Türkiye ne kadar demokratiktir? Ya da demokrasi açığı ne kadar büyüktür? Yıllardır bu soruları kendi kendimize sorarız bazen Avrupa Birliği ile olan ilişkilerimiz hızlandığı için bu sorular daha önemli hale gelir sonra bir dönem unutulur, hiç konuşulmaz olur. Yukardaki sorulara yanıt verebilmek için belli başlı endeksler, kriterler vardır bu endekslerin yanında elbette bakılması gereken farklı bir gösterge daha vardır o da sivil toplum kuruluşları ve etkinlikleri. Bu çalışmalardan ülkelerin ve kuruluşların karnesi ortaya çıkar.
Peki Türkiye’nin karnesi nasıl? Biraz yakından bakalım.
Devlet-toplum sinerjisini ortaya çıkarmak için öncelikle devleti topluma yatay olarak iliştiren bir yapıştırıcı lazımdır. Dikkat ederseniz dikey demedim, özellikle yatay bir yapıştırıcı lazım dedim. Çünkü hayallerdeki devlet onu görmek için yukarı değil, yanımıza baktığımızda gördüğümüz devlettir.
Nedir bu yapıştırıcı? Bana göre demokrasidir. Tam demokrasi olmadan sivil toplum da olmaz. Şunu en baştan kabul etmek lazım demokrasi onlarca tanımı olan ve maalesef kimin eline geçerse şekilden şekle giren oyun hamuru gibi bir kavramdır. Böyle olunca da demokrasiyi konuşmak zor bir meseledir. Kaynağı nedir mesela? Eşitlik mi? Özgürlük mü? Herkesi kuşatan, her bir bireyin rızasını gözeten, koruyan, kollayan kimseyi çoğunluğa ezdirmeyen bir kavram mı? Yoksa günün sonunda çoğunluğun rızası neyse onu mu esas alır?
Demokrasi nasıl tanımlanabilir ve nasıl ölçülür? Demokrasi sadece seçim odaklı mıdır? Örneğin bir ülkede nispeten özgür ve bağımsız seçimlerin varlığı o ülkenin demokrasi olarak sınıflandırılması, demokrasi karnesinin geçer olmasına yeterli midir? Demokraside önce kurallar mı, yoksa insanlar mı gelir? Bu sorular daha uzayıp gider. Yunanlılardan bizlere Demos (Halk), Kratos (güç) olarak verildi iki kelime ama takip etmek için tutarlı bir model miras bırakmadılar. Hâlihazırdaki endekslere göre yeryüzündeki iki yüze yakın ülkenin üçte ikisi demokrasi ülkesi olarak tanımlanıyor.
Demokrasi karnesi kırık
Dünyada demokrasiyi ölçen pek çok endeks mevcuttur. Örneğin Türkiye’nin 2020 itibariyle 100 üzerinden 35 puanla özgür olmayan (Not Free) kategorisine düştüğü Freedom House Endeksi. Freedom House Endeksi sosyo-ekonomik haklardan, sosyo-ekonomik eşitsizliklere, özgürlük ve mülkiyet haklarından savaş ve basın özgürlüğü dahil hak ve özgürlüklere kadar çeşitli kriterler içeren maksimalist bir yaklaşımla çok sayıda devlette demokrasinin derecesini ölçer. Karnesi ona göre verilir. Türkiye küresel demokrasi performansı açısından 167 ülkenin sıralandığı bir diğer maksimalist endeks olan The Economist’in demokrasi endeksinde ise 110. Sırada ve Hibrid Rejimler kategorisinde. The Economist’in bu endeksinde şu kriterler dikkate alınıyor.
• Seçim süreci ve çoğulculuk
• Sivil özgürlükler
• Hükümetin işleyişi
• Siyasal katılım
Yıllardır süregelen patinajımızda demokrasi açığımız belirgin ve ne yazık ki son beş, altı yılda daha da artmış durumdadır. Ekonomi, girişimcilik ve yaratıcı sınıf endekslerinde şimdilik vasat seviyedeyiz ama söz konusu demokrasi endeksi olduğunda vasat altına doğru hızlı gidişimiz söz konusu.
Acı olan şu ki ülkemizde demokrasi tanımımız giderek minimalist bir yaklaşımla, sadece seçim yapabilir olmaya doğru daralıyor. Seçimden seçime zuhur edecek demokrasi kapanına doğru hızla sürükleniyoruz. Ancak minimalist anlamda sadece seçimlere odaklanan Liberal Demokrasiler Endeksi’nde de durumumuz pek parlak değil, ne yazık ki 178 ülke arasında 149. sırada ve otokrat seçim demokrasisi olarak tanımlanıyoruz. Endeksteki kapalı otokrasiler kategorisine düşmemize ise sadece dört, beş ülke kalmış.
Sivil toplum demokratik bir ülkenin olmazsa olmazıdır. Peki Türkiye’nin sivil toplum karnesi nasıl. Gelin bir de ona bakalım.
Türkiye’de 2019 itibarıyla 115.000’e yakın faal dernek bulunmakta. Bu derneklerin 11 milyon civarında üyesi var. Üyelerin yaklaşık beşte birini kadınlar oluşturmaktadır. OECD (Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü) verilerine göre Türkiye’de 613 kişiye bir sivil toplum kuruluşu (STK) düşmektedir. Bu oran Fransa’da 49, İngiltere’de 59 ve yöneticilerimizce bizi “kıskandığı” söylenen Almanya’da 138 kişidir. İdeal bir demokraside her çıkar grubunun kendi içinde örgütlenmesi beklenir. Gerçek manada bir demokrasinin en önemli işaretlerinden bir tanesi de sivil toplum örgütleridir. Bütün bunlar olmayınca ne oluyor gelin biraz da buna bakalım.
Ya ekonomi karnesi?
Demokrasi tam anlamıyla işlemediği zaman en büyük zarar ekonomiye çıkıyor; dolayısıyla da vatandaşın cebine. Ne zaman demokrasi konuşulup, sınıfta kaldığımız ortaya çıksa iktidar hemen savunmaya geçip, Türkiye’nin büyümesini istemeyen, bizi kıskanan dış güçlerin haksız, yersiz, doğru olmayan açıklamaları olduğunu söylüyor. En başta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan olmak üzere iktidar temsilcileri meydan meydan gezip “Ey ABD, ey Avrupa, ey ekonomi değerlendirme kuruluşları” diye konuşuyorlar.
Ama gerçek değişmez, demokrasi açığı varsa ekonomi de tam anlamıyla gelişmez, toplum refah toplumu olamaz, güçlü kurumlarınız olmaz, yabancı sermaye ülkenize gelmez. Sonunda kaybeden yine millet olur, ülke olur.
Demokrasi karnesi zayıf olunca bakın ekonomide neler oluyor?
• Devlete yaslanmadan milyar dolar üzerinde sermaye birikimi oluşturabilmiş herhangi bir iş insanı grubumuz yok
• Özgür bir ortam olmadığı için yeterli sayıda girişimcimiz yok. (Girişken ile girişimcilik ayrıdır biz de girişken çoktur ama girişimci azdır)
• Türkiye’nin GSMH’sinin sadece %17’si sanayiden geliyor. Bunun da %70’i de orta düşüklükte ve düşük teknolojili sanayi
• Yaratıcı sınıf açığımız hiç kapanmıyor. Küresel Yaratıcılık Endeksi’ne göre Teknoloji-Yetenek-Tolerans bakılarak 139 ülkenin sıralandığı endekste 88. Sırada, yani vasatın bile altındayız.
• Demokrasi karnemiz zayıfladıkça kişi başına düşen milli gelir de düşüyor. 2013 yılında rekor seviyeye çıkan kişi başına milli gelir (12519 Dolar) 2020 yılında 9127 Dolara geriledi.
Demokrasi olmazsa ekonomik gelişme de olmaz. Demokrasi iktidarın elinde oynadığı oyun hamuru olmaktan çıktığı zaman belki gelecek için umutlanabiliriz.