Göçmen karşıtlığı 2023 genel seçimlerinde siyasal rekabetin ana konularından biri haline geldi. Seçimler süresince de (ana akım) muhalefetin iktidara yönelik en önemli eleştiri noktalarından birisi ve siyasal önceliklerinin en çok tartışılan talebi oldu.
Cumhurbaşkanı adayı ilan edildikten hemen sonra Kemal Kılıçdaroğlu Suriye sınırını ziyaret edecek ve Altılı Masa’nın adayı olarak en geç iki yıl içinde Suriyelileri anavatanlarına gönderme sözü verecekti. Kılıçdaroğlu iki tur arasında da göç meselesini öne çıkararak milli ve yerli olmayı göçmen karşıtlığı üzerinden çerçeveleyen bir kampanya yürüttü ve göçmen karşıtlığının siyasal temsilcisi olan Zafer Partisi ile sonradan “iki kişi arasında, iki kişinin namusuna teslim edilen” diye tarif ettiği gizli bir protokol imzaladı.
Hiç kuşkusuz 2023 seçimlerinde muhalefet göçmen karşıtlığı üzerinden iktidar tarafından kapsanmayan bir duyguyu ve seçmen tepkisini örgütlemek istiyordu. Fakat evdeki hesabı çarşıya uymadı. Türkiye gibi hemen her konuda kutuplaşan bir toplumda göçmen karşıtlığı gibi neredeyse tüm seçmenleri birleştiren bir konu bile muhalefete seçimleri kazandırmaya yetmedi.
Göçmen karşıtlığı ve yükselişi
Türkiye göçmen karşıtlığının seçmen davranışlarını etkilemesi konusunda tipik olmayan bir örnek. Bütün dünyada göçmen karşıtı sağ popülist partilerin yükseldiği bir dönemde resmi verilere göre bile nüfusunun yaklaşık yüzde 4-5’i kadar göç alan bir ülkede göçmen karşıtlığı bırakın seçmen davranışını doğrudan etkilemeyi, son birkaç yıla kadar siyaset sahnesinin ağırlıklı gündemlerinden biri bile değildi.
Bu durum 2023 seçimlerinden çok önce, 2021 yılında Zafer Partisinin kurulması ile ciddi bir dönüşüme uğramıştı. Zafer Partisi göçmen karşıtlığı meselesini sahiplenecek ve bu gündemi siyasal alanın ana meselelerinden biri haline getirecekti. Ezgi Elçi ve Deniz Sert ile yaptığımız ve parlamentoda grubu olan beş siyasal partinin (AK Parti, MHP, CHP, İYİ Parti ve HDP) göçmen karşıtlığı konusundaki tutumlarını analiz ettiğimiz çalışmada 2021 yılından sonra göçmen karşıtlığının hem tonunda hem de belirginliğinde ciddi bir artış olduğunu gözlemledik.
AK Parti ve HDP dahi etkilendi
Siyasal partilerin meclis grup konuşmalarını analiz ettiğimiz içerik analizine göre Meclis’te grubu olan partiler arasında göçmen karşıtlığının en güçlü şekilde dile getirildiği iki parti CHP ve İYİ Parti’ydi. 2021 öncesinde CHP göçmen karşıtı ton ve söylem konusunda İYİ Parti’nin önündeyken, 2021’den itibaren İYİ Parti’nin göçmen karşıtlığının hem tonu hem de sıklığı belirgin bir biçimde artacaktı.
Göçmen karşıtlığının en düşük olduğu partiler ise AK Parti, MHP ve HDP’ydi. Buna rağmen 2021 dönemeci sadece göçmen karşıtlığının yüksek olduğu CHP ve İYİ Partiyi değil, aynı zamanda göçmen karşıtlığının daha düşük olduğu AK Parti, MHP ve HDP’yi de etkilemiş ve bu üç partide göçmen karşıtlığının tonu ve belirginliği göreli olarak daha düşük seviyede de olsa artmıştı.
Zafer Partisi belirleyici oldu
Bu durumun Türkiye’ye özgü olmadığının hemen altını çizmek isterim. Siyasal partiler ve göçmen karşıtlığı arasındaki ilişkiye odaklanan çalışmalar göçmen karşıtlığının mobilize edilmesi için “konu sahipliği” iddia eden siyasal aktörlerin ortaya çıkmasının önemine işaret eder. Nitekim Avrupa’nın hemen her ülkesinde 2015 göç krizinden sonra aşırı sağ partiler sayısal güçlerinden neredeyse bağımsız bir biçimde göçmen karşıtı tutumları kamusal alana taşıyarak, bu konuyu siyasetin aktığı bir ana damar haline getirdiler. Bu durumun en çarpıcı sonucu ise ana akım siyasal partilerin söyleminin de göçmen karşıtlığını içerecek bir biçimde dönüşmesi oldu. Neticede göçmen karşıtlığının seçmenler açısından belirleyici bir faktör haline gelmesi tam da ana akım siyasal partilerin dönüşümü sayesinde mümkün oldu.
Benzer bir biçimde Türkiye’de de Zafer Partisi, göçün siyasetteki belirginliğini artırmakla kalmadı, derinleşen ekonomik krizle eş zamanlı olarak diğer ana akım partileri göç konusunda radikalleştirdi ve kurulduğu ilk andan itibaren Türkiye siyasetinde sayısal ağırlığından daha fazla yer kapladı.
Göçmen karşıtlığı nasıl şekilleniyor?
Siyasal partilerin göçmen karşıtlığının tonunu ve sıklığını şekillendirmede siyasi rekabet, oy oranları ve seçimler önemli bir rol oynasa da siyasal parti temsilcileriyle yaptığımız mülakatlar Türkiye’de göçmen karşıtlığının iktidarda ya da muhalefette olma durumuna bağlı olarak şekillendiğini gösteriyordu. Nitekim MHP muhalefetteyken en yüksek göçmen karşıtlığı söylemlerine sahip partiyken AK Parti ile girdiği koalisyonla birlikte bu partinin göçmen karşıtı söylemi keskin bir biçimde yumuşayacaktı/azalacaktı.
Bir diğer ifadeyle göç politikasını şekillendirebilen iktidardaki siyasi aktörler, aynı zamanda en göçmen dostu (görünen) aktörlerdi. Ancak iktidar partilerinin tutumlarını etkileyen göçmen dostu bir temayülden ziyade göçü araçsallaştırmalarıydı. Siyasal parti elitleri ile yaptığımız mülakatlar bize iktidar partileri olan AK Parti ve MHP’nin göç meselesini kontrol altında tuttuklarına dair güçlü bir hisse sahip olduklarını gösterdi. Her iki parti de göçü demografik (MHP) ya da ekonomik, kültürel ya da bölgesel hegemonya gibi faktörler üzerinden (AK Parti) kullanabileceklerini düşünüyorlardı.
Muhalefet aracı olarak görüldü
Muhalefet partileri içinse, göçe karşı çıkmak, iktidar koalisyonunun politikalarına karşı çıkmak anlamına gelmekteydi. Muhalefet partileri, göç meselesinin politik olarak şeffaflıktan uzak bir şekilde ele alınmasından duydukları kaygıyı dile getiriyor ve bunun da kontrolden çıkan ve araçsal saiklerle kullanıldığını iddia ediyorlardı. Ancak muhalefet partileri, göçmen sayısı, farklı göç politikaları ve göçmenlerin etnik bileşimiyle ilgili spesifik bilgilere ya da politikalara da sahip değillerdi. Göç büyük oranda muhalefet partileri için Suriyeli göçü anlamına geliyor ve farklı göç tiplerine dair farklılaştırılmış politikalar önermiyorlardı.
Kısacası, Türkiye’de göçmen karşıtlığının siyasi arenada muhalefet partileri tarafından bu derece güçlü benimsenmesinin en önemli nedeni hükümetin şeffaflıktan uzak ve araçsallaştırılmış göç politikasına duydukları haksız olmayan tepkiydi.
İktidar partilerinin vatandaşlık tahayyülü
Kuşkusuz göçmen karşıtlığını belirleyen bir diğeri önemli faktörün siyasal partilerin Türkiye tahayyülü ve o tahayyülün içinde kimi makbul vatandaş olarak gördükleri olduğunu söylemek lazım. Yani, göçe dair siyasi tutumlar, sadece şimdi değil hemen her zaman, yalnızca göçün nasıl yönetileceği sorusuyla değil, siyasi partilerin modern Türkiye’nin ulusal kimliğini, kurumlarını ve topraklarını nasıl tasavvur ettikleri sorularıyla şekillendi.
Her vatandaşlık tasavvuru kendi sınırları dışında kimin o sınırın içindekilerle akraba olduğuna dair bir tahayyül içerir. İçerik analizine paralel olarak yaptığımız elit mülakatlarında gördük ki AK parti için Türk vatandaşlığının mekânsal sınırları “Müslüman dünyasının” mekânsal sınırlarıyla benzeşiyordu. Buna karşın göçmenlerin kültürel entegrasyonu, göçmenlerin önemlice bir bölümü Müslüman olduğu için, ortak dini kimlik temelinde kolayca çözülebilir diye değerlendiriliyordu. Dolayısıyla göç Türkiye’nin ulusal kimlik tasavvuruna bir tehdit oluşturmaktan ziyade, onun mekânsal sınırlarını genişleten, güçlendiren bir olgu olarak görülüyordu.
MHP neden tehdit görmedi?
Bu açıdan mevcut göç dalgası AK Parti’nin hem ulusal kimlik tahayyülüne aykırı değildi hem de aslında o tahayyülü genişleten emperyal bir vizyonun olmazsa olmaz parçasıydı.
Türklüğü etnik/kültürel belirteçler üzerinden tarif eden MHP için ise göçmenlerin kimliği sadece Müslüman değildi. Gelenlerin önemlice bir bölümü aynı zamanda Türk kimliği ile rabıtası olan gruplardı. Burada MHP’nin Türklüğü Türk İslam sentezi perspektifinden gördüğünü ve milliyetçiliğin daha muhafazakâr/dindar bir varyantını temsil ettiğini söylemek gerekir.
Üstelik artan göç nüfusa yönelik demografik bir tehdit olarak da görülmüyordu. Tam aksine Türkiye’nin içinde halihazırda kendini hissettiren demografik sorunlara karşı (ki bunun başında Kürt nüfusu gelmekteydi) yeni bir demografik tasarım için devletin eline geçen (veya elindeki/dağarcığındaki) önemli bir araç olarak görülüyordu.
Muhalefet partilerinin vatandaşlık tahayyülü
Muhalefet partilerinin yukarıda tanımladığım sürecin kontrolünün kendi ellerinde olmadığına dair taşıdıkları endişenin asıl kaynağı ise vatandaşlık tasavvurlarının iktidar partisinden radikal şekilde farklı olmasıydı.
Türklüğü daha çok etnik/kültürel belirteçler üzerinden tasavvur eden İYİ Parti için milli Türk kültürüyle bağlantısı olmayan grupların yerleşik hale geldiği bu kadar büyük bir göç dalgası ciddi bir tehdit teşkil etmekteydi. Zafer Partisinin söylemine benzer bir biçimde İYİ Parti göç söz konusu olduğunda demografik tehdidin altını çiziyor, önlem alınmazsa Türkiye’nin Türk kimliğinin ortadan kalkacağını ifade ediyordu.
CHP ise göç meselesini 2021 öncesinde demografik/kültürel bir mesele olarak çerçevelemek yerine, artan göçmen sayısını bir kaynak bölüşümü meselesi olarak kodlamaktaydı. Kıt kaynakların yerleşik nüfusa yetmediği bir durumda yeni gelenlere kaynak yaratmanın imkansızlığının altını çizen bu tutum vatandaşlığı temelde bir kaynak dağıtım mekanizması olarak görmekteydi. Ancak 2021’den sonra CHP de giderek artan oranlarda “demografik tehdit” argümanını sahiplendi. Söylemine yansıyan göçmen karşıtlığının tonunun ve sıklığının artmasının yanı sıra bu karşıtlığı temellendirdiği vatandaşlık tahayyülünün de bir dönüşüme uğradığının altını çizmek gerekir.
HDP ve kimlik bakışı
Mecliste grubu olan partiler arasında göçü millet tasavvuru üzerinden okuma örüntüsünün tek istisnası ise göç konusunu insancıl hukuk bağlamında ele alan ve ait olma hakkını evrensel insan hakları temelinde tartışan HDP oldu. HDP temsilcileri her ne kadar kendi seçmen grubu içerisinde ciddi bir göçmen karşıtlığı olduğunun farkında idiyse de Kürtlere kendi kitlesel göç deneyimlerini hatırlatmaya devam edeceklerini ifade ediyor ve göç söz konusu olduğunda entegrasyon politikalarını öne çıkarıyordu.
Hiç kuşkusuz muhalefet partileri için seküler kaygıların göçü anlamada ve çerçevelemede önemli bir yer tuttuğunu söylemek gerekir. Her ne kadar muhalefet partileri göçle gelenlerin büyük bir çoğunluğunun Müslüman olduğunu dinsel kimlik üzerinden şekillenen toplumsal fay hatlarını harekete geçirmemek için kamusal olarak vurgulamasalar da mevcut göç dalgasının Türkiye’nin seküler kimliğine yönelik de bir tehdit olduğunu ifade etmekteydiler. Bu açıdan göç konusunun özellikle son seçimlerde iyice belirginleşen seküler milliyetçilik ve muhafazakâr milliyetçilik ayrımının da en önemli uğrak noktalarından biri olduğunu vurgulamalıyım -bu ayrımı anlamak için Cenk Saraçoğlu’nun şu harika yazısını da buraya bırakayım
Göçü nasıl ele almalı?
Türkiye’nin Avrupa’nın göçmen deposu haline gelmesi, düzensiz göçün temel uğrak noktalarından biri olması, gittikçe görünür hale gelen göçmen gruplarının hem iş gücü piyasasında hem de refah dağıtımında yerleşik gruplarla rekabetinin artması göçmen karşıtlığının kısa ve uzun vadede seçmen eğilimlerini şekillendirmeye devam edeceğini gösteriyor. Üstelik göçe yönelik toplumsal huzursuzluğu örgütleyen Zafer Partisi gibi küçük partiler Türkiye’nin kutuplaşmış seçmen tercihlerinde ve yüzde elli çoğunluk gerektiren seçim sisteminde cürümlerinden fazla yer yakıyorlar. Tam da bu durum siyasal partilerin çantada keklik gibi görünen kendi seçmenlerinden daha ziyade bu küçük partilerin seçmen gruplarını çekmeye çalışmalarına ve bu nedenle söylemlerini radikalleştirmelerine neden oluyor.
Her ne kadar iktidar parti(leri)si muhalefetten farklı bir göç politikasını benimsemişlerse de bu yeni dönemde sorunu muhalefetin elindeki tüm siyasal araçları ve muhalefetin söylemini içererek yönetme politikası daha şimdiden iktidarın göç politikalarını gözden geçirmesine neden oluyor. Nitekim düzensiz göç ile mücadele, Suriyelilerin geri gönderilmesi gibi muhalif talepler iktidar tarafından da sıklıkla dillendirilmeye başlandı.
Göç siyasetine bakış değişiyor
Ancak Türkiye’nin, geleceğini ipotek altına alacağı daha şimdiden açık olan göç sorunu ile mücadele edebilmesi için dar vatandaşlık tanımlarının ötesine geçen kapsayıcı bir vatandaşlık tartışmasına, ülkenin dünyadaki yerini yeniden düşünmeye ve refah bölüşümündeki adaleti konuşmaya ihtiyacı var. Göçmen emeğine dayanan kayıt dışı ekonominin kural haline geldiği, emperyal fantezilerin norm olduğu bir durumda bunu yapmak iktidar için imkânsız.
Bir tarafta göçü araçsallaştıran ve Türkiye’nin ulusal kimliğini din üzerinden okuyan bir iktidar varsa diğer tarafta ise seçim hezimetinden beri kendi üstüne kapanan ve iktidarı kazanacağına kesin gözüyle baktığında dahi kapsayıcı bir göç politikası geliştiremeyen bir muhalefet var.
Bu siyasal manzara Türkiye’yi göçmen karşıtlığını ana siyasal hat olarak ilan eden Zafer Partisi gibi küçük partilerin büyüyüp serpilmesi için çok mümbit bir iklim alanı haline getiriyor. Bu iklim bu kadar göç almasına rağmen Avrupa’da olduğu gibi uç sağ partilerin göç gündemi üzerinden büyüyüp serpildikleri modele göre atipik bir örnek sayılması gereken Türkiye’yi bu istisnai konumundan çıkarmaya başladı bile.