Hatırladığıma göre sene 1981. Boğaziçi Üniversitesi Siyasal Bilimler ve Uluslararası İlişkiler Bölümüne Amerika’da Michigan Üniversitesinden bir hoca gelmişti: Richard I. Hofferbert. Geçtiğimiz yıllarda rahmetli oldu. Çok iyi bir bilim insanıydı. Dünya siyaset bilimi dünyasında çok iyi tanınırdı. O yıl içinde Boğaziçi Üniversitesi’nde tanıdığı Gün Kut, Şule Kut, Müberra Yüksel, Serdar Atav öğrencilerimizi daha sonra görev yaptığı New York Devlet Üniversitesine (SUNY) doktora çalışmalarını yapmak için götürmüştü.
Bölümümüze çok katkısı olmuştu Richard’ın. Nur içinde yatsın. Bir yıllık bir deneyimden sonra ABD’ye dönerken bana şöyle demişti: “Üstün, bu ülke duyduğuna, yani ağızdan çıkan lafa, inanan bir kültür.”
Haklıydı Richard. Sık sık şöyle reaksiyonlarla karşılaşıyoruz bazen somut veri sayılacak gelişmelerle karşılaşsak bile: “Ama öyle değil diyorlar,” “aslında olayın arkasında başka şeyler yattığını duydum”, “gizli bir el var bu işin arkasında”, “üst akıl”, “dış güçler”, “manipülasyon” gibi reaksiyonlar gırla gidiyor. Çoğu zaman olayın arkasında ne olduğunu tartışmaktan, şüphecilikten olayın esasına giremiyoruz. Nerede sorun var, bizde bir hata var mı diye düşünmüyoruz. Bu tabii ki olaylardan öğrenmemizi, varsa, hatalarımızdan dönmemizi, gerekli düzeltmeleri yapmamızı önlüyor. Bu yaklaşım da, bence, kendi kendimize çelme takmaktan ileri gidemiyor.
Boğaziçi Üniversitesi’nde kapı görevlisi beni geri çevirdi, olay duyuldu
Burada birkaç gün evvel yaşadığım ve tesadüfler zinciri sayılabilecek bir olayı anlatmak istiyorum bir vaka analizi olarak. 23 Nisan günü sahilde yürüyüş yapmak üzere Bebek’e geldim. Normalde arabamı Arnavutköy’de Robert Kolej’in girişine park ederim. Kapı görevlileri beni tanırlar veyahut tanımalarını sağlayacak bir sistem geliştirilmiştir. İkinci şıkkın daha doğru olduğunu görevlilerin sık sık değiştiğinden dolayı tahmin ediyorum. Robert Kolej ile ilişkim ise 26 yıldır mütevelli heyetinde hizmet etmiş olmaktan ibaret. Ayrıca Robert Kolej’in güvenlik tedbirleri tahmin edebileceğiniz nedenlerden oldukça sıkıdır.
23 Nisan günü son anda karar vererek yürüyüşü Bebek’te yapmak istedim ve bu amaçla, her zaman yaptığım gibi, Boğaziçi Üniversitesinin Bebek kapısından aracımla girmek istedim. Sağ olsun, Rektör Naci İnci’nin bu yakınlarda gönderdiği amblem aracın camındaydı. Kapı görevlisine bu kurumda 8 yıl rektörlük yaptığımı ve uzun seneler hizmet ettiğimi söylememe rağmen amblemimin emekli amblemi olduğunu, emeklileri tatil günlerinde içeri almama talimatı verildiğini söyleyerek beni geri çevirdi.
Olay duyuldu. Duyulmaması da imkansızdı. Sosyal medyada her türlü çabaya rağmen köpürmeye başladı. Rektörün haberi oldu ve beni bir yanlışlık oldu diye aradı. Kendisine teşekkür ederim. Ancak bu olaydan ders çıkarmak lazım. Üniversitenin güvenlik sisteminde ne aksıyor diye bakmak gerek.
Kurumsal hafıza kayboldu
Benim teşhisim şöyle: Bilindiği üzere üniversitede bir süredir protestolar yaşanıyor. Bu protestolarla mücadele etmek amacıyla, üniversitenin yıllar boyunca içselleştirdiği özgürlükçü kültüre rağmen, aşırı güvenlikçi bir sistem tercih edildi. Polis dahil üniversitede güvenlik personeli sayısı arttırıldı. Kampüse girişe birçok kısıtlamalar getirildi, akademik personel dahil kampüse girebilenler giremeyenler kategorileri tespit edildi. Kapılarda görev yapan personel büyük ölçüde değiştirildi. Tabii ki bu arada kurumsal hafıza da kayboldu. Bu kadar karmaşık kategoriler yaratırsanız ve çok yeni ve tecrübesiz personelle bu “karmaşıklığı” uygulamaya giderseniz bu tür olaylarla karşılaşmak mukadder.
Bu olayı “manipülasyon” olarak görmek kolaycılıktır. İlk olarak kendimize çekidüzen vermek gerekir. Maalesef, sanıyorum İletişim Başkanlığına bağlı Dezenformasyonla Mücadele Merkezi(@dmmiletişim) tarafından olayın “manipülasyon içerdiğini” ve “amblemin eski” olduğunu ileri süren bir tweet atılmıştır.
Komplo teorileri bizi uykuya sevk ediyor
Komplo teoriler bizi uykuya sevk ediyor. Ben ne yapıyorum, hatam nerede gibi suallerin sorulmasını önlüyor, kendi kendimizi eleştirmemizi engelliyor. Uluslararası ilişkilerimizde de bu böyle. Hep bir “gizli el”, “üst akıl”, “dış güçler” bize çelme takıyor. Bu nedenle “hak ettiğimiz” yerlere gelemiyoruz. “Hak ettiğimizi” elde etmeninin en önemli koşulunun kendi yaptıklarımızda aranması gerektiğini unutuyoruz. Güvenlikçi ve yasakçı politikaları pek seviyoruz bu paranoya sonunda.
Gene Boğaziçi Üniversitesinden örnek vereyim. Bütün kariyerim boyunca bu üniversite son derece liberal, açık kapı politikası uyguladı. Üniversiteye giriş çıkış oldukça kolaydı. Bütün bu yıllar boyunca 1970’li yılların öğrenci olayları atlatıldı, solcu radikal öğrenci grupları kampüste diğer öğrenciler ile birlikte yaşamayı öğrendiler, 1980’lerin darbe yılları huzur içinde yaşandı, 28 Şubat sürecinde başörtülü öğrenciler hiçbir yasaklamaya tabi olmadan eğitimlerine devam ettiler.
Diğer üniversitelerde boykotlar nedeniyle eğitimde önemli kesintiler oldu, Boğaziçi’nde ise eğitim hiçbir zaman aksamadı 1970’li yıllardaki kısa bir öğrenci boykotu dışında. Bu boykot sonunda, öğrencilerle konuşuldu, not sistemi hakkında önerileri uygun görüldü. Not sisteminde değişikliğe gidildi ve bu kısa boykot sona erdi. Günümüzde o gün kabul edilen not sistemi hala yürürlükte. Polis kampüsten hep uzak durdu. 1980 askeri darbesine giden günlerde bir öğrencimin Boğaziçi Üniversitesi kampüsü hakkında söylediklerini hiç unutamam: “Hocam, burası II. Dünya Savaşında İsviçre gibi bir yer.”
Boğaziçi protestoları: “arkasında kim var demektense onlarla konuşmuştuk”
Başka öğrenci protestoları olmadı mı, oldu. Bir çarpıcı örnek vereyim. 1990’lı yılların ilk yarısında olmalı. Öğrenciler artan yemek fiyatlarını protesto ediyorlardı. Nasıl ve nereden bulduklarını bilmiyorum ama o günlerin yüzde yüzü aşan enflasyonist ortamında piyasada pek bulunmayan madeni paraları toplamışlar Rektörlüğün girişini “rektörlüğün parası yok” diyerek madeni para yağmuruna tutmuşlardı. Bu çocukların arkasında kim var demektense onlarla konuşmuş ve politikamızı, fiyatlama politikamızı anlatmıştık. Ayrıca eylemi çok yaratıcı bulmuş, elebaşını öğrenci işlerine bakmak üzere diplomasını aldığı gün, yani birkaç ay sonra, işe almıştık. Bu arkadaş bugün hala Boğaziçi Üniversitesi idari kadrosunda canla başla çalışmaktadır.
Biraz zor olacak ama açıklığın, özgürlükçü ortamın, diyaloğun erdemini anlamamız gerekiyor. Yoksa komplo teorileri bizi şüpheciliğe ve aşırı güvenlikçi politikalara doğru itiyor, akıldan, diyalogdan uzaklaştırıyor, birbirimize düşman ediyor.