

Sahte diploma skandalı üniversitenin yalnızca bilgi değil, güven ve temsil değeri üretme erozyonunu da gözler önüne seriyor.
Son dönemde gündemi meşgul eden sahte diploma skandalı, üniversitelerin yalnızca bilgi değil, aynı zamanda değer ve güven üreten kurumlar olarak yaşadığı nitelik kaybını tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Bir kurumun verdiği diplomanın, topluma ve bireye sunduğu güven unsurunu kaybedip içi boş bir belgeye dönüşmesi, temsiliyet ve sorumluluk kavramlarını da tartışmaya açıyor. Bugün, mezuniyet törenlerinde törensel biçimde temsil edilen üniversite değerlerinin gerçek karşılığı, bu skandallar ve nitelik erozyonlarıyla yeniden masaya yatırılıyor.
Temsiliyet Görünmezliği ve Törensel Boşluk
Mezuniyet törenleri yalnızca bir veda değildir; üniversitenin topluma ve bireye ne anlam ifade ettiğinin bir göstergesidir. Bu yıl birçok üniversitede mezuniyet atmosferi, öğrencilerin sahnedeki protestolarıyla şekillendi. Özellikle ODTÜ, Boğaziçi ve Aydın Adnan Menderes Üniversitelerinde öğrenciler, mizahla ve medeni cesaretle düşünce özgürlüğünü savundu. Bazı yöneticiler bu tepkilere katıldı, bazıları ise sessiz kaldı. Ancak bu protestolar, üniversitenin özgür ve özerk olması gerektiğini tüm topluma yeniden hatırlattı.
Unutan Üniversite, Edilgen Toplum
Üniversiteler yalnızca bilgi aktaran değil, aynı zamanda toplumsal ve eleştirel hafızayı taşıyan yapılar olmalıdır. Hafızası zayıflayan bir toplumda, değerler yerini prosedürlere, temsil ise sessizliğe bırakır. Üniversitenin görevi yalnızca teknolojik üretim değil, etik ve düşünsel hafızayı da korumak ve yeniden üretmektir. Aksi hâlde toplum aynı hataları tekrarlar. Bu da bireysel değil, kurumsal bir hafıza kaybına işaret eder. Bugün, üniversitelerin geçmişte yaşadığı saldırılar, baskılar ve direnişler unutuldukça; eleştirel refleksler yerini edilgenliğe bırakıyor.
Son yıllarda öğrencilerin sahnede rektörlere sırt dönmesi, bu değersizleşmeye karşı bir taleptir. Bu barışçıl ve sembolik protestolara karşı bazı üniversite yönetimlerinin törenlere katılmaması, temsiliyet krizinin ve duygusal mesafenin somut bir örneğidir. Temsil makamındaki bir yöneticinin görünmezliği, kurumun tamamının görünmezleşmesine; üniversitenin değer üretme işlevinin zayıflamasına yol açar.
Tabela Üniversitenin Anatomisi
Nitelik erozyonu ve temsiliyet krizi, yalnızca birkaç kişinin sorunu değil. Türkiye’de sayısı 200’ü geçen üniversitelerin bir kısmı tabela kurumlarına dönüşmüş durumda. Akademik kadrolarda sahte diplomalı kişilerin ortaya çıkması, yüksek lisans programlarının askerlik erteleme ya da işsizlikten kaçış yolu olarak görülmesi, sorunun sistemik boyutunu gözler önüne seriyor. Bu tablo birkaç istisna değil; üniversite kavramının değer üretme kapasitesinin azalmasının sonucu.
1278 Bölümde Tek Bir Profesör Yok
BirGün gazetesinin 4 Ağustos 2025 tarihli manşeti, bu tabloyu çarpıcı biçimde ortaya koyuyor: Tıp, hukuk ve mühendislik gibi alanların da içinde yer aldığı 1278 bölümde tek bir profesör bile bulunmuyor. Bu, üniversitelerin yalnızca niceliksel olarak büyüdüğünü, ancak nitelikli kadroların sistem dışına itildiğini gösteriyor. Akademik liyakat yok oldukça, üniversiteler sadece yapıdan ibaret kurumlara dönüşüyor.
Bu durumda geriye yalnızca binalar, tabelalar ve unvanlar kalır. Üniversitenin düşünsel özerkliği zayıfladıkça, anlamı da erir. “Yüksek lise” benzetmesi, bu gerilemeyi sade ama etkili biçimde yansıtıyor.
YÖK’le Başlayan Gerileme
12 Eylül sonrası kurulan YÖK sistemi, bazı üniversitelerin kütüphanesiz, laboratuvarsız biçimde kurulmasına zemin hazırladı. O dönemde bu yapılar “ileri lise” olarak görülüyordu. Bugün binalar daha modern olabilir, ama üniversitelerin düşünsel özerklikleri ve bilimsel etik altyapıları “yüksek lise” düzeyine evrilmiş durumda, yani pek bir yol alınmış gibi değil esasında.
Devlet ideolojisinin üniversite yönetimlerine doğrudan nüfuzu, bu zemin üzerinde derinleşiyor. Atamayla gelen yöneticiler, kurumsal temsiliyetin değil, atanma merciinin taleplerini gözetiyor. Bu da yöneticilerin temsil sorumluluğunu unutarak yalnızca “yetki kullanıcısı” olmalarına yol açıyor.
Etik Temsilin İzinde: Tuncer Bulutay Örneği
Bugün üniversitelerin karşı karşıya olduğu temsil krizini ve hafıza yitimini düşünürken, bazı hocaların meslekî duruşları yalnızca birer anı değil; yol gösterici ilkelerdir. Mahfi Eğilmez’in blogunda yazdığı “Tuncer Bulutay’ın Ardından” başlıklı yazısında belirttiği gibi, üniversite yalnızca ders anlatmakla değil, “analitik düşünmeyi, sorumluluğu ve ilkeli duruşu” öğretmekle anlam kazanır. Bulutay’ın, 12 Eylül sonrası akademiden uzaklaştırıldığında çıkan affı reddetmesi, “affetmesi gereken biziz, siz değil” tavrıyla temsilin ve akademik onurun ne olduğunu bize hatırlatır. Bugün öğrenciler zorunlu askerlik erteleme yolu olarak yüksek lisans yapmayı tercih ederken ya da akademik kadrolar sadakatle belirlenirken bu tür örnekler, üniversitenin geleceği için ahlaki bir pusula işlevi görür.
Dünyadan Örnek: Missouri Üniversitesi
2015 yılında Missouri Üniversitesi’nde yaşanan protestolar, temsilin diyalogla nasıl güçlenebileceğine örnek oluşturuyor. O dönemde rektör ve üst yönetim, öğrencilerin protestoları sonrası istifa etti, yeni bir diyalog ortamı kuruldu.
Türkiye’de ise öğrenciler protestoları barışçıl şekilde dile getirirken, yöneticiler ya “küser”, ya da görünmez olmayı tercih ediyor. Bu, yalnızca yöneticilerin değil, tüm üniversite kültürünün temsil krizine işaret ediyor.
Rektörlük: Temsil mi, Yetki mi?
Rektörlük ve diğer akademik yöneticilik makamları, yalnızca yetki kullanma değil, aynı zamanda temsil etme ve sorumluluk üstlenme mevkileridir. Eğer bir yönetici sadece kendisini atayana karşı sorumlu hissederse, akademik normlar ve kamuya karşı yükümlülükler hızla aşınır.
Araştırma ve öğretimin yerini yönetsel vitrinler alır, üniversite giderek bir gösteri kurumuna dönüşür. Oysa etik temsiliyet, konfor alanında değil; kriz anlarında, görünür ve sorumlu olmakla mümkün olur.
Bu bağlamda, Milton Friedman’ın devletin yalnızca temel işlevlerle sınırlı kalması gerektiğine dair klasik uyarısı yeniden düşünülmeyi hak eder. Bu yaklaşım, kamu kurumları asıl görevlerinin dışına çıkıp temsiliyet ve sorumluluk ilişkilerini kaybettiğinde; verimsizlik ve yozlaşmanın kaçınılmaz hâle geleceğini savunur. Bir kuruma fazladan yüklenen her işlev, onu kendi asli amacından uzaklaştırır.
Üniversite örneğinde bu durum, öğretim ve araştırma gibi kurucu işlevlerin; siyasal görünürlük sağlama, yöneticilerin sadakatine dayalı atama ilişkileri üretme ya da kamuoyuna vitrinsel başarı gösterme gibi dışsal ve ikincil işlevlerle yer değiştirmesi anlamına gelir. Böyle bir yükleme, üniversiteyi özgür düşüncenin üretildiği bir alan olmaktan çıkarır. Onu yalnızca bir yönetim mekanizmasına indirger.
Temsil, Hatırlama ve Sorumluluk
Öğrencilerin kürsüye sırtını dönmesi, yalnızca protesto değil, bir hatırlatma çağrısıdır. Bu noktada rektör ve yöneticilerin de öğrencileri görmezden gelmesi, temsil yükünün altında ezildiğimizi gösteriyor.
Çünkü üniversite yalnızca bilgi üreten değil, toplumsal hafıza ve etik değerlerin taşıyıcısı bir kurumdur. Bilgiye erişimin kolaylaştığı bu çağda, onun toplumsal ve etik yorumunu üretmek üniversitenin temel görevi hâline gelmelidir.
Temsil, yalnızca görünürlükle değil; hafıza, değer ve sorumlulukla anlam kazanır.
Unutulmamalıdır: Üniversite, hatırlama ve temsilin kurumsal adıdır.


