Çöp dökmek için dışarı çıktığımda komşumla karşılaşıyorum. İlerlemiş yaşına rağmen her zaman dinç, her zaman enerjik, yüksek perdeden konuşmayı seven bir beyefendi. Ama şimdi karşımda yorgun, omuzları öne düşmüş, umutsuz biri duruyor. Sağlığına önem verdiğini bildiğim sevgili komşum ne maske takmış ne eldiven.
“Markete gidiyorum,” diyor.
“Bir ihtiyacınız varsa bana söyleyin. Gittiğimde hepimiz için toplu alışveriş yaparım,” diyorum.
“İhtiyacım olduğunda değil, kafamı dağıtmak için gidiyorum,” diyor. “Sonra da sokaklarda ne olup bittiğine bakacağım.”
Yüzümdeki korku ve şaşkınlık dolu ifadeyi görmüş olacak ki “Zaten ne kadar yaşayacağımız belli değil,” diyor. “Dinlemiyor musun haberleri, resmen dünyanın sonu geldi, yaşlıları alıp götürüyor bu virüs. Bari kalan zamanımı eve hapsolarak geçirmeyeyim.”
Komşumu sükunete, akla ve umuda davet etmek için uzun bir konuşma yapmam gerekiyor. Sonunda durumu toparlıyoruz. Ama ayrılırken bana şöyle diyor: “Belli ki sen hiç televizyon izlemiyorsun.”
Sosyal mesafe günlerindeyiz. Korona virüsü bizi dünya genelinde karantina denilebilecek bir duruma mecbur bıraktı. Korontina günleri…
Bu sürecin tuhaf yanlarından biri, zaten evde kalmayı ve sosyal mesafeyi korumayı akıl edebilen, virüsle mücadelede izole olmanın önemini fark eden insanların sosyal medya aracılığıyla yine birbirini uyarması. Yankı odalarındayız.
Özellikle twitter ve instagram kullanıcıları, kararlılıkla “evde kalın” diyorlar birbirlerine. Evdeyken, evde olma halini çoğaltmaya çalışıyorlar.
Ama bu sesler herkese ulaşmıyor. Bütün dünya 65 yaş üstünü evde tutabilmek için çözümler üretiyor. Denizli’de belediyenin parklardaki bankları sökmesi görüntülerini hem şaşkınlıkla hem de gülümseyerek izledim. Yetkililer ne yaparsa yapsın, bir zamanlar çocuklarına “Dışarılarda fazla dolaşmayın, erkenden eve girin” diyen anne-babalar, eve girmekte direniyor. Herkes anne-babasını evde tutabilmek için kurallar koyuyor, görüntülü aramalarla kontrol ediyor ama başaramıyor.
Yakın çevremde evden çıkmak için yalan söylemeyi bile göze alan anne-babalarıyla uğraşan çok kişi var. Bankacı bir arkadaşım ne yapsalar da yaşça büyük insanların şubeye gelmelerini engelleyemediklerini söyledi. “Hesap defterimi işletmezsem içim rahat etmez,” diye gelen bile varmış. Bazı banka şubeleri 65 yaş üstü müşterilerine telefon edip “Gelmeyin” diye ricada bulunmaya başlamış bile.
Sosyal medya kullanıcıları bu dönemde kitap okumak, film izlemek, dijital platformlardaki ücretsiz konserleri izlemek gibi konularda birbirlerini harekete geçirmeye çalışıyor. 65 yaş üstünün sıkılıkla kullandığı Facebook’ta ise daha çok son dakika haberleri, komplo teorileri, teyit edilmemiş lakırdılar paylaşılıyor.
Bir an için eğri oturup doğru konuşalım. Yankı odalarının kitapseverliğine kanmaz ve rakamlara bakarsak, Türkiye kitap okumayı pek sevmiyor. TÜİK rakamlarına göre günde ortalama 6 saatimizi televizyon karşısında, 3 saatimizi internette geçirirken kitap okumaya ayırdığımız süre 1 dakika. Doğru okudunuz; 1 dakika.
Aklımızda tutmamız gereken rakam televizyonla ilgili olanı: 6 saat!
Evrim Kuran’ın “Bir Kuşağı Anlamak” kitabında WeAreSocial&Hootsuite aracılığıyla verdiği rakamları tekrar edelim. Dünyanın yüzde 57’si, Türkiye’nin yüzde 72’si internette. Ülkemizde 52 milyon sosyal medya kullanıcısı var. Bir günün ortalama 2 saat 46 dakikasını sosyal medyada geçiriyoruz. Tabii, içinden geçtiğimiz günlerde bu sürenin çok daha fazla olduğunu tahmin etmek zor değil.
Kısacası sosyal medya, bugünlerde her zamankinden daha büyük bir güç. Elbette bu ortamda da bilgi kirliliği, takip edilen hesaplarla sınırlı bilgi sıkıntısı, yankı odalarında çoğalan yanlışlar, linç severler, troller, tekrar ettikçe içi boşalan cümleler, saptırılan gerçekler gibi çok sayıda tehlike var.
Ancak bunların karşısında durabilecek bir akıl da var sosyal medyada. Çoğu kullanıcı, doğru bilgiye ulaşılması ve bunun yayılması konusunda hiç olmadığı kadar özenli davranıyor bu dönemde. Evde olma hali yoğun bir şekilde paylaşılıyor. Kimse yayın kalitesi falan aramıyor; herkes paylaşabileceği içeriği üretiyor. Konser verenler, kitap okuması yapanlar, yemek tariflerini paylaşanlar, her konuda eğitim programı sunanlar… Bu paylaşım ateşini yakanlardan biri Gülsin Onay. Onay’ın evinde verdiği konseri yüzbinler izledi. Dile kolay.
Kimi yayını yüzbinler izliyor, kimini beş kişi. Ama herkes bu günleri birlikte geçirmenin yolunu arıyor. Yanlışlar yok mu? Elbette var. Linç kültürü ve felaket tellallığı her dem bakî. Ama yine birlikte, onu da aşmaya çalışıyor insanlar.
Dönelim günümüzün 6 saatini alan kutuya. Televizyona.
Sosyal medya böyle davranırken, 65 yaş üstü nüfusun hâlâ bağlılıkla izlediği televizyonlar ne yapıyor peki? Her konunun uzmanı isimler, her konuda olduğu gibi devşirme bilgilerle konuşuyor da konuşuyor. Tartışma ortamından reyting kazanacağını düşünen kanallar cinsiyetçi, ötekileştirici, komplocu, bilimsel akıldan uzak isimlerin abuk sabuk yorumlarına kapı açıyor. Nitelikli yayın yapmaya çalışan az sayıda kanal ve isim de bu kargaşanın arasında yok olup gidiyor.
65 yaş ve üstünü evde tutmak, bu süreçte dünyanın hemfikir olduğu bir konu. Ama onların ev hallerinde ne yapacakları da önemli? Televizyon izleyerek mi, o haber programlarındaki bilimden uzak çelişkilerle dolu içeriklere maruz kalarak mı? Büyüklerimizin bu süreci akıl sağlıklarını koruyarak ve umutlarını taze tutarak geçirmelerini sağlamak da hepimizin görevi.
Ben bu yazıyı yazarken önüme düşen bir görüntüyü aktararak noktalayayım yazıyı. Bir magazin programında koronavirüs salgını tartışılıyor. Bu cümle bile tuhaf ama gerisi facia. Bir hanımefendi şöyle diyor: “Yaşlılar zaten gidici, Allah korusun…”
Televizyon başında zaman geçiren annenizi, babanızı, aile büyüklerinizi düşünün. Duydukları cümle bu: “Allah korumazsa gidicisin.”
Korkunç.
Toplum olarak beden sağlığımızı ve akıl sağlığımızı korumamız gereken günlerden geçiyoruz. Siz ne yaparsınız bilmem ama en azından büyüklerimizin akıl sağlığını korumak istiyorsanız kapattırın televizyonlarını. Yanlarında değilseniz açın telefonu bir kitap okuyun. Görüntülü arama şansınız varsa, arayın birlikte şarkı söyleyin.
Yeter ki kimsenin “Zaten ne kadar yaşayacağımız belli değil,” diyerek hayata sırtını dönmesine izin vermeyin.