyalım: “Savaş, siyasetin başka araçlarla devamıdır.” Yani savaş, siyasi amaçların zor yoluyla sürdürülmesidir. Aynı mantığı tersinden okuduğumuzda şunu görürüz: Barış da siyasetin farklı araçlarla devamıdır. Müzakere masası, yasal ve kurumsal düzenlemeler, adalet ve güvenlik mimarisi – bunların hepsi siyasi tercih ve güç dengeleri içerir. Bu gerçeği kabul etmek, barışı partiler üstü bir kamu yararı işi olarak konumlandırmayı gerektirir. Sorun, bu siyasal doğanın parti rekabetine indirgenip barışın bir seçim vaadi, kampanya malzemesi veya liderlik gösterisine dönüştürüldüğü anda başlar; meşruiyet daralır, “yine mi taktik?” kuşkusu büyür.
Siyasallaştırma dili ve takvimi bozar. Müzakere “kazan–kaybet” pazarlığına sıkıştığında sözler bir sonraki mitingle geri alınabilir hâle gelir. Lider merkezli yürüyen süreç kişisel iniş-çıkışlara bağımlı olur; seçim takvimiyle çakışınca hız keser ya da rafa kalkar. Bu döngü güveni aşındırır ve “bugün var, yarın yok” duygusunu pekiştirir.
Barışı siyasallaştırmamak, onu “siyaset dışı” yapmak değil; partiler üstü ilkelere dayalı, yazılı ve basit bir mutabakatla güvenceye almak, süreci seçim takviminden olabildiğince yalıtmak ve kişilere değil kurumlara yaslamak demektir.
Toplumsal sahiplenme siyasallaştırmayı doğal olarak zayıflatır. Vatandaş meclisleri, yerel uzlaşı forumları, kadın ve gençlik ağlarının kurumsal katılımı barışı toplumun ortak mülkiyetine dönüştürür. Medyada çatışma duyarlılığı ve doğrulama standartları güncellenir; nefret söylemi eşiği somut kurallarla belirlenir. Eğitim, kültür ve gündelik hayattaki küçük ama kalıcı barış pratikleri sürecin değerini seçim döngülerinin ötesine taşır.
Özetle: Siyasetsiz barış kurulamaz; ama siyasetin dar hesaplarına teslim edilen barış da kalıcı olamaz. Ölçüt şudur: Siyasetçiler barış sürecini kendi kazanç hanesine değil, kamusal bir güven mimarisine ne kadar iyi yerleştiriyor? Barışın nedeni siyaset olmayacak; siyaset, barışın sürmesini mümkün kılan araçlardan yalnızca biri olacaktır.
Toplumun dün birbirini en sert sözlerle suçlayan aktörleri bugün yan yana görüp kuşku duyması anlaşılır. Bu kuşkuyu ancak fotoğraftan politikaya geçerek aşabiliriz: bağlayıcı bir takvim, yazılı ilkeler, kurumsal denetim, adalet ve onarım mekanizmaları. Seçim takviminden olabildiğince bağımsız yürüyen, kazanımları yasayla güvence altına alan ve dışarıdan doğrulanabilir ara raporlarla ilerleyen bir süreç “bugün var, yarın yok” hissini zayıflatır.
Unutmayalım ki güveni kalıcı kılan kişiler değil kurallar; söz değil icraat; tek seferlik jestler değil sürdürülebilir düzeneklerdir. Siyasetçiler samimiyetlerini bu düzenekleri kurup işleterek ve kişisel iniş çıkışlarını sürecin ritmine hükmetmeyecek şekilde sınırlayarak gösterebilir. Medya nefret söylemine karşı açık eşikler ve doğrulama standartlarıyla barış dilini korumalı; sivil toplum mağdurların sesini görünür kılıp kadınların ve gençlerin kurumsal katılımını artırmalıdır.
Sonuç açıktır: Siyasetsiz barış olmaz; ama barışın gerekçesi siyaset olamaz. Toplum artık yalnızca fotoğraf değil, gerçek güvence görmek istiyor.
TBMM Komisyonunun 4 Aralık toplantısı AK Parti-MHP ittifakının “Terörsüz Türkiye” sürecinin 2026 yılının ilk yarısındaki…
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Rusya-Ukrayna savaşının giderek daha geniş bir coğrafyaya yayıldığını, bunun “çok korkutucu…
İçişleri Bakanlığı 2 Aralık gecesi 22.15te Irak Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) lideri Mesud Barzani’nin 29…
Dün, 1 Aralık, Ankara’da “Ortak Geleceğe Birlikte Bakmak” başlıklı bir çalıştay vardı. Diyarbakır merkezli araştırma…
Barışın kaderi çoğu zaman masadaki teknik maddelerle, güç dengeleriyle ve takvimlerle açıklanır. Oysa eksik olan…
Avrupa’nın kuraklık haritası artık yalnızca meteoroloji raporlarında değil, uyduların yerçekimi ölçümlerinde de görünür durumda. Yirmi…