Siyaset

Diplomaside Türkiye’nin 2026 Gündemi ve 2030 Eşiği

15-19 Aralık tarihlerinde Ankara’da yapılan Dışişleri Bakanlığının “Barış, İstikrar ve Refah Üreten Dış Politika” temalı konferansının açılışında Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın , “başkalarının ürettiği kavramlarla başkalarının çizdiği sınırlar içinde siyaset oluşturma devri çoktan kapanmıştır” ifadesi dikkat çekiciydi. Foto: X/ Dışişleri

Dışişleri Bakanlığının 2025 Büyükelçiler Konferansı 15-19 Aralık tarihlerinde Ankara’da yapıldı.  Barış, İstikrar ve Refah Üreten Dış Politika” temalı konferansın açılışında Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, bugün küresel güvenlik mimarisinin kendi haline bırakıldığını ifadeyle, bu yeni dünyada hareket tarzımızın ne olduğuna, diplomasi vizyonumuzu hayata geçirirken hangi ilke ve metotları benimsediğimize temas etti. Sıraladığı üç temel sütundan ikincisini “pozisyon üreten bir bakanlığız” şeklinde tanımladı. Dışişleri Bakanı’nın bu bağlamda “…başkalarının ürettiği kavramlarla başkalarının çizdiği sınırlar içinde siyaset oluşturma devri çoktan kapanmıştır…” şeklinde ifadesi dikkat çekici.

“Düşünmeyi Öğrenmek”

Eski Dışişleri Bakanlarımızdan Mümtaz Soysal’ın 16 Nisan 1974 tarihinde Milliyet gazetesinde yayınlanan “Düşünmeyi Öğrenmek” başlıklı yazısını anımsadım. Soysal, yeni yetişen insanlarımıza düşünmeyi öğretemediğimizi, düşünmenin, bütün beceriler gibi, öğretilebilen, öğrenilebilen, geliştirilebilen bir yetenek olduğunu, düşünmeyi öğretmenin kavramları öğretmekle başladığını, kavramları öğrettiğiniz kimsenin, onları üst üste koyarak, beğendiğimiz düşünce yapısını kurmasını isteyemeyeceğinizi, bunun biçimlendirilmiş tahta parçalarını önüne koyarak yapıcı zekasını geliştirmek istediğiniz küçük çocuğuna ille de belli bir yapı kalıbına uymasını istemek olacağını, sonunda çocuğun isteneni öğreneceğini ama tahta parçalarıyla kendi kendine oynayarak kazanabileceği yetenekleri kazanamamış olacağını vurgular.

Diplomaside siyaset planlama

Stratejik devlet olma gereğinin bir parçası olarak, alışılmış bürokratik yapılar içinde potansiyelin optimal şekilde değerlendirilmesi için sistemi etkinleştirmek bakımından pragmatik adımların atılmasına gerek vardır. Dengeleri bozmadan, ama alışılmış kalıpların tahakkümü altında kalmadan kamu görevinde stratejik planlamanın kurum içinde bir sinerjiye dönüşmesi yönünde bir yaklaşım önem taşır.  Başka birçok alanda olduğu gibi diplomasi alanında da düşünce etkileşim içinde ortaya çıkar. Kendi ürettiğimizi düşündüğümüz kavramların aslında başkalarının ürettiği kavramlarla iç içe geçerek oluşabildiğini, özellikle diplomasi zemininde sınamalar karşısında diyalog ve ortak çözüm arayışı öne çıktığından, etkin çoktaraflılığı dış politika vizyonlarının bir parçası olarak gören ülkelerin siyaset oluşturmanın sınırlarını da birlikte çizmeyi hedeflediğini söylemek yanlış olmaz.

Düzensizliğin ve belirsizliğin arttığı dönemlerde, siyaset planlama, analiz ve öngörü alanlarında Türk diplomasisinin geçmişten gelen güçlü yapısı ve birikimi mevcuttur. Dışişleri Bakanlıklarının teşkilat yapılarında siyaset planlama birimlerinin ne zaman ortaya çıktığına bakıldığında, ABD’de 1947’de (Policy Planning Staff), İngiltere’de 1957 yılında (Planning and Coordination Section adı altında – ancak 1949’dan başlayarak Under Secretary’s Permanent Departement benzer bir planlama sorumluluğu üstleniyor), Türk Dışişlerinde ise Bakan’a bağlı “Siyaset Planlama Grubu Başkanlığı” adı altında Bakanlığın dış siyaset hedefleri ve gelişmelerin değerlendirilmesi konusunda faaliyet göstermek üzere böyle bir birimin teşkilat yapısı içinde ilk olarak 1959’da tesis edildiği görülür. Almanya’da benzer bir birim 1963’te kurulur, Fransa’da Analiz ve Öngörü Merkezi’nin Dışişleri teşkilatı içinde kurulduğu yıl 1973’tür. Öte yandan, Türk Dışişlerinde Stratejik Araştırmalar Merkezi 1994 yılında kanunla kurulmuştur.

Yoğun diplomasi zemini ve 2026’ya bakış

Diplomasi sahasında Aralık ayı yoğun bir zaman kesitidir. Kronolojik sırayı izlersek, 2-3 Aralık tarihlerinde Brüksel’de NATO Dışişleri Bakanları Konseyi, 4-5 Aralık’ta Viyana’da AGİT Bakanlar Konseyi ve 10 Aralık’ta Strazburg’da Avrupa Konseyi Gayrı Resmi Dışişleri Bakanları Konseyini, üyesi ya da katılımcı devleti olduğumuz uluslararası kurumların 2025 yılı tamamlanırken 2026 yılının çalışma zeminine yansıyacak çabaları olarak görebiliriz.

Sözkonusu örgütler bizim de oluşmasında ve gelişmesinde rolümüz ve katkımız olan görev yönergeleri içinde hareket eder. Türkiye’nin 2026 yılında ev sahipliği yapacağı NATO Zirvesi, küresel iklim diplomasinin Dönem Başkanı ve Ev Sahibi olacağımız COP31, keza ülkemizin 2026 yılında ev sahipliği yapacağı Türk Devletleri Teşkilatı’nın 13.Zirvesi, Türk diplomasisini bölgesel ve küresel boyutta diplomasinin ortak zeminine yerleşecek önemli etkinlikler olacaktır. Ermenistan’da önümüzdeki ilkbaharda düzenlenmesi öngörülen Avrupa Siyasi Topluluğu toplantısına Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın katılması gerçekleşirse, Güney Kafkasya’da barış, istikrar ve refah açısından Türkiye’nin de katkılarıyla görülen fırsat penceresinde yeni bir ivmenin yaşandığının daha çarpıcı olarak algılanması da mümkün olacak.

Rusya-Ukrayna savaşı, Gazze ve Orta Doğu

Rusya-Ukrayna arasındaki savaşın sona ermesi çabaları gündemin ilk sıralarında yer almayı sürdürecektir. ABD Başkanı Trump’ın yoğun baskısı, Rusya’nın katı tavrı, Ukrayna’nın açmazları ve Avrupalıların çaresizliğinin ortaya koyduğu denklemin nasıl evrileceği, “adil ve güvenilir bir barış kapısı aralansın ben de gereken her türlü katkıyı göstermeye hazır olacağım” söylemi dışında etkileri pek hissedilmeyen uluslararası ve bölgesel kuruluşlarından hangilerinin somut bir işlev taşıyabileceği gibi sorular yeni yılın diplomasi zeminini meşgul edeceğe benzer. 13 Ekim’de Mısır’ın Şarm El Şeyh kentinde dört ülke tarafından imzalanan “Kalıcı Barış ve Refah için Trump Deklarasyonu” ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin bu bağlamda Gazze’de kapsamlı barış planına ilişkin 17 Kasım tarihli 2803 sayılı kararının uygulaması, daha genel anlamda Orta Doğu’daki baş döndürücü gündem de Türk diplomasisi bakımından kritik bir önem taşıyacak.

2030 vurgusu öne çıkıyor

Öte yandan, 2030 eşiğine sıkça yapılan göndermeler çoğalmakta. Hatırlanacağı üzere, Rusya tehdidi karşısında ve transatlantik düzeyde yaşanan kırılma sonrasında AB liderlerinin çalışmalarına hız verdiği ve 23 Ekim’de AB Zirvesi’nde onayladığı “2030 Savunma Hazırlık Yol Haritası” bu çerçevede çarpıcı bir belge. 2030 vurgusu, Fransa’nın GKRY ile 15 Aralık’ta imzaladığı Stratejik Ortaklık Anlaşması çerçevesinde Nikos Hristodudilis’in Le Figaro gazetesine verdiği demeçte de öne çıktı. Ayrıca, Yunan Savunma Bakanı Dendias’ın geçtiğimiz günlerde basınımıza yansıyan ve ülkesi için birinci ve temel tehdit olarak Türkiye’yi gördüğünü ifade ederken 2030 hazırlıklarına başlandığını söylemesini bu çerçevede saymak mümkün.

2030, başta Fransa olmak üzere, AB içinde yükselen aşırı sağ akımların iktidar hedefleri açısından bazı çalışmalara konu olmakta. Jean Jaurès Vakfı Genel Sekreteri Gilles Finchelstein’nin yeni yayınlanan “Buharlaşma halindeki demokrasi” (La démocratie à l’état gazeux) kitabı bir hayli ilginç. Yazar, Fransız demokrasisinin ölüm tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu vurgulamakta ve bunu 2030 eşiğinde olası görmekte. Önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Ulusal Birlik (RN) galip gelirse, ciddi bir kopuş olacağını değerlendirmekte, siyasi liberalizmin tüm mihenk taşlarının yıpratılması ve sonra çöküşünün geleceğini ileri sürmekte. Fransa’nın yanı sıra Almanya ve İngiltere bakımından aşırı sağ partilerin iktidar kapılarını zorlayacak olmaları yönünde yapılan analizler eksik değil. Son AB Zirvesi’nin de gösterdiği gibi Rus tehdidi karşısında AB’nin önünde iç sınamalar artacak.

Avrupa’yı yeniden düşünmek

Türkiye’nin AB’ye tam üyelik başvurusunu yaptığı yıl Edgar Morin’in “Avrupa’yı Düşünmek” kitabı yayınlanmıştı. Morin 1990’da Sovyetler Birliği’nin çöküşü arifesinde ikinci baskısı yayınlanan kitap için kaleme aldığı önsözüne, “Avrupa’yı yeniden düşünmek gerekir” sözleriyle girmişti. 2030 perspektifinde Türkiye’nin Avrupa vizyonu ne olacak?  Güçlü bir Avrupa” yönünde somut adımlar atabilecek miyiz? Önceliği demokrasi, hukuk devleti ve insan hakları sacayaklarına verebilecek miyiz? Kanaatimce 2030 perspektifi için en sağlam hazırlık bu şekilde olur. Ancak böyle bir senaryo ne yazık ki şimdilik bir temenni ötesine geçmeyecek gibi durmakta. En azından ortak kavramlara yerleşebilen bir Avrupa söylemini yenilesek.

Engin Soysal

Emekli Büyükelçi

Recent Posts

Türkiye’nin Escobar’ı, Türkiye’nin Epstein’i: Kimlerin Dosyaları Saklı?

CHP’li Ali Mahir Başarır, 21 Aralık akşamı, 2026 Bütçe görüşmelerinin son gününde TBMM Genel Kurulundaki…

29 dakika ago

Türkiye, İsrail Saldırısı Sırasında İran’a PKK/PJAK İstihbaratı Verdi

Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, Türkiye’nin Haziran 2025’te İsrail-İran savaşı sırasında İran rejiminin değişeceği beklentisiyle…

2 gün ago

2026’ya Girerken Yeni “Büyük Oyun”: Neden Ormanı Tepeden Göremiyoruz?

Yeni bir yıla yaklaşırken tek tek yaşadığımız gelişmelerin ötesinde asıl rahatsızlık, ağaçların arasında yolumuzu bulmaya…

2 gün ago

AK Parti İktidarı Kurduğu Medya Düzeniyle İftihar Ediyor mu?

Mehmet Akif Ersoy, o dönem Ciner Medya Grubunu yöneten Kenan Tekdağ tarafından Ağustos 2024’te Habertürk…

3 gün ago

Ankara, SDG’nin Kazanımlarına Rağmen Barrack’tan Memnun. İşte Nedeni

ABD Başkanı Donald Trump’ın Suriye Özel Temsilcisi ve kağıt üzerinde Ankara Büyükelçisi Tom Barrack 15…

4 gün ago

Karadeniz’den Gelen İHA Kimindi? MSB Kaynakları: Henüz “Belli değil”

Manisa, Şehzadeler Belediye Başkanı Gülşah Durbay’ın cenazesine katılan CHP milletvekillerinden Namık Tan 15 Aralık akşamı…

5 gün ago